Yemenli milyarderin oğlu, Norveçli öğrencinin ölümündeki rolünü BBC'ye itiraf etti

Yemenli milyarderin oğlu, Norveçli öğrencinin ölümündeki rolünü BBC'ye itiraf etti

Nawal Al-MaghafiBBC Arapça

Londra’da 15 yıl önce 23 yaşındaki bir öğrencinin ölümünden saatler sonra Yemen’e kaçan bir milyarderin oğlu, bu ölümde üstlendiği rolü ilk kez BBC’ye itiraf etti.

23 yaşındaki Martine Vik Magnussen’in cesedi, Londra’nın merkezindeki Great Portland Caddesi’ndeki bir bodrum katında, moloz yığınının altında bulunmuştu.

Londra Metropolitan Polis Teşkilatı’nın en çok arananlar listesinde bulunan ve hakkında uluslararası yakalama emri bulunan Faruk Abdülhak, yaşananlarla ilgili olarak polisle hiç konuşmadı.

Abdülhak, BBC’ye yaptığı açıklamada Vik Magnussen’in “bir seks kazası sonucu” öldüğünü söyledi.

Martine’nin cesedi bulunduğunda, ben de öğrenciydim, ve Yemenli olduğumdan, özellikle baş şüpheli Yemenli olduğu için, olayla ilgili haberleri şoke edici buluyordum.

2011’de BBC’de gazeteci olarak çalışmaya başladığımda, takip ettiğim haberlerden biri de buydu. Başlıca amaç, kızlarının ölümünü uluslararası hukukun verdiği bir sınav olarak gören Martine’in ailesi için yanıtlar bulmaktı.

Ancak Faruk Abdülhak ile temas kurabilmeyi en sonunda geçen yıl başarabildim.

Abdülhak ile temasım sosyal medyada başladı.

Yıllar boyunca yüzlerce gazeteci Abdülhak ile görüşmek istemiş, ama hepsini görmezden gelmişti.

Ama ikimizin de Yemenli olması, güvenini kazanmama yardımcı oldu.

Mesajlaşmaya başladıktan 10 gün sonra, bir dizi itirafın başlangıcı olacak ilk mesajını yolladı.

“Gençken bir şey yaptım, bir hataydı” diye yazdı.

Bana beş ay boyunca yolladığı binlerce mesaj ve yüzlerce sesli mesajda, Martine’in adını bir kez bile kullanmadı ve ölümüne atıfta bulunmadı.

Hep “olay” ya da “kaza” demeyi tercih etti.

Ancak otopsi, Norveçli öğrencinin nasıl bir şiddet sonucu öldüğünü açıkça ortaya koyuyordu.

Ölüm nedeni “boyuna basınç” diye açıklanmış ve bunun “boğularak öldürülmüş olabileceği anlamına geldiği” belirtilmişti.

Martine’in vücudunda 43 kesik ve sıyrık vardı ve bunların “birçoğunun bir saldırı ya da mücadele sırasında alınmış tipik yaralanmalar” olduğu söylenmişti.

Kahire’ye giden bir uçakla İngiltere’den kaçmıştı

Faruk ve Martine, Londra’daki Regent’s İktisat Okulu’nda okuyordu ve Martine Londra’da bir bankacı olmayı umuyordu. Arkadaşları Martine’i son olarak 14 Mart 2008’in ilk saatlerinde, Mayfair semtindeki lüks Maddox gece kulübünde görmüştü. Faruk ile birlikte sınavlarının sona ermesini kutluyorlardı.

Martine’in arkadaşları, Faruk’un daha sonra Great Portland Caddesi’ndeki dairesinde eğlenmeye devam etmeyi önerdiğini anlattı. Yorgun oldukları için gitmek istemediler ama Martine geceye devam etmek istiyordu.

Güvenlik kameraları Martine’i 02:59’da gece kulübünden çıkarken gösteriyordu. Ancak daha sonra neler yaşandığına tanık olan yok. Martine, güneş doğarken ölmüştü. Ancak cesedi 48 saat sonra bulundu.

Faruk bu sırada Kahire’ye giden bir uçakla İngiltere’den kaçmıştı. Sonra da babasının özel jetiyle Yemen’e geçmişti. Faruk’un avukatı masum olduğunda ısrar ediyordu.

