Yeni Asya Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Kazım Güleçyüz, "AKP baştan beri cemaatlerin kendilerine mesafeli duruşunu bir yere yazmış, affetmiyor. ‘Bize destek vermedikleri için İslam’ın iktidarını yıllarca geciktirdiler’ yaklaşımıyla bakıyorlar" dedi. "Türkiye’deki bütün cemaatlere operasyon yapmaya hazır güçlerin bulunduğunu" söyleyen Güleçyüz, bu operasyonların derin devlet işi olduğunu ifade etti. "AKP’nin son süreçte dine ve dindarlara zarar verdiğini kaydeden" Güleçyüz, "dindarların AK Parti tarafından hipnotize edildiğini" belirtiyor.
"2010’da yapılan Anayasa Referandumu’na ‘Evet’ diyenler, AK Parti tarafından net bir şekilde kandırıldı" diyen Güleçyüz gerekçesini ise şu sözlerle açıklıyor:
"O zaman ‘Üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü olacak’ deniyordu. Biz de eleştirdiğimiz maddelere rağmen, yargıdaki Kemalist yapının kırılması için ‘Evet’ tercihinde bulunduk. Ama gelinen noktada, halkın yüzde 58 ile evet dediği düzenlemeler, son dönemde Meclis kararıyla tamamen tersine çevrildi. Şimdi bir anlamda eskiye dönüldü. Halk açık şekilde aldatıldı."
Güleçyüz, "17 Aralık sonrası, merkezini Bediüzzaman Said Nursi'nin mimarı olduğu Nurculuk felsefesine oturtan bazı cemaatlerin AKP'ye destek verdiğini, ancak son dönemde bu cemaatlerden önde gelen isimlerin, AKP tarafından aldatıldıklarını yeni yeni anlamaya başladıklarını" söyledi.
Bugün'den Hüseyin Keleş'in sorularını yanıtlayan(16 Kasım 2014) Güleçyüz'ün açıklamalarından satırbaşları şöyle:
17 Aralık yolsuzluk süreciyle birlikte AK Parti’de Hizmet Hareketi’ne yönelik birtakım tasfiye girişimleri başladı. Bunun kaynağında ne vardı?
17 Aralık sürecinden ziyade 2004 MGK süreci demek daha doğru olur. Çünkü yaşanan gelişmelere tek tek bakıldığı zaman Ağustos 2004 kararlarının uygulanması söz konusu. Madde madde, dershanelerin kapatılması, bir bankanın hedef alınması, Cemaat’le bağlantılı olduğunu iddia ettikleri polislerin ve yargı görevlilerinin tasfiyeye tabi tutulması, Kimse Yok Mu Derneği’nin hedef alınması ve bu çerçevede diğer birtakım adımların da hayata geçirilmesi... 2004 MGK kararlarının hayata geçirilmesiyle beraber, Hizmet Hareketi’yle başlayan ama zaman içerisinde diğer cemaatleri de içeri alacağından endişe edilen bir sürece girildi.
Ama iktidar yetkilileri ‘Biz hiçbir zaman bu kararları uygulamadık’ dedi?
Ne dediler: ‘O şartlarda kararı imzalamak zorundaydık. Çünkü iktidarımıza karşı darbe hazırlıkları vardı. Askeri vesayet çok güçlüydü. Kâğıt üzerinde kalmak şartıyla imzaladık, 10 yıl boyunca da uygulamadık.’ Ama gelinen noktaya da baktığınızda hükümet cenahından hiç kimse artık bunları söylemiyor.
Peki, bu durum AK Parti’de bir değişim olduğunu ortaya koyar mı?
Bunlar aslında iktidarın demokrat olup olmadığına ışık tutan, çok somut verileri önümüze koyuyor. Eğer demokrat bir iktidarsa bunları neden yapıyor? Kırmızı Kitap’la, MGK kararlarını arkasına alarak bir camianın topyekün tasfiye edilmesine neden tevessül ediyor? Demokrat bir iktidar, eğer bir ‘paralel yapı’ tehdidi varsa, Meclis’e getirir ve diğer partilerle tartışır. İktidar partisi milletvekilleri arasında dahi bu konunun demokratik bir anlayışla tartışıldığına dair bir bilgi yok. Bu toplantılarda (2004 MGK) kendi arzu ettikleri şekilde şekillendirdiler, biçimlendirdiler ve birer birer uygulamaya koyuyorlar. Gizli belgeler ve bunlara dayalı operasyonlar demokratlık iddiasıyla çelişiyor. İktidar, Kırmızı Kitap için ‘Bu belge gizlidir açıklayamayız’ diyor. 2005’te yine irticanın birinci tehdit olarak görülmeye devam ettiği yönünde bilgiler medyada yer almıştı. Hükümet işin bu tarafıyla hiç ilgilenmedi. ‘Bunu kim sızdırdı’nın peşine düştüler. Sadece bu olay bile bu iktidarın hakikaten demokrat olup-olmadığı tartışmasına ışık tutuyor.
Gizli denilen Kırmızı Kitap Ergenekon sanıklarının evinde bulunmuştu?
Evet, orada da çok çarpık şeylerle karşılaşıyoruz. Yakın zamana kadar Ergenekon ve Balyoz davaları için iktidar sözcüleri, Erdoğan başta olmak üzere ‘ilk defa sivil bir iktidar darbeler ve çetelerle bu kadar mücadele ediyor’ dedi. Ama 17 Aralık’tan sonra her şey birden değişti. Bunların tümü haklarında kesinleşmiş mahkumiyet kararları olmasına rağmen bırakıldı. Ve bunların gizli olduğunu söylediği, kamuoyuna hiçbir şekilde sızdırılmayan, çok yetkili konumda olanların bile göremediği bir belge, Ergenekon sanıklarının evlerinde çıktı. O zaman bu gizli denilen belgenin Ergenekon ve Balyoz süreçleriyle bağlantısı karşımıza çıkıyor.
Diğer cemaatlerin tutumu nasıl? Mesela Nur Cemaati’nden bazı üst düzey isimler AKP’ye destek veriyor?
Üstad’ın talebesi olan ağabeylerin bir hassasiyeti var. Risale-i Nurlar’ın sadeleştirmesine ciddi itirazları var. Zamanında bununla ilgili sağlıklı diyaloglar kurulamamış. Bu itiraz ve tepki iktidar tarafından kullanılıyor. Dediler ki, biz sadeleştirmeyi önlemek için bunları yapıyoruz. Ama hâlâ bir gelişme yok.
Tayyip Erdoğan, Risale-i Nur külliyatından İşaratül İcaz’ı meydanlarda havaya kaldırmıştı? Amaç bu sadeleştirme hassasiyetini kullanmak mıydı?
Bu da siyasetin samimiyetsizliğidir. Seçimden önce böyle yaptı. Ama seçimden sonra bandrol engeliyle karşılaştık. Yani seçim malzemesi yapıldı. Bugün bu daha iyi anlaşılıyor. Diyanet’in bastığı İşaratül İcaz da hâlâ piyasada yok.
Bunlara rağmen bazı talebelerin desteğinin hâlâ devam etmesi normal mi?
Bize gelen bazı özel bilgiler var. Onlarda da biraz rahatsızlık var. ‘Galiba biz aldatıldık’ özeleştirisi başlamış durumda. İktidara angaje olmuş, Erdoğan tarafından misafir edilmiş, birlikte fotoğraf verilmiş… Bunlar psikolojik etki de meydana getiriyor. Hipnotize çerçevesinde de değerlendirilebilir.
Talebelerin, “Bunlar dindar insanlardır” diye bir hüsn-ü zanları var. O zaman kusurları görmüyorlar. Bunun neticesinde böyle bir tabloyla karşılaşıyoruz. Ama yavaş yavaş acı gerçekler talebeler tarafından da görülmeye başlandı. Gelinen noktada işin renginin değiştiği ortada. Mesela biz sadeleştirme olmaksızın risale basımı yaptık ama onlara da bandrol vermediler. Bu da samimiyetsizliğin çarpıcı bir örneği.
Nur Cemaati’nin evlerine yurtdışında baskınlar oldu?
Özellikle Azerbaycan’daki hadise tipik bir örnek. Erdoğan, nisan ayında Azerbaycan’a gittiğinde bir liste veriyor. Kısa bir zaman sonra Nur talebelerinin evlerine baskın yapılıyor. Bu aslında Türkiye’de olabilecekler açısından da örnek olarak görülmeli. Yani iş bu mecraya girerse ki girdi, ayırt edilmiyor. Şu cemaat bu cemaat ayırımı yapmadan operasyon yapmaya hazır güçler var. Ergenekon ve Balyoz tahliyeleriyle beraber taze bir güç devşirerek kaldıkları yerden yola devam ediyorlar.
Dindarlar AK Parti tarafından hipnotize mi ediliyor?
Evet, böyle bir kesim var. Bugünün belki de en büyük sıkıntılarından birisi bu.
Bu yüzden mi AK Parti her şeye rağmen önemli bir oy alıyor?
Dini hassasiyetlerle oy kullananların epeyce kısmının bu durumda olduğunu söylemek mümkün. Bunun dışında, ekonomik gerekçelerle de oy veriyor.
Peki böyle bir hipnotize durum varsa, bütün dindarlar tehlikede olmuyor mu?
Elbette. Bugün Hizmet Hareketi’ne yapılan şeyler, zaman içerisinde başka cemaatlere de kaydırılırsa, yavaş yavaş da işaretleri var; iş işten geçmiş olacak.
AK Parti neden cemaatlerle uğraşıyor?
Siyasal İslam’ın cemaatlerle yıldızı barışmıyor. Sebebi de net. Çünkü cemaatler böyle bir siyasi projeye destek vermediler. Bazı tarikatları bunun dışında tutuyorum. Ta ki, AK Parti’ye kadar. AK Parti’nin en önemli özelliklerinden birisi, bu duruşu çok ciddi manada yumuşatmış olması. Buna rağmen baştan beri cemaatlerin kendilerine mesafeli duruşunu bir yere yazmışlar, affetmiyorlar. ‘Bize destek vermedikleri için İslam’ın iktidarını yıllarca geciktirdiler’ yaklaşımıyla bakıyorlar.
Peki bu bağlamda Türkiye’yi ileride bekleyen ne gibi tehlikeler var?
Ön görmek zor ama hukukun askıya alındığı, hatta bununla ilgili fetvalar verilen bir dönemdeyiz. Mesela ‘Bu bir İstiklal savaşıdır’ şeklinde beyanlar duyduk. Böyle olunca hukuku askıya almayı göze alan, burada herhangi bir beis görmeyen bir anlayış, Türkiye’yi her türlü hukuksuzluğa sürükleyebilir. Kimsenin rahat olmaması ve teyakkuz halinde olması lazım
.
Fetva derken, mesela Hayrettin Karaman’ı mı kast ediyorsunuz?
Başka isimlerden de buna benzer şeyler duyduk. Bu da üzülecek bir şey. Bu tip örnekler, dinin bu tarz siyasi hesaplarla ne şekillere sokulabildiğini, fetva argümanının nasıl yanlış kullanılabildiğini gösteriyor. İhalelerden komisyon gibi şeylere fetva ile dini kılıflar bulunması çok veballi bir şey. Bu, dini çok iyi bilmeyen ve bu yüzden uzak duran insanları da dinden daha da soğutacak bir durum.
O zaman bu süreçte, AK Parti’nin dine ve dindarlara zarar verdiği sonucu ortaya çıkarır mı?
Muhakkak. Dindarları dünyevileştirmek, insanları haram helal hassasiyetinden uzaklaştırmak, haksız kazancı meşru gösteren anlayışa alıştırmak… Bunlar günümüzde çokça karşılaştığımız örnekler. İhale sistemi, özellikle bu dönemde iktidar taraftarlarını kısa zamanda çok zenginleştiren mekanizma olarak işliyor. Dolayısıyla bu mekanizma dindarları yozlaştırıyor, dindar olmayanları da dinden uzaklaştırıyor.
2010’da yapılan Anayasa Referandumu’nun AK Parti’nin değişiminde önemli bir dönemeç olduğu söyleniyor. ‘Evet’ diyenler kandırıldı mı?
‘Evet’ diyenler, AK Parti tarafından net bir şekilde kandırıldı. O zaman ‘Üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü olacak’ deniyordu. Biz de eleştirdiğimiz maddelere rağmen, yargıdaki Kemalist yapının kırılması için ‘Evet’ tercihinde bulunduk. Ama gelinen noktada, halkın yüzde 58 ile evet dediği düzenlemeler, son dönemde Meclis kararıyla tamamen tersine çevrildi. Şimdi bir anlamda eskiye dönüldü. Halk açık şekilde aldatıldı.
AK Parti’deki ilk belirgin değişim kıvılcımı dershanelerle ilgili olmuştu. Burada hedeflenen neydi?
Dershanelerin kapatılması olayı aslında Tevhid-i Tedrisat merkezli bir operasyon. Nedir Tevhid-i Tedrisat? Bütün eğitim faaliyetlerini devletin tekelinde yürütmek. Bu çerçevede bu düzeni tahkim etme amaçlı bir operasyondur.
Ama gelinen noktada AK Parti hâlâ önemli bir oy potansiyeline sahip?
Aslında iktidar yanlısı medya ile bu kadar etkili bir şekilde beyinler yıkanmasa, insanlar hipnotize edilmese, gerçekler saptırılmasa uyanış daha erken başlar ama şu anda böyle bir sıkıntı var. AK Parti geçmişte hiçbir iktidar partisinde olmayan medya gücüne sahip. Bu medyayı takip eden çok geniş bir kitlenin, güvendiği ve sempati duyduğu insanlara sorgulamadan inanma ve kabul etme refleksi var. Bunun tespitini Bediüzzaman şöyle yapmış: ‘Safdil dindarlar.’
Bu derin devlet operasyonu mu?
Muhakkak. Aslında işin görülmesi gereken tarafı budur. Şu anki iktidar tamamen böyle bir konuma kendisini oturtmuş durumda. İktidar, kendisini hedef alan derin devletle bu sefer ittifaka girerek böyle bir yola girmiş durumda.
AK Parti şu anda Ergenekon ve Balyoz sanıklarını mı referans alıyor?
Şu anda referans aldığı şeyler değişmiş durumda. Çok ciddi eksen kayması oldu. Düne kadar ‘demokrasiyi darbecilere ve çetelere karşı koruyoruz’ diyorlardı. Ama şimdi da darbeci dedikleri insanlarla ittifak halinde yeni bir düşman icat ederek birlikte operasyon yürütüyor. Operasyonun amacı da demokrasiden ziyade kendi iktidarını pekiştirme ve statükoyla bütünleşme çabasıdır.