Muzaffer Oruçoğlu
Avustralya halkı, kıtayı baştan başa saran bu son yangınla, tarihinin en büyük felaketlerinden birini yaşadı. Yangınlar, başladıkları yerlerde büyüyerek, alev kadırgalarını ve dev duman kümelerini doğurdu, kümeler yükselerek soğudu, gök gürlemelerine, hava patlamalarına ve şimşeklere yol açarak yeni yangınları tetikledi.
Kanguru, koala ve papağan kolonileri başta olmak üzere, canlı çeşnisinin yığınlar halinde, uçsuz bucaksız ormanlarla birlikte kavrulup küle dönüşünün görüntüleri, tüm medyayı işgal edip, devletin ve halkın, felaket karşısındaki aczini de açığa çıkarınca, tartışmalar kızıştı.
Halkın, yarıya yakın bir bölümü, hükümetin, karbon salınımı politikasını sürdürmesi ile yangınlardan önce, kıtanın büyüklüğünü dikkate almadan itfaiyecilerin sayılarını azaltmasını eleştirirken; kömür ve uranyum gibi tekellerin güçlü desteğine sahip olan, muhafazakâr Scott Morrison hükümeti ve taraftarları ise eleştirilere karşı çıktı; yangınları, kıtanın geçmişinde zaman zaman ortaya çıkan kuraklığın etkisi ile Hint Okyanusu'nda görülen ve yangın söndürmeyi güçleştiren çift kutuplu iklim olayı gibi nedenlere bağladı.
Kıtadaki ısınmanın her yıl yükseldiğini yakından izleyen ve bu son yangınlarla havaya salınan 250 milyon tonu aşkın karbonun, kıtaya çok daha haşin bir intikamla geri döneceğinden korkan halk, hükümetin açıklamalarına pek itibar etmedi ve onu izlediği yanlış politikadan vazgeçmeye çağırdı. Halkın aydınlanmış bir bölümüne göre küresel ısınma, tarımsal alanları kurutuyor, kuraklığı yaygınlaştırıyor, bu da tutuşmayı ve hızla yayılmayı kolaylaştırıyordu. Yanan ormanları ve bitki çeşnisinin korunması ile çoğalmasını sağlayan milyonlarca canlıyı ekonominin çıkarlarından sonra düşünen halkın diğer bölümü ise sessizliğini koruyor.
Avustralya halkı, ormanlar ve hayvanlarla iç içe yaşayan bir halk. Çocuklara anlatılan yazılı ve sözlü masalların asıl kahramanları hayvanlar. Bu, yerleşik, güçlü bir kültür ve terapi rolü oynuyor. Son büyük yangınlar, koala, kanguru, possum ve papağan kafileleri başta olmak üzere, canlı türlerin, geçmişinde görülmedik bir şekilde eksilişini, gümüş başlı fareler gibi bazı türlerin de tükenişini beraberinde getirmekle kalmadı, halkın hayata ve geleceğe olan inancını da sarstı. Kıtada depresyon büyük bir problemdir. Her dört Avustralyalıdan biri, depresyon kuşağına giriyor ve bu tip dev yangınların sürmesi durumunda bu oranın üçte bire yükseleceği söyleniyor.
Yüksekliği yetmiş metreyi bulan alev silsilelerinin, sabah veya akşam güneşiyle birlikte gökyüzünü Aborjin bayrağına dönüştürmesinin, tüketim çılgınlığını tepe tepe yaşayan beyaz milyonlar nezdinde bir anlamı, bir mesaj değeri var mıdır bilemiyorum. Kıtanın büyük yazarı Patrick White, Voss romanının bir yerinde, “Sarımtırak renkli, yaygın memeli bir kadın, oturmuş bir köpek yavrusunu emzirmekteydi,” der. Doğanın dilinin narin ve matematiksel olduğuna inanan kesimler, yeryüzünün, “Sarımtırak renkli, yaygın memeli bir kadın” haline gelmesinin hayalini şimdi daha hesapsız, daha derin kuruyor. Çölde yaşayan Aborjin’in hayali de bunu tamamlıyor. Düşzamanı(dreamtime) denilen inancın yaydığı gizemli sis içinde, kuraklık ve yangınların, her şeyi küle kestiği, su kaynaklarını kuruduğu bir ortamda kuruyor hayalini o. Elindeki didgeridoo ile bumerang çaresizdir ve “Tüm dünya uykudadır.... Hayvanlar yeraltında uyumaktadır. Gökkuşağı yılanı uyanacak, dünyanın yüzeyinde sürünecek.... Her yere izini bırakacak. Sonra geri dönecek, kurbağalara seslenecek. Kurbağalar, su dolu kocaman mideleriyle ortaya çıkacaklar. Gökkuşağı yılanı onları gıdıklayıp güldürecek. Sular ağızlarından fışkırıp, gökkuşağı yılanının izlerini dolduracak. İlkin göller ve nehirler, sonra çimenler ve ağaçlar büyümeye ve yeryüzünü yaşamla doldurmaya başlayacak.”
Doğanın ve insanın, tüm canlıların, gücünü birleştiren bu hayallerin yaydığı ışıkla ışıyabilir ancak, dünyanın kara bahtı. Başka bir ışık yok.