2007 yılında Yeni Şafak'ın Genel Yayın Yönetmeni olan Yusuf Ziya Cömert, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylık sürecine ilişkin olarak, "Vesayete boyun eğmek, Gül'ü seçmenin sebep olabileceği sorunların hepsinden daha kötüydü. Biz, Yeni Şafak'ta hadiseye böyle bakıyorduk. Yayınımızı da böyle yaptık. Bunlar doğru, ama, benim daha sonra anladığım bir şey var. Biz, Gül'ün alternatifinin Vecdi Gönül olduğunu düşünüyorduk. Yanılmışız" dedi.
Cömert, "Eğer o günlerde Gül adaylığını açıklamasaydı, Erdoğan kendisi Cumhurbaşkanlığına aday olacaktı" ifadesini kullandı.
Cömert'in Yeni Şafak'ta "Gül değil Erdoğan aday olacaktı" başlığıyla yayımlanan (24 Haziran 2015) yazısı şöyle:
Makyaj. Fransızca maquillage. Tek kadınlar değil, hepimiz yapıyoruz. Uykudan uyanınca, medeni bir insan şekline girmek için bir müddet kendimizle meşgul oluyoruz. Nedir makyaj? Telafi. Eksik tarafını tamamlamak, fazla tarafını tesviye etmek. Yüzün rengi kaçıksa renk vermek, pürüzlüyse bir şeyle sıvamak falan. Biz gazeteciler, kendi mesleğimizde de kullanırız bu yöntemi. Bir olayı 'haber' kılığına sokmak, bir efor gerektirir. Gazetecilik, biraz da bu sebeple meslektir. Hatırat yazarken de 'makyaj' yaparız. Bazı şeyleri anlatırız, bazı şeyleri anlatmayız. Bazı şeyleri, bir şekle sokarak anlatırız. Ahmet Sever de, böyle yapmış doğal olarak. Kitabını okudum. 40-50 sayfa kaldı, yazıyı yazmam lazım diye durdum, bu akşam veya yarın bitiririm. Hani, resim çekilirsiniz, sonra çıkan resme bakarsınız. 'Güzel çıkmış' dersiniz. Hatırat da, 'güzel çıkmış.' Hem Abdullah Bey güzel, hem Ahmet Sever güzel. Çok kimse yazdı. Ben, fikrimi hülasa edip, dikkatimi çeken başka noktalara geçmek istiyorum. Hülasa şu: Sever, AK Parti iktidarının bütün faziletli, müspet vasıflarını Abdullah Bey'in bir kaç aylık Başbakanlık dönemine sıkıştırmakta aşırı gitmiş. Tabii ki, Gül'ün AK Parti hikayesine katkısı çok büyüktür. Fakat, başkaları da vardı. Buna şahidiz. (Şuna da şahidiz ki, kimsenin katkısı, o günlerde, Erdoğan'ın harekete kattığı 'enerji'yle mukayese edilemez.) Abdullah Bey'in, 2007 seçimi sonrasında kendi Cumhurbaşkanı adaylığını ilan etmesi, Sever'in anılarında önemli bir yer işgal ediyor. Bence de, Gül, o basın toplantısını yapmasaydı aday gösterilmeyebilirdi. Fakat o döneme ait bir yanılsama var. Düzeltilmesi lazım. Bence de, o günlerde, düşük profil bir Cumhurbaşkanı adayını tercih etmek vesayete boyun eğmek anlamına gelirdi. Vecdi Gönül, Nimet Çubukçu, Burhan Kuzu gibi isimler sayılıyordu. Bir görüşe göre, Gül'ü tercih edersek, başımıza iş alırdık. Asker kabul etmezdi, falan filan. Hayır, vesayete boyun eğmek, Gül'ü seçmenin sebep olabileceği sorunların hepsinden daha kötüydü. Biz, Yeni Şafak'ta hadiseye böyle bakıyorduk. Yayınımızı da böyle yaptık. Bunlar doğru, ama, benim daha sonra anladığım bir şey var. Biz, Gül'ün alternatifinin Vecdi Gönül olduğunu düşünüyorduk. Yanılmışız. Doğrusu şu: Eğer o günlerde Gül adaylığını açıklamasaydı, Erdoğan kendisi Cumhurbaşkanlığına aday olacaktı. Muhalefet, o günlerde Erdoğan'ın aday olacağını düşünüyor, ona göre pozisyon alıyordu. Erdoğan, Gül'ün adını açıklayarak ezber bozdu. Fakat, seçimden sonra durum değişti. AK Parti'nin oyu yüzde 47'ydi. Erdoğan, geri adım mı atacaktı? Hayır. Erdoğan, geri değil, ileri adım atacaktı. Kendisi aday olacaktı. Bu açıdan, Sever'in anlattığı basın toplantısı, önemli bir manevraydı. Hatıratta gördüğüm bir başka şey: Hayrunnisa Hanım. Ben, Sever'in kitabını okumadan önce, bilmiyordum, Hayrunnisa Hanım'ın, generallerin başörtüsü takıntısının üstüne üstüne yürüdüğünü. Şimdi öğrendim. Tebrik ediyorum. Kitapta, Twitter'ı özellikle aradım. Buldum. Ahmet'in yazdığına bakılırsa, Abdullah Bey de, Twitter'ı, gökyüzü gibi, havadaki oksijen gibi, bir 'nimet' olarak görmüş. Twitter'a erişimin engellenmesini, insani bir hakkın engellemesi saymış. Halbuki, bir şirkettir Twitter. Gezi hadiseleri, Sever'e göre 'masum' hadiseler. Ben, Gül'ün düşüncesinin, Sever'inkinden daha tutarlı olduğunu tahmin ediyorum. Ve 17-25 Aralık. Gül'ün bu konuda bir tavrı vardı. Fakat, bu tavır, benim ölçülerime göre, biraz daha belirgin, biraz daha hissedilir olmalıydı. Kitapta, bir iki yerde ismim geçiyor. Ahmet, Letonya'daki sohbeti anlatırken, röportajı alıntılamış. O günler, Hasan Cemal'in Milliyet'ten atıldığı günler. Ruşen Çakır soruyor: 'Hasan Cemal'in başına gelenlere ne diyorsunuz?' Gül cevap veriyor: 'Hasan Cemal'e yapılan büyük ayıptır.' Sorunun soruluşunda Ahmet'le Ruşen'in bir müşareketi olmuş mudur? Bilmiyorum. Böyle bırakırsan, bu haber manşet. Zaten, Letonya'daki sohbete katılan gazeteciler, manşetin kokusunu aldılar. Kimsede ses yok. Müdahale ediyorum. Soruyorum. Kim yaptı acaba büyük ayıp'ı? Gül, yanlış anlamayı önleyecek cevabı veriyor: 'Ben, gazetesine söylüyorum açıkçası.' Sözün ortada bırakılması, iki tarafa da yorumlanacak şekilde söylenmesi, bir Ahmet Sever yöntemi midir? Bilmiyorum. Kitapta, ilginç bulduğum bir kaç cümle daha var. Onlara bu yazıda sıra gelmedi. Vakit daraldı. Fırsat olursa ileride yazarım.