Faruk herhangi bir Yemenli değil. ABD ve Mısır’da büyüyen Faruk, Yemen’in en zengin ve en güçlü adamlarından biri olan Shaher Abdülhak’ın oğlu. Babası, şeker, meşrubat, petrol ve silah ticaretiyle bir imparatorluk kurmuştu ve dönemin Yemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’in yakın dostuydu.

Faruk ile ilk konuşmaya çalıştığım 2011’de Yemen’de aylarca onu aramıştım. Ancak yetkililerin haberden vazgeçmem konusunda uyarmalarının ardından ülkeyi terk etmek zorunda kaldım.

Şubat 2022’de olayı bu kez Londra’dan yeniden ele almaya karar verdim. Faruk’un babası ölmüş, Cumhurbaşkanı Salih de görevi bırakmıştı. Şimdi Faruk ile görüşmenin mümkün olup olmayacağını merak ediyordum.

Ancak kolay olmayacağını da biliyordum. Bir arkadaşım aracılığıyla telefon numarasını bulduktan sonra, kısa mesajlar ve çeşitli sosyal medya uygulamalarından mesajlar yollasam da yanıt alamadım. Sonra arkadaşım Snapchat kullandığını fark etti.

Bu uygulamadan mesaj yolladım ve hemen yanıt verdi. İlk sorusu nereli olduğumdu. Orada yaşadığını düşünerek, Yemen’de büyüdüğüm lüks semtin adını verdim. Haklıydım, hemen ilgisini çekmeyi başardım.

Şimdi onunla bir diyalog kurmalıydım. Mesele güvenini kazanmaktı. Mesleğimi özellikle hiç saklamadım. İlk temasımızda ona gazeteci olduğumu söyledim.

İlk konuşmalarımız yaşadığımız benzer deneyimler üzerineydi. Müthiş servetine rağmen, birçok açıdan ortak noktalarımız vardı. İsviçre’de aynı yerlerde kayak yapmış, uluslararası okullarda okumuştuk. Londra’da gitmeyi sevdiğimiz yerlerden bahsettik.

Sonraysa, açılmaya başladı.

Mesajında, “Gençken bir şey yaptım ve bir hataydı” dedi:

“Sana gerçek adımı söyledim, orada olan bir şey yüzünden İngiltere’ye gidemiyorum.”

“Tek korkum, bana bir yazar ve gazeteci olduğunu söylemiş olmam.”

“Konuşmam gereken belki de son insan sensin.”

Bana bu kadar hızla güvenmesi şaşırtıcı görünebilir.

Ancak Faruk’un müthiş izole bir yaşam sürdüğünü akılda tutmak gerek. Ailesinin tümü Yemen’in dışında yaşıyor. Buna, yıkıcı iç savaştan kaçan eski eşi ve kızı da dahil. Ancak tutuklanma korkusu nedeniyle hiçbirini ziyaret edemiyor.

Soruşturmam sırasında konuştuğum arkadaşlarının hiçbiri, kaçmasının ardından ondan haber almamıştı.

Ancak o dönem Martine’in ölümünü okuduklarında şoke olduklarını, Faruk’un böyle bir şey yapmış olmasına inanamadıklarını söylüyorlardı.

"Yaşanan talihsiz kazadan çok pişmanım"

Şimdiyse Faruk, daha fazlasını paylaşmak istiyordu.

BBC’de çalıştığımı ve bu olayla ilgili haber yapmak istediğimi özellikle söyledim.

Şaşırtıcı bir şekilde bu onu konuşmaktan vazgeçirmedi.

Daha önceki mesajlarında bahsettiği “büyük pişmanlıklarını” açıklamasını istedim. Şöyle yanıtladı;

“1: Yaşanan talihsiz kazadan çok pişmanım. 2 Buraya, Yemen’e geldiğim için pişmanım. Kalıp bedelini ödemeliydim.”

Aynı zamanda, olayla ilgili başkalarıyla da görüşüyordum. Bunlar arasında Martine’in babası ve yakın arkadaşları da vardı. Bu da soruşturmayı, şimdiye dek üzerinde çalıştıklarımın en zoru haline getirdi. Bir yandan yaşamları Martine’in ölümüyle yıkılanlarla konuşurken, diğer yandan telefonumda Faruk’tan gelen mesajların bildirimleri çınlıyordu.

Martine’in arkadaşları Nina Brantzeg ve Cecilie Dahl, öldüğü gece onunla birlikte Maddox gece kulübündeydi. Cecilie Faruk’u önceden tanıyordu ve arkadaş olduklarını söyledi. Ancak o gece farklı göründüğünü anlattı. Martine ile birlikte fotoğraflarını çektiklerinde sinirlenmişti, ancak Martine farklı bir durum olduğundan habersizmiş gibi görünüyordu.

Martine’in arkadaşlarından bir diğeri Thale Lassen, Faruk’un daha önce bir kez Martine’i öpmeye çalıştığını, Martine’in ise Faruk’a onunla ilgilenmediğini söylediğini anlattı.

Lassen, aslında Martine’in, şehrin merkezinde olduğu için sık sık Faruk’un dairesinde kaldığını belirtti.

CCTV görüntülerinde de gece kulübünden kol kola çıkıyorlardı.

Martine ertesi gün eve dönmeyince arkadaşları kayıp bildiriminde bulundu.

Ancak birileri Faruk’un Facebook hesabını sildiğini fark ettiğinde polis meseleyi ciddiye almaya başladı. Faruk’un dairesini aradılar ve kısa sürede Martine’in, apartmanın bodrumundaki yarı çıplak cesedini buldular.

Faruk bu sırada İngiltere’den kaçmıştı. Polis, Londra’dan tarifeli bir uçuşla Kahire’ye gittiğini biliyordu, ancak kaçışının ayrıntılarına sahip değillerdi.

“Sanki bir şeyler kullanmış gibiydi”

Faruk’un Londra’daki en yakın arkadaşlarından birini bulmayı başardım.

Samir (asıl adı değil) 14 Mart gününün ilk saatlerinde Faruk’un kendisini arayıp, acilen nakit paraya ihtiyacı olduğunu söylediğini belirtti.

Hemen Kahire’ye gitmesi gerektiğini ve kredi kartlarının çalışmadığını anlattı. Samir, para çekmek için dışarı çıktığında, Faruk’un evindeki kanepede uyuyakaldığını ve yüzüne buz gibi soğuk su döktükten sonra uyandırabileceğini söyledi.

Samir, “Sanki bir şeyler kullanmış gibiydi” dedi.

Faruk’un Kahire’ye giden ilk uçağa bilet aldığını belirtti.

Bundan sonraysa babasının oğlunu, Faruk’un daha önce hiç yaşamadığı, ancak iade edilmesinin mümkün olmadığı bir yere, Yemen’e götürdüğünü biliyoruz.

Bu konuyu, Faruk’un babasının arkadaşlarından biriyle, Ürdünlü iş insanı Abdülhey El Mejali ile de konuştum.

El Mejali, “Oğlu İngiltere’ye gidip mahkemede kendisini savunmak istiyordu. Ancak babası, Yemen’de kalmasını istedi” dedi.

O dönem olayı soruşturan polis ekibinin başındaki Jessica Wadsworth, Faruk’un kaçtığını fark ettiklerinde çok üzüldüğünü söylüyor.

“Tabii şansı kaçırdığımız için üzüldük. Başladıktan üç, dört gün sonra zanlının ele geçirilemeyeceğini anladığınız bir cinayet soruşturması hiç yürütmemiştim.”

"Yasal açıdan bitik durumdayım"

Polis, Martine’in ailesinin Norveç’ten gelen uçağı iner inmez onlarla buluştu.

Babası Odd Petter Magnussen yaşadığı yıkımı bana, “Bir ebeveyn olarak hayatımın en zor anıydı. Neredeyse fiziksel olarak parçalanmış gibi hissettim” diye anlattı.

Aradığı adaleti bulamayan Odd Petter, 2010’da Kraliçe Elizabeth’e bir mektup yazdı ve Kraliçe mektubu, dönemin Londra Belediye Başkanı Boris Johson’a iletti.

Petter, birkaç kez İngiliz hükümetinden olayı çözme taahhüdü aldı. Son 12 yıldır düzenli olarak Petter ile görüştüm ve hep kızının başına neler geldiğine dair soruların yanıtlarını bulma sözü verdim.

Ve şimdi nihayet, Faruk’un o gece neler yaşandığına dair ifadelerini duyma fırsatım vardı. Yazışmaya başlamamızın birinci ayında, gerçekten neler yaşandığını sormaya başladım.

N: "Bana neler olduğunu anlatmak ister misin?"

F: "Ne oldu bilmiyorum, her şey bulanık.”

F: "Bazen bir şeyler hatırlıyorum.”

F: "Belli bir kadın parfümü kokusu alırsam, rahatsız hissediyorum.”

Sonunda Faruk ile telefonla da konuştum. İngiltere’ye gelip, Martine’in ölümüyle yüzleşip yüzleşmeyeceğini sordum.

“Adaletin yerini bulacağını düşünmüyorum” dedi.

“İngiltere’deki adli sistemi çok taraflı buluyorum. Bir Arap ve zengin birinin oğlu olduğumdan beni ibret olsun diye cezalandırmak isteyecekler. Bunun için çok geç artık.”

Faruk ile yüz yüze konuşabilmek için Yemen’e uçtum. Ama oraya vardığımda, bana sadece kendi evinde buluşabileceğimizi söyledi. Bu riski almaya hazır değildim.

Martine’in babasının çaresizce neler olduğunu bilmek istediğini söyledim.

Bir telefon konuşmamızda, “Bir erkek, bir insan, ahlaklı biri olarak birinin bunu yapması gerektiğini düşünüyorum” dedi.

Ancak hemen ardından, “Bazı şeylerin söylenmemiş olması daha iyi. Gerçek şu ki, neler olduğunu hatırlamıyorsam, gerçekten söyleyecek bir şey yok” diye de ekledi.

Londra’ya döndüğümde, yine gerçeği bulmaya çalıştım ve daima neler olduğunu öğrenmek istediğimi söyledim.

Sonra yanıt verdi: “Sadece bir kazaydı. Menfur bir durum yok. Sadece bir seks kazası.”

Daha sonra, “Kimse bilmiyor, çünkü ben de neler olduğunu pek hatırlayamıyorum” dedi.

“Niye?” diye sorduğumda ise tek kelimeyle yanıtladı: “Kokain.”

Ona burada bir avukatla görüşüp görüşmediğini sordum. Görüştüğünü söyledi.

“İnan bana, yasal açıdan bitik durumdayım. Çünkü ülkeden kaçtım ve cesedin yeri değişti.”

Niye cesedin yerini değiştirdiğini sorunca da, “Hatırlamıyorum” dedi.

Teslim olmayı düşünüp düşünmediğini sorunca ise, avukatlarının teslim olmamasını tavsiye ettiğini, çünkü “en ağır cezayı” alacağını söylediklerini belirtti.

"Çok geç Nawal.”

Görüşmelerimizde birçok kez, kayıt altında bir söyleşi yapıp yapamayacağımızı sordum ama reddetti.

Martine’in babasına Faruk ile görüşmelerimizi aktarma zamanı gelmişti.

Odd Petter için telefon görüşmelerini dinlemek çok zordu. Kızını öldürdüğünden şüphelenilen adamın sesini ilk kez duyuyordu.

"Ailemizle empati kurmadığı çok net. Herhangi bir pişmanlık belirtisi de yok” dedi.

Ancak Faruk ile yeni bir iletişim kanalı olmasının, gelişme kaydedileceği umudu verdiğini belirtti:

"Uzun vadede bir çözüm olabileceği konusunda iyimserim. Çünkü onunla konuşabiliyoruz. Bu vakada çözüm olacağı konusunda her zamankinden daha inançlıyım. Bunun benim ahlaki koşullarımda olmasını umuyorum.”

Faruk’a ne söylemek istediğini sordum:

“İngiltere’ye dön. Martine’e ne olduğunu anlat. Bunu sadece Martine değil, ailemiz de hak ediyor.

"Burada yapılacak tek doğru şey, hem bizim hem de senin için konunun açıklığa kavuşturulması.”