Türye'nin yaşadığı bunalımları, atlattığı krizleri, içerideki dönüşümü, bölgesinde ve küresel ölçekte yürüttüğü açılım çabalarını sadece Türkiye'ye özgü dinamiklerle, verilerle açıklamaya çalışmak büyük eksiklik olacaktır. Türkiye merkez güçtür, artık küresel iktidar alanının ağırlıklı ülkelerinden biridir, çok derin bir değişim geçirmekte ve hareket alanını genişletmekte, hızla daha da güçlenmektedir. İşte bu durum çok ciddi çatışmalar doğuruyor. Güç kaymalarıoluşturuyor, bir çok ülkenin hareket alanını daraltıyor, merkez ülkeler arası gerilimlere yol açıyor. Çünkü yeni bir aktör, yeni bir çekim merkezi, yakın coğrafyasına rol-model olacak yeni bir güç baskın bir şekilde öne çıkıyor.
Ülkemize yönelik baskılar, çokuluslu müdahaleler, darbe girişimleri, örtülü istihbarat operasyonları, ekonomik bunalım hesapları onu sınırlama, durdurma, yeniden bir eksene hapsetmeamacı taşımaktadır. Bu artık kesinleşmiştir, tanımlanmıştır. Bir ülkenin uyanışı, yükselişi, yıldızlaşması, geleceğin dünyasında merkezi pozisyon kapması, bu amaçla gerektiğinde meydan okuması bazılarını ürkütüyor, endişeye sevkediyor. Bundan sonra mesele Türkiye'nin yönetilmesi, denetim altına alınması değil, durdurulması, hiç değilse yavaşlatılmasıdır. Çünkü artık o vesayet dönemi ebediyyen kapanmıştır, bu ülkeyi yeniden kontrol altına alıp yönetme hesapları tarihe karışmıştır. Bırakın belli bir ülkeyi Türkiye artık belli bir eksene mahkum olmayacak kadar, bir ittifak halkasının kontrolüne sığmayacak kadar hareketli, kendini bilen, yolunu çizmiş bir ülkedir.
Bu tarihi mücadele, çıkış, yükseliş döneminde içerideki direnç odakları tamamen dışarıdan beslenmektedir. Türkiye'yi durdurmaya çalışanlar, içeride kontrol ettikleri iktidar alanlarını, çevrelerini harekete geçirmiş, Türkiye'yi durdurma mücadelesinde sahaya sürmüştür. Bu direnç merkezleri bazen terör örgütleri bazen sermaye grupları bazen siyasi partiler, medya ve toplumsal kanaate etkileşen kişiler ve çevreler olabilmiştir. 15 Temmuz'da en çok umut bağladıkları, en büyük yatırımı yaptıkları, başarısından emin oldukları en güçlü silahları FETÖ'yü devreye sokmuşlar, FETÖ ve diğer terör örgütleri arasındaki geçişkenliği yönetmişler, onlara tek merkezden ihaleler dağıtmışlar, çok kanlı bir senaryo uygulamışlardır. Türkiye'nin yüz yıl sonraki ilk uyanışına karşı en ağır saldırı budur.
Muhtemelen bir daha bu boyutta bir saldırı mümkün olmayacaktır, bunu yapamayacaklardır. Çünkü içeride kontrol ettikleri iktidar alanları hırpalanmış, zayıflatılmış, o tehdit siyasi akıl tarafından tanımlanmıştır. Belki umutlarını hala devam ettiriyorlar ama 15 Temmuz gibi en büyük umutları toprağa gömülmüş, elleri zayıflamıştır. Bunlar olurken, son dört yıldaki müdahaleler Türkiye'nin dayanma gücünü artırmış, toplumsal bilinci güçlendirmiş, milletimiz bu tarih yürüyüşünü sahiplenmiştir. Öyleyse bundan sonra daha fazla yakın coğrafyaya, dışarıya bakmak gerekiyor. Mücadeleyi daha fazla dışarıya yönlendirmek gerekiyor. Çünkü dünyada yeni bir uluslararası ilişkiler ağı şekilleniyor. Soğuk Savaş sonrası başlayan ama sadece belirsizliğe sürüklenen bu ilişkilerde radikal, keskin dönüşler başladı. İklim sertleşti, ülkeler ve güçler pozisyonlarını ve hesaplarını açık etti, örtülü gerilimler açık mücadelelere dönüştü, kaynaklar üzerindeki hesaplaşma küresel krizlere yol açacak ölçüde tehlikeli bir hale geldi.
Sadece Türkiye değil, hemen bütün ülkeler, yeni uluslararası ilişkiler ağındaki belirsizliği aşmanın, kendi pozisyonunu netleştirmenin, güvenlik ve gelecek güvencesi oluşturmanın mücadelesini veriyor. Rusya öyle, Avrupa Birliği ülkeleri öyle, Çin öyle, önemli Asyaülkeleri öyle. Belirsizlik ABD'nin bakışından, tutumundan, merkez ve orta ölçekli ülkelere güven vermeyen yaklaşımından kaynaklanıyor. Tek kutuplu ABD dünyası tezi çoktan iflas etti ama ABD siyasi aklı bunu kabullenmemek için ısrar ediyor, iddialarını başka başka söylem ve formatlarla yenilemeye çalışıyor. Oysa Soğuk Savaş sonrasının dünyası yok artık. ABD ve müttefiklerinin belirlediği güç haritası tersine işliyor. Tehdit gördüğü ülkeler ve bölgeler yükselirken, yakın çevresi zayıflıyor. Artık Çin'i Japonya ve Güney Kore ile sınırlamaimkanı kalmadı. Rusya'yı tehditle sindirme imkanı kalmadı. ABD ve Avrupa söylemlerine ve tezlerine güven kalmadı. Geriye sert söylemler, uygulamalar, ekonomik çatışmayı hatta genel anlamda çatışmaları göze alma dışında seçenek de kalmadı. İşte bu yüzden iklim sertleşti, bu yüzden merkez güçler arasındaki gerilim alanları genişledi, fay hatları hareketlendi. Dünyayı bekleyen tehlike budur. Bir an önce, iklimi yumuşatacak adımlar atılmalı, her ülke bu anlamda üzerine düşeni yerine getirmeli.
Türkiye bunları okuyor. Bu büyük değişim ve güç kaymasının tam ortasında kendini yeniden kuruyor. Yeni bir Türkiye inşa ediyor, iç güvenliğini sağlama alıyor, ekonomisini ayakta tutmak için Afrika'dan Uzak Asya'ya kadar her ülke ile yakınlaşmaya, yeni pazarlar açmaya, ortaklıklar kurmaya çalışıyor. Ağır saldırılar altında kalsa da Türkiye mücadeleye erken başladığı için şanslı. Bir çok ülkenin, üzerindeki örtü kaldırılınca, büyüsünün bozulacağını, hiç de göründüğü gibi olmadığını farkedeceğiz. İşte o zaman Türkiye'nin adımlarının sağlamlığını daha iyi kavrayacağız. Bu yüzden, Türkiye'nin büyük yürüyüşünü anlamayan, engellemeye çalışan, dar iktidar hesaplarıyla hareket eden içerideki siyasi çevrelerin tamamı tarih dışına itilecektir. Başarısız olacaklar, etkilerini kaybedecekler, toplumsal tabanları hızla eriyecektir.
Sistemik dönüşümün en önemli safhalarından referandumun karşısında yer alan her siyasi çevrenin kaybedeceği, tükeneceği ortadadır. Türkiye dışında iktidar arayışlarına girenler de aynı şekilde kaybedecektir. Referandum oylaması hasarsız atlatılacak elbette ama herkes yapıp ettiklerinden, durduğu yerden, aldığı pozisyondan sorumlu olacaktır. Referanduma hayır diyenler FETÖ ile, PKK ile, ülkeyi hedef alan çokuluslu müdahaleler ile aynı safta yerini almış olacaklardır. Bunları yazarken, referandum sonucundan hiçbir şüphe duymadığımı da not etmeliyim.
Bu ortamda dikkatimizi yöneltmemiz gereken bir konu daha var. Türkiye, Rusya ve İran'ın Suriye'de ateşkes kararı çok önemlidir ve ayakta kalmalıdır. Bunu bozacak her girişim, sadece Suriye'ye değil, Türkiye'ye de operasyon çekme anlamına gelebilir. Burada tehlike, yeni ABD yönetiminin tavrı olacaktır. Trump'ın “Güvenli Bölge” talimatı, sanıldığı gibi Türkiye'nin onları bir türlü razı edemediği güvenli bölge planıyla aynı olmayabilir.
Barack Obama'nın bu tezi reddedip Suriye'yi çıkmaza sürüklemesinden sonra Trump'ın gelir gelmez böyle bir talimat vermesi, Güvenli Bölge değil “Terör Koridoru” planıyla alakalı olabilir. PKK/PYD'yi müttefiki Türkiye'ye karşı ortak ilan eden ancak bu örgüt üzerinden terör koridorunu oluşturamayan ABD, aynı harita planını Güvenli Bölge adı altında formatlamış olabilir. Sadece bir tehlikeye dikkat çekmeye çalışıyorum. Ateşkes devam etmeli, Suriye meselesi çözülmeli, Türkiye-Rusya-İran inisiyatifi ayakta kalmalı. ABD'nin bütün bunları yıkarak savaşı yeniden başlatması, Türkiye'nin kuşatılmasıyla sonuçlanacaktır. Ülkemizin, devlet aklının, siyasi öncülerimizin bu tehlikenin farkında olduklarına inanıyorum.