Yeni Şafak Yayın Yönetmeni: İçimizdekilere direnemiyoruz; son safhada kendimizi vurabiliriz!

Yeni Şafak Yayın Yönetmeni: İçimizdekilere direnemiyoruz; son safhada kendimizi vurabiliriz!

Yarın yapılacak AKP 5. Olağan Kongresi öncesinde kaleme aldığı yazıda “Gezi'ye direndik. 17 Aralık'a direndik, teröre de direneceğiz” diyen Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, “Dışarıdan gelenlere, içeriden gelenlere direnen bizler, kendi içimizdekilere direnemiyoruz. Küçük hesaplarımızla, kendimizi vuruyoruz” görüşünü dile getirdi.

İbrahim Karagül, yazısında “Son senaryo kendimiz olabiliriz. Son safhada kendimizi vurabiliriz. Bize karşı kullanacakları son silah yine biz olabiliriz” ifadelerine yer verdi.

Yeni Şafak’ta Ali Nur Kutlu mahlaslı yazar da yazısının “Dışarıdan yıkılmayan kaleler, içeriden çökertilir” ara başlıklı bölümünde “Dışarıdan hiçbir kuvvet, bu ülkeye doğrudan saldırarak ele geçirememiştir. Kale, her zaman içeriden ele geçirilir. Bizim topraklarımızın kaderi de böyle olmuştur” ifadelerini kullandı.

Ali Nur Kutlu, yazısında “İçimizde buna teşne çok insan oldu maalesef. Çok insan nefsine, menfaatine, egosuna, öfkesine, intikam duygusuna yenilip kalenin burçlarını, kapılarını düşmana vermeye teşne oldu. Tarih bu hazin hikayelerle doludur” ifadelerine yer verdi.

İbrahim Karagül’ün Yeni Şafak gazetesinin bugünkü (11 Eylül 2015) nüshasında yayımlanan, “İşte biz sadece buna direnemeyiz!” başlıklı yazısı şöyle:

Türkiye büyüdü, güçlendi, uykudan uyandı, yüzyıllık denetimden kurtulma mücadelesi başlattı.

Bu bir devrimdi, büyük dönüşümdü, bin yıllık tarihin en önemli kırılma noktalarından biriydi.

Çünkü “üç büyük şok dalgası” yaşamıştı bu topraklar: Haçlı Savaşları ile yakılıp yıkılmış ama hemen ardından müthiş bir sıçrama yapmıştı.

Moğol istilasıyla yokluğun eşiğine getirilmiş, hemen ardından tarihin en büyük atılımlarından birini yapmıştı.

Birinci Dünya Savaşı “üçüncü büyük şok dalgası”ydı. İlk ikisinden sonra yepyeni zafer tarihleri başlatan coğrafya, Atlantik'ten

Pasifik kıyılarına kadar bütün umutları öldüren, “İslam ümmeti bitti” dedirten “üçüncü şok”tan kurtulmak için yüz yıl bekledi.

Üçüncü büyük yükseliş: Türkiye neden tehdit!

Ve o yüzyılın sonuna geldik. Bizim için kayıp yüzyıl olan 20. asrın sonunda üçüncü büyük sıçrama dalgası başladı, gelişti, büyüdü, meydan okur bir hal aldı. İşte biz, bu yükseliş döneminin nesliyiz.

Hemen ardından geleneksel dostlarımızın ve geleneksel düşmanlarımızın aynı cepheden ateş etmeye başladığını gördük. Müttefiklerimiz en keskin öfkelerini açıkça gösterir oldu.

Türkiye'yi çevreleme harekatı başlatıldı. Çünkü Türkiye uyanırsa, ayağa kalkarsa coğrafya uyanacak, ayağa kalkacak, o emanet rejimler üzerinden ülkeleri, kitleleri kontrol imkanı kalmayacaktı.

Türkiye hem kendi devrimini yönetiyor hem coğrafyayı ayağa kaldırıyor, coğrafyanın unuttuğu o gururlu dünya ile ilgili hafızayı canlandırıyordu.

Tehdit ilan edildi. Bu yürüyüş, bu değişim, bu mücadele durdurulmalıydı. Türkiye durdurulamazsa coğrafya elden çıkacaktı. Bölgenin güç haritası değişecek, tarihin akışı yön değiştirecekti.

Ülkeyi bu yola sokan, bölgeyi bu yola yönlendiren o siyasi akıl en büyük tehlikeydi ve tasfiye edilmeliydi. Yerli olan direnç noktaları tahrip edilmeli, ülke yeniden yönetilebilir alana çekilmeliydi.

İlk darbe girişimi Gezi ile başlatıldı

Dışarıdan “çevreleme”, içeriden “müdahale” dönemi başlatıldı.

İlk senaryo Gezi isyanı oldu.

Çevrede kalmış bütün muhalif kesimler, marjinal yapılar, terör örgütleri bazı siyasi partilerin de desteğiyle tek çatı altında toplandı. Son derece yabancı, Türkiye ile hiç alakası olmayan bir isyan diliyle sokak terörü birlikte harekete geçirildi. Alevi çevrelerin oyuna dahil edilmesi planlandı.

Sokak terörü üzerinden hükümet devrilecek, Başbakanlık işgal edilecek, dünyaya Ukrayna fotoğrafı verilecek, Başbakan indirilip tasfiye edilecekti.

Eski iktidar kurucular üzerinden ülke yeniden biçimlendirilecek, o büyük dönüşüm durdurulacaktı.

Olmadı... Direndik, ülke direndi, millet direndi. Başaramadılar.

Gezi isyanından geriye sadece çirkinlikler ve vandalizm kaldı.

İkinci müdahale içeriden darbe..

17 Aralık darbe girişimiyle ikinci senaryo devreye sokuldu.

Bu sefer, devletin sinir sistemine kadar işlemiş bir yapı, hem de muhafazakar bir çevre, bir istihbarat gücü olarak kullanıldı. Mısır'da olduğu gibi darbe yapılacak, hükümet düşürülecek, yeniden İstiklal Mahkemeleri kurulacak, Başbakan asılacak, Türkiye itaat edecek hale getirilip sahibine teslim edilecekti.

Milli olan, yerli olan ne varsa, Anadolu çocukları üzerinden şekillendirilen bir istihbarat ağı ile tasfiye edilecekti. Büyük yürüyüş durdurulacak, ülke diz çöktürülecekti. Tarihin en büyük ihanet operasyonlarından birine sahne oldu Türkiye.

Yine direndik, ülke direndi, millet/devlet direndi. Başaramadılar.

Dördüncü müdahale ve en kanlı senaryo

Üçüncü deneme seçimlerle başladı. Müthiş bir kamuoyu çalışması yürütüldü. Bu sefer medya ve sermaye devreye sokuldu. HDP üzerinden Kürt milliyetçiliği tahrik edildi. O siyasi akıl iktidardan uzaklaştırılacaktı. Belli oranda başarı sağlandı. AK Parti tek başına iktidar olamadı. Hemen ardından siyasi partilerin AK Parti ile koalisyon yapmasının da önüne geçildi. Ama bir sorun vardı, kendi aralarında da hükümet kuramıyorlardı.

Kimsenin ülke çıkarı, istikrarı, geleceği diye bir kaygısı kalmamıştı. Herkes ülkeyi ateşe atma pahasına AK Parti ve kurmay aklını cezalandırma yarışına girdi. Bu konuda tam bir koalisyon vardı.

Seçimle istediklerini kısmen aldılar ama istedikleri sonuca ulaşamadılar. Yine başaramamışlardı.

Ve en kanlı senaryo devreye sokuldu.

Dördüncü deneme terördü. Ne pahasına olursa olsun bu kurmay akıl yok edilmeliydi. Terör üzerinden, iç savaş üzerinden ülke dize getirilecek, yeniden yapılandırılacaktı. Amaç hiç değişmiyor, planların ardı arkası gelmiyordu.

Siyasi partilerle terör örgütleri, medya organları tek cephe oldular. Türkiye tarihinde görülmemiş bir ittifak şekillendi. Teröre karşı ülkesi için savaşması gerekenler terörle ortaklık kurup ülkeye savaş ilan etti. Şehit asker ve polislere değil, örgüt mensuplarına ağıt yakıyorlardı. Siyasi partiler, medya organları, sermaye çevreleri, aydınlar, gazeteciler terörü övüyorlar, diğer taraftan Anadolu çocuklarının kanı akıyordu.

Bahçeli ile yeni bir senaryo mu?

Gezi'de amaç neyse, 17 Aralık'ta amaç neyse, terör üzerinden yürütülen amaç da aynıydı. Bu senaryo da başarısız olacak. Bu ülkenin feraseti, direnci bunu da yenecek. Kurbanlar vereceğiz ama ayakta kalacağız.

Terör üzerinden başaramadıklarını yeni bir sürprizle devam ettirecekler belki. Devlet Bahçeli'nin siyasi duruşuna, söylemlerine dikkat ederseniz, belki son safhada bu ülkenin milliyetçilerini meydana sürecekler. Onlar üzerinden yeni bir dalga başlatacaklar. “Saray'a yürürüz” sözünün arkasında sakın bu senaryo olmasın!

Türkiye'nin milli direncini, meydan okumasını milli unsurlarla tasfiye etmeye yeltenecekler. Olmaz demeyin, bu o kadar büyük bir hesap ki, ancak bir Çanakkale direnciyle aşılabilir. Her unsur, her toplumsal güç seferber edilecek.

Hepsine direniriz, bir tanesi hariç..

Gezi'ye direndik. 17 Aralık'a direndik, teröre de direneceğiz. Ondan sonra gelene de direneceğiz. Ülkemiz direnecek. Milletimiz o örgütlerin şiddetini, o siyasilerin beyinsizliğini yenecek, yüzlerce yıllık büyük yürüyüşünü devam ettirecek.

Ama fitneye direnmek ne zor. Coğrafyada bütün kimlikleri ayrıştıranlar, çatıştıranlar aynısını bu ülkede de yapıyor. Siyasi anlayışlar, partiler, cemaatler, bütün toplum liflerine ayrılıyor.

Hal böyle iken, küçük hesaplara, fitne üzerinden yürütülen hesaplara direnmemiz mümkün değil. 20. yüzyılda “İslam'ın kanlı sınırları var” diyenlerin, 21. yüzyıl için “Savaş İslam'ın kalbinde olacak, İslam kendi içinde savaşacak” diyenlerin dediği gibi oluyor her şey. Artık her fikrimiz bir çatışma alanı, her hedefimiz çatışma sebebi oluyor.

Son silahları bu sefer biz olabiliriz

Biz fitneye karşı hep kaybettik. Siyasi ihtiraslara karşı hep kaybettik. Basiretimizi yitirdik.

Ülkeler kaybetti, liderler kaybetti, milletler kaybetti, partiler/cemaatler kaybetti.

Fitneye kapılmak intihardır. Hepimizin boğazlanmasıdır.

Bir hatanın bedeli yüz yıldır. Yüzyıla yol çizecek zihinlerin tasfiyesidir.

Dışarıdan gelenlere, içeriden gelenlere direnen bizler, kendi içimizdekilere direnemiyoruz. Küçük hesaplarımızla, kendimizi vuruyoruz.

Tarih yapıcılar, cesur insanlar verdikleri her kararın bir gelecek olduğunu, etkisinin belki yüzyılı değiştireceğini unutmamalı

Son senaryo kendimiz olabiliriz. Son safhada kendimizi vurabiliriz.

Bize karşı kullanacakları son silah yine biz olabiliriz.

Çevremizdeki ülkelerin haline bakalım. Neyi, neden kaybettiklerine bakalım. Moğollar karşısında sırasını bekleyen ülkelerin iç hesaplaşmalarına, iktidar kavgalarına bakalım. Geçmiş de bugün de bu örneklerle doludur.

Son kale fitneyle yıkılır

Coğrafyada ayakta kalan son kale, küçük hesaplara yenilmemeli. Çok büyük hedeflere yönelmişken, son kurşunu kendimize sıkacaksak, bu, tarih bir yüzyıl daha bize kapanacak demektir.

Cesur insanlar tarih yazar. Bu zaman diliminde Türkiye'de bir tarih yazılıyor. Direniş üzerine, meydan okuma üzerine bir tarih bu. Anlık tercihlerle bir büyük tarihi sıçramayı toprağa gömebiliriz. Tarih yapıcılar için en büyük sınav, sabırdır.

Bize karşı kullanacakları son silah yine biz olabiliriz, ihtiraslarımız, küçük siyasi hesaplarımız olabilir. Bu silah fitnedir. Fitne de sadece Türkiye'nin değil, coğrafyanın intiharıdır.

İşte biz sadece buna direnemeyiz!

 

Ali Nur Kutlu: Dışarıdan yıkılmayan kaleler, içeriden çökertilir

 

Eleştirelim, sevelim ya da görmezden gelelim, AK Parti bir büyük hikaye yazdı Türkiye için. Partinin kurucu lideri Erdoğan ise daha şimdiden tarihe geçti. Onunla beraber, kurucu aktörler, ülkenin kaderini etkileyen kararlar alan isimler de tarihe kaydoldular.

AK Parti, her büyük hareket gibi, her büyük değişim gibi sorunlar, sıkıntılar ve problemlerle karşılaştı. Örtülü, açık muhtıralar, darbe girişimleri, kapatma davaları ve daha niceleri. Hiçbirinde yıkılmayan ve direnen bir siyasi hareket oldu AK Parti.

Milletin kalbine saldırı

Tüm müdahalelere rağmen yıkılmayan bir siyasi hareket, millet iradesini temsil etmeye devam etti. Bu kez fiili olarak, şiddet içeren girişimlerle yıkılmaya çalışıldı. Gezi olayları, Suriye ilişkili mezhep kışkırtmaları, Paralel Devletin darbe girişimi ve son olarak PKK'nın silahlı saldırısı... Hedefleri AK Parti'yi, Erdoğan'ı, Davutoğlu'nu iktidardan düşürmek içindi ama aslında vurdukları yer ülkenin bağımsız siyaset merkeziydi. Milli iradeye, yani kendi kaderini kendi tayin etmek isteyen milli iradeye, Türkiye'nin bağımsızlığına vuruluyordu tüm darbeler.

AK Parti ve Türkiye'nin geleceği bu nedenle birbiriyle özdeşleşti. Bu nedenle AK Parti sadece bir parti olmaktan çıkıp, direnen Türkiye'nin ana mevziisi oldu. Bu mevzi düşerse, bu saf bozulursa Türkiye işgal edilebilir gördüler. Bu yüzdendir ki son güçlerine kadar saldırmak, AK Parti'yi devirmek ve sonra o siperden içeri girip ana karargahı, milletin iradesinin saklı olduğu kalbi ele geçirmek istiyorlar.

Dışarıdan yıkılmayan kaleler, içeriden çökertilir

Dışarıdan hiçbir kuvvet, bu ülkeye doğrudan saldırarak ele geçirememiştir. Kale, her zaman içeriden ele geçirilir. Bizim topraklarımızın kaderi de böyle olmuştur. İçimizde buna teşne çok insan oldu maalesef. Çok insan nefsine, menfaatine, egosuna, öfkesine, intikam duygusuna yenilip kalenin burçlarını, kapılarını düşmana vermeye teşne oldu. Tarih bu hazin hikayelerle doludur.

Her şeye direnen AK Parti sadece ve sadece kendi içindeki çekişmelere direnmekte zorluk çekti. Kendi içinde yaşanan gerilimlerin, çekişmelerin tartışmaların, bir partiyi nasıl yıprattığını, nasıl kan kaybettirdiğini hep birlikte gördük. 7 Haziran seçimlerinin en büyük dersi buydu aslında.

Bu çekişmelerin en önemli sebebi, rasyonel düşünmek, idealist düşünmek yerine, tepkisel düşünmektir. AK Parti'nin sadece bir parti olmadığını, direnen Türkiye'nin ilk cephesi olduğunu, ilk mevziisi olduğunu anlayamadı bazıları. Bir koltuk uğruna, kendi çıkarı uğruna, kendi menfaati uğruna çaba gösterenlerin anlayamadığı şey, ülke bir var olma savaşı verirken, her şeyin ama her şeyin bir kenara bırakılması gerektiğidir.

AK Parti'yi anlayamayan AK Partililer

Ülke bu haldeyken Milletvekili olmak, parti yöneticisi olmak, mevki sahibi olmak için mücadele etmek akılla, mantıkla izah edilebilecek bir şey değildir bu dönemde. Bir yangın anında, bir afet anında, bir felaket anında ne yapıyorsa fedakar insanlar, bu partinin aktörlerinin de onu yapması gerekir. Her şeyden vazgeçecek bir fedakarlıkla, yangını söndürmek için hazır olmak, kendi arzularından vazgeçmektir yapılacak olan şey.

Kabul edelim, üzülerek kabul edelim, sayıları az da olsa bazı AK Partililer bu gerçeği anlayamadı, anlamak istemedi. İşte AK Parti'nin geleceğini tehlikeye atan da, bu fedakarlığı yapmayan ve kendi geleceğini düşünen insanlardır.

Kongreye iki gün kala, ikinci bir adayın çıkacağı söylentisi bile başlı başına bir fitne ateşidir. Bu fitne yayılmadan, hemen söndürmek yerine, bundan bir pazarlık vesilesi çıkarmak isteyenler varsa, bunlar ülkenin gerçeğini de, partinin geleceğini de anlamamıştır demektir.

Bazı zamanlar ülkeler, milletler zorlu imtihanlardan geçer. Hele Türkiye gibi, ateşin ortasında yer alan ülkeler neredeyse hep imtihandan geçen bir hayat sürerler. Böyle bir ülkenin serdengeçti, kendini ülkesine adayan insanlara ihtiyacı vardır. AK Parti, bu insanların yuvası oldu her zaman. İçinde az sayıda çürük olsa da, bu parti hala Türkiye'nin umududur. Bu bilinçle girilecek bir seçimde, yeniden milletin teveccühüne mazhar olacaktır. Yeter ki o çürükler ayıklansın.