Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, Mısır'a Mursi ve arkadaşlarına verilen idam kararının gerekçelerinin 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarıyla aynı olduğunu belirterek, "Sisi'ye darbe ihalesi verenlerle 17 Aralık darbecilerine ihale verenler aynı güçlerdir. Mısır'dan esinlenip Türkiye'de de idam imasında bulunanlar daha da batacaklar. İşte bu yüzden, tanık olduğumuz şey, 'Son İstiklal Savaşı'dır" dedi.
"Mısır'da Sisi'ye servis edilen darbe senaryosu Türkiye'de Fethullah Gülen Grubu'na ihale edildi" diyen Karagül, "Türkiye hep direnecek, güçlenecek, asla yılmayacak. Bugün ellerindeki imkanları seferber edip bu tarihi coşkuyu, yürüyüşü kırmaya çalışanlar utançlarıyla kalakalacaklar" ifadelerine yer verdi.
İbrahim Karagül'ün Yeni Şafak gazetesinde 'Son İstiklal Savaşı..' başlığıyla yayımlanan (18 Mayıs 2015) yazısı şöyle:
Askeri darbeler, darbe girişimleri, terör dalgası, örgütlerin hızla devletlerin yerine ikame edilmeye çalışılması, iç çatışmalar, mezhep/kimlik eksenli bölünmeler, bütün bunların satışını yapan entelektüel terör, önceki gün Mısır'dan dünyaya duyurulan idam kararları, coğrafyanın büyük dönüşümüne karşı başlatılan, Birinci Dünya Savaşı'ndan bu yana gördüğümüz en büyük savaştır.
20. yüzyılla hesaplaşmaya giren Türkiye ve yakın çevresindeki ülkeler, insanları için 21. yüzyılı felaket yüzyılına döndürme senaryolarıdır. Hiçbir ülkenin, ulusun, toplumun özgürce varolamaması, kendi ayakları üzerinde duramaması, refah ve adalet duygusunu yerleştirememesi, bir gelecek hayali kuramaması için adeta dünyalar savaşı veriliyor. Her darbeci bir kiralık katildir
Dost ülkelere, düşman ülkelere göre değil siyasi tarihe, kültürel kimliğe, dini aidiyete, tarihsel güç mücadelesine göre bir hesaplaşma yaşanıyor. Son yirmi yıldır işgal edilen her ülke bunun için işgal edildi. İç savaşa sürüklenen her ülke bunun için kaosa sürüklendi. Bizim coğrafyaya yayılan hemen her örgüt bu amaçla kuruldu, eğitildi, cepheye sürüldü. 20. yüzyılın etnik kavgaları yerine mezhep kavgaları bu amaçla büyütüldü.
Bütün bu yıkımlarda, işgallerde, darbelerde ve darbe girişimlerinde görev alan her kişi, kuruluş, çevre, örgüt ya da cemaat bütün coğrafyaya sıkılan birer kurşundur. Darbelerle özgürlük dalgalarına savaş açan, ülkeleri eski diktatörlük dönemlerine geri götüren, zulüm ihaleleri alan her darbeci birer kiralık katildir. Bu bölgesel istila projelerinin altında gizlenip kendi hırsları için sinsi planlar yapan, kan ve acı üzerinden güç toplayan her ülke yönetimi veya lideri, en az o kiralık katiller kadar kötülük sembolüdür.
Darbe ihalesi için dinlerini pazarlık malzemesi yaptılar Bu kıyamet senaryosundan pay kapmaya, ihale almaya, kişisel güç devşirmeye, iktidar aramaya, zenginleşmeye, cemaatsel veya örgütsel etkinlik kazanmaya çalışan, bu amaçla ruhlarını, onurlarını, kimliklerini pazara çıkaran, İslami değerleri bu aşağılık kirli ticarete malzeme yapan, Müslüman kimliğin arkasına sığınarak coğrafyayı harabeye çeviren istihbarat odaklarına servis yapan herkes, her yapı vatan hainidir.
Selçuklu'dan Osmanlı'ya, Birinci Dünya Savaşı döneminden Türkiye Cumhuriyeti dönemine kadar bu alçakça örnekleri, kişilikleri çok gördük. İhanetleriyle, kötülükleriyle, lanetlenmeleriyle tarihe geçtiler. Bugün o damar, o zihniyet aynen devam ediyor. O kimliksiz ve kişiliksiz hain tiplemeleri her yanımızda, görüyorsunuz.
Ülkelerine karşı savaşıyorlar. Milletlerine, tarihlerine, dinlerine, kültürlerine karşı savaşıyorlar. 21. yüzyılın “Gurka”ları gibi, kimi silahla, kimi medya gücüyle, kimi örgütsel imkanlarıyla, kimi fitne ve fesat operasyonlarıyla, kimileri entelektüel terör yöntemleriyle bu coğrafyaya, bu ülkeye, yüz yıldır acı çeken toplumlara felaket taşıyorlar.
Mısır'daki askeri darbeyi ABD ve Avrupa ülkeleriyle İsrail planladı. Sudan'dan Suriye'ye kadar en yaygın, demokratik değerlere saygılı tek muhalif hareketi el birliği ile kendi anavatanında iktidardan indirdiler. Binlerce yıllık Mısır tarihinin ilk demokratik seçimlerini boşa çıkarıp, ülkenin özgürlük mücadelesine ağır darbe indirdiler. Bu darbe, Mısır halkına karşı açılmış en büyük savaştır. Ülkenin vesayetçi kadrolar eliyle işgalidir.
Mübarek döneminde olduğu gibi, darbeden hemen sonra Mısır istihbaratı yeniden İsrail'in etkisine girdi. Cunta, iç güvenlikten bölge politikalarına kadar İsrail'in önceliklerine göre hareket eder oldu. Ülke tamamen İsrail'e ve arkasındaki güçlere teslim edildi.
İdam kararlarının gerekçeleri İsrail'in önceliklerine göre hazırlanmış. Onu rahatsız eden herkes idamla, hapisle cezalandırılıyor. Mısır'ın devlet aklı Tel Aviv'den, Avrupa başkentlerinden yönetiliyor. İnanıyorum ki, haklarında idam kararı verilenlerin isim listesi işte bu akıl tarafından yapıldı. Bunun bir adım sonrası, Sina'dan başlayıp Mısır'ın istikrarsızlaşması, daha ileri aşamalarda da bölünmeye doğru sürüklenmesidir. İstikrarsızlık ve bölünme senaryoları zalim yöneticilere ihtiyaç duyar. Zaman geçtikçe, Mısır demokrasisini gömüp Kahire'de bir cunta ikame edilmesinin aslında bütün Kuzey Afrika ülkelerindeki bölünme senaryolarının başlangıç noktası olduğunu göreceksiniz.
Mısır'da Sisi'ye görev verildi, Türkiye'de Gülen grubu'na.. Dikkat edin, Muhammed Mursi ve arkadaşları hakkında verilen idam kararlarının gerekçeleriyle Türkiye'de 17 Aralık darbe girişiminin gerekçeleri hemen hemen aynıdır. Aynı dil, aynı suçlamalar, aynı yargılama biçimidir. Sisi'ye darbe ihalesi verenlerle 17 Aralık darbecilerine ihale verenler aynı güçlerdir. İdam kararları açıklanınca Türkiye'de birilerinin nasıl sevindiğini gördünüz.
On yıllardır darbe destekçiliği ile tescillenen çevrelerle, 17 Aralık ihalesini alan paralel çevrelerdeki aynı dili, aynı yaklaşımı, aynı sevinci gördünüz. Mısır'da Müslüman Kardeşler'i tasfiye eden darbeciler gibi Türkiye'nin darbecileri de kendileri dışındaki cemaatleri, Ak Parti iktidarını destekleyen herkesi tasfiye