Yeni Şafak gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, Irak'ta IŞİD'in elinde bulunan Musul'un ve Suriye'de muhaliflerle rejimin çatıştığı Halep'in kuzeyinin Türkiye'ye bırakılması gerektiğini iddia etti. Karagül, "Fırat Kalkanı, sadece terör tehdidini önlemekle sınırlı olmamalıdır, olmayacaktır. Halep'in kuzeyinde, Musul ve kuzeyinde hakim olacak bir örgüt, bir yerel devlet ya da yabancı bir güç Türkiye'yi çevreleyecektir, kuşatacaktır, zamanla da vuracaktır. Bu yüzden Musul-Halep çizgisinin kuzeyi Türkiye için yeni savunma hattıdır. Maliyeti ne olursa olsun Türkiye bütün gücüyle bu hatta yer almak zorundadır. O bölgede en etkin güç Türkiye olmalıdır" diye yazdı.
İbrahim Karagül'ün Yeni Şafak gazetesinin bugünkü (24 Ekim 2016) nüshasında yayımlanan 'Musul ve Halep’in kuzeyi Türkiye’ye devredilmeli..' başlıklı yazısı şöyle:
15 Temmuz darbe ve iç savaş girişimi başarılı olsaydı, bugünSuriye ve Irak'ın kuzeyi Türkiye için ne hale gelirdi? Türkiye'nin iç savaşa sürüklendiği, Türkiye-İran kapışmasının ateşlendiği,Türkiye-Rusya krizinin çatışmaya dönüştüğü bir ortamı hayal edin. Birilerinin PKK ve PYD üzerinden Akdeniz'den İran sınırına kadar Suriye ve Irak'ın bütün kuzey bölgesini denetim altına aldığını, bu kuşağın Türkiye'yi Suriyeleştirme projesinin dışarıdan saldırı üssü haline getirildiğini hayal edin. Bir yanda İran'la çatışma diğer yanda Rusya ile çatışma, ABD ile PKK/PYD üzerinden güneyden vurulma, Gülen ve teröristleri üzerinden içeride parçalanma… “15 Temmuz bir darbe girişimi değildir” derken bunu kastediyoruz. 15 Temmuz Türkiye'yi birkaç parçaya bölme girişimiydi. Hem iç savaş yaşanacaktı hem dışarıda birkaç cepheden saldırı altında olacaktık. Bu yüzden, 15 Temmuz, Birinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Türkiye'nin yüzleştiği en tehlikeli yok etme senaryosuydu.
Bu ülkeyi sadece ABD eksenine demirlemekle sınırlı değildi amaç. Suriye-Irak haritalarıyla birlikte Türkiye'nin de haritasını değiştirme planıydı. İki yıldır “Son İstiklal Savaşı” ve “Acımasız direniş” söylemini kullanmamızın nedeni de bu gerçeklerdi. Türkiye büyüyordu, güçleniyordu, nüfuz alanı birçok merkez ülkesiyle boy ölçüşecek şekilde genişliyordu, olağanüstü bir tarihi yenilenme ivmesi yakalamıştı ve durdurulması giderek daha güç hale geliyordu.
Şok edici bir saldırı yapılmalıydı ve Türkiye birkaç cepheden birden vurulmalıydı. Ancak böyle durdurulabilirdi. Bunu yaptılar… ABD yaptı, Avrupa ülkeleri destek verdi, Gülen ve teröristleri ile PKK/PYD bu amaçla harekete geçirildi. O akşam tanklar sokaklarda durdurulmasaydı bugün Türkiye'nin her köşesi çatışma alanıydı, toplama merkezleri ve infazların dışında onlarca örgüt içeride kan akıtıyor olacaktı.
Gün geçtikçe o büyük tehdidin, planın detayları bir bir ortaya saçılıyor.Gülen'in karşısında el ovuşturanlar, ziyaretlerinden nasiplenenler, o sarmalın içine girip çıkar peşinde koşanlar, 15 Temmuz sonrası için güç hesabı yapanlar bugünlerde “en doğru yerde” durduklarını göstermek için ön saflarda yer alsalar da, ülkemizi yok olmaktan Türkiye'nin ana omurgası, o tarih yapıcı omurgakurtarmıştır.
Zemini sağlam olanlar, ayaklarını bu topraklarda sabit tutanlar, bu ülkeden başka seçenek aramayı akıllarından bile geçirmeyenler, bu ülkenin bin yıllık mirası ile kimlik bulanlar için 15 Temmuz saldırısı da, bu saldırıya ayarlı hesap yapanlar da hiç de şaşırtıcı olmadı! Çünkü tarihimiz bu tür saldırı örnekleriyle ve bu tür insan örnekleriyle doluydu.
Kalbini bu ülkeye bağlayanlar 17-25 Aralık'tan önce de, 15 Temmuz'dan önce de hep endişeliydi. Yüz yıllık hesaplaşmayaşandığını, hiçbir şeyin günübirlik olmadığını, konjonktürel gerçeklerin bize doğruyu göstermediğini biliyorlardı. Kırk yıllık terörle mücadelenin de, Irak ve Suriye'nin kuzeyinde yapılmak istenenlerin de, Anadolu'yu içine alacak şekilde bütün coğrafyaya dönük yeni bir dizayn, harita çalışması olduğunun farkındaydılar.
Bunu bilmelerine rağmen, bölgeyi talan edenlerle hiçbir zaman işbirliği yapmadılar, onları düşman gördüler, onlara asla sempati beslemediler. Tam aksine, nasıl savunma hatları oluştururuz, nasıl direniş geleneği oluştururuz, nasıl fert fert, sokak sokak, şehir şehir direniriz diye düşündüler. Çünkü savaş Türkiye'nin sınırlarına dayanmış, ülke içine servis edilmeye başlanmıştı.
Onlar son yüz yılı didik didik ediyorlar, son otuz yılda yaşanan küresel eğilimleri dikkatle izliyorlar, coğrafyamız üzerinde nasıl bir istilasenaryosu uygulandığını görüyorlar ve birkaç adım sonrasınıöngörebiliyorlardı.
Onlar 15 Temmuz'a hazırdı. Hazır oldukları için de o gece, dünya tarihinde örneği olmayan bir karşı darbe gerçekleştirdiler, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonraki en büyük işgal harekatını bir gecede tersine çevirdiler. Türkiye'nin ana omurgası, tarih yapıcı irade yeniden harekete geçmiş, ona öncülük eden siyasi irade ile kenetlenmiş, Haçlı Savaşları'ndan bu yana devam eden Batılı istilanın son saldırısını boşa çıkarmıştı.
Türkiye'nin güvencesi bu ana omurgadır. Sarsılmaz, sendelemez, zihni ve kalbiyle ülkesinde kimlik bulmuş, bin yıllık siyasi derinlikle hareket eden bu güçtür. Cumhurbaşkanı Erdoğan, işte bu gücü arkasına almış, 21. Yüzyıl Türkiyesi'nin “kurucu aklı”nışekillendirmiştir.
15 Temmuz direnişi, Rusya ile savaşı önlemiştir. 15 Temmuz'u boşa çıkarmak Türkiye-İran savaşının önüne geçmiştir. 15 Temmuz'da ayağa kalkan milletimiz, Afganistan'la başlayıp, Irak'la devam eden, şimdilerde bütün coğrafyayı savaş alanına çeviren, ülkeleri parçalayıp şehir devletleri planlayan, etnik ve mezhep savaşını sınırları aşan bir felakete dönüştürmek isteyenlerin Türkiye cephesini açmasını engellemiştir.
Savunma değil taarruz dönemi
Darbe ve iç savaş girişiminden hemen başlatılan Fırat Kalkanıoperasyonu, Türkiye içine dönen savaşı ülke dışına itmiştir. Savunma kalkanlarımızın sınırlarımızda değil, sınırlarımızın çok ötesinde kurulacağı, tehdidin bize gelmeden doğduğu yerde yok edileceği dünyaya ilan edilmiştir. Fırat Kalkanı son derece başarılı bir örnektir, bir kaç bölgede daha uygulanabilecek bir modeldir.
Büyük gürültü ve şovla başlatılan Musul operasyonu, ardından gelen Kerkük çatışmaları, DAEŞ ve PKK/PYD üzerinden sahnelenen yeni oyunlar açık bir şekilde Türkiye'yi hedef almaktadır, Türkiye'yi bölgeden tamamen uzaklaştırmaya dönüktür. Bu çerçevede PKK/PYD ile DAEŞ'in her hareketi kurgudur, Akdeniz kıyısından İran sınırına kadar Türkiye karşıtı bir cephe inşasının zeminini hazırlamak içindir. Ancak 15 Temmuz sonrası büyük dönüşüm, yeni savunma konsepti, savunma yerine taarruza yönelik eğilim, Türkiye'nin o bölgelerden uzak tutulması planını boşa çıkaracaktır.
Kim ne derse desin, Suriye'nin kuzeyi ile Irak'ın kuzeyi bugün yeryüzünün en kırılgan bölgesidir. Basra Körfezi ve İran'ı Akdeniz'de buluşturacak, Kuzey Irak-Akdeniz koridorunu açacak bir plan vardır ve bu plan, coğrafyayı kimsenin öngöremediğiölçüde tahrip edecektir. Söz konusu planın Irak'ın işgalinden çok daha büyük bir senaryo olduğuna inanıyorum. Belki yeni devletçikler, bu plan sonrası ortaya çıkarılacak, harita taslakları bu plan sonrası gerçeğe dönüşecektir.
Bu koridor, kuşak üzerindeki çokuluslu güç mücadelesi tam anlamıyla bir dünya savaşını andırmaktadır. Doğu Akdeniz, dünyanın en gergin bölgesi haline gelmiş, her an kıyameti koparacakve bütün bölgeyi saracak bir yangının başlaması endişesi ortaya çıkmıştır. Küresel hesaplaşma hiç bu ölçekte tehlikeli hale gelmemişti.
Bu aşamadan sonra iki ülkenin de kuzeyinde haritaların değişmesi kaçınılmaz gibi görünmektedir. Bu aşamadan sonra ne Suriye Halep'e ne de Irak Musul'a hakim olabilecektir. Bu iki şehir çokuluslu hesaplaşmanın merkezlerine dönüşecektir. Bu rolleriyle bölgedeki bazı devletlerden bile etkili bir konum almış olacaklardır.
Türkiye'nin, kendi sınırlarını değiştirmeyi amaçlayan 15 Temmuz saldırısını savuşturduktan sonra Fırat Kalkanı'nı başlatması, sadece terör tehdidini önlemekle sınırlı olmamalıdır, olmayacaktır. Halep'in kuzeyinde, Musul ve kuzeyinde hakim olacak bir örgüt, bir yerel devlet ya da yabancı bir güç Türkiye'yi çevreleyecektir, kuşatacaktır, zamanla da vuracaktır. Bu yüzden Musul-Halep çizgisinin kuzeyi Türkiye için yeni savunma hattıdır. Maliyeti ne olursa olsun Türkiye bütün gücüyle bu hatta yer almak zorundadır. O bölgede en etkin güç Türkiye olmalıdır.
Madem birileri oralarda yeni haritalar çiziyor, Musul üzerinde, Kerkük üzerinde, Halep üzerinde senaryo üstüne senaryo uyguluyor, bunu yaparken de ne kadar Türkiye karşıtı örgüt varsa ortaklık kuruyor, öyleyse bizim de aynı bölgede kendi oyunumuzu kurmamız zorunluluk haline gelmiştir.
Bu yüzden Akdeniz'den İran sınırına kadar söz konusu kuşaktayarma harekatları planlanmalı, Fırat Kalkanı modeli Afrin'e, Tel Abyad'a ve Tel Afer'e yönelecek şekilde uygulanmalıdır. Halep-Musul-Kerkük, Suriye ve Irak'tan koparılacaksa, o bölgelerin kimlerin denetimine gireceğine dair en güçlü söz hakkı Türkiye'nin olmalıdır. Eğer biz bunu yapamazsak, ihmal edersek, yakın tehlikeyi görmezseksavaş yeniden Türkiye'nin içine yönelecek, 15 Temmuz'culara yeni bir umut verilmiş olacaktır.
Artık bu kuşakta, dost-müttefik yoktur. Günübirlik, konjontürel, taktiksel işbirlikleri vardır. Kimin bileği güçlüyse onun sesi yüksek çıkacaktır. Çünkü devletlerle örgütler arasında ayırım ortadan kalkmıştır. Kimi DAEŞ üzerinden kimi PKK/PYD üzerinden oyun kurmaktadır. İran ise Bağdat birlikleri ve Haşd-i Şabi üzerinden oyun kuruyor.
Örgütleri bir bütün olarak karşısına alan tek ülke Türkiye'dir. Hem PKK/PYD ile hem de DAEŞ'le aynı anda mücadele etmektedir. Öteden beri örgütlere zaafı olan, onları örtülü bir şekilde dünyanın her yerinde kullanan, bunu yaparken de terörle mücadeleyi bir doktrin olarak en güçlü argümanla pazarlamayı becerebilen ABD ise, Akdeniz-İran arasındaki kuzey kuşağında telafi edilemeyecek ölçüde terör finansörü olarak öne çıkmıştır. Bu, ABD için üstü örtülemeyecek birutançtır.
Mesele özetle şudur: Musul ve Helep ile iki ülkenin kuzeyi, artık Irak ve Suriye'nin denetiminde olmayacaktır. Bu kuşakta, Türkiye'yi devre dışı bırakmak için PKK/PYD ve DAEŞ'le oyun kurulmaktadır. Bu oyun Türkiye'yi hedef almaktadır, bir süre sonrasavaş ilanı olarak önümüze gelecektir. Öyleyse, kim ne oyun kurarsa kursun Türkiye bu kuşağa hakim olmalı, bölge Türkiye'nin denetimine geçmelidir. Doksan yıl önceki oyunlara bir kez daha kurban olmamalıyız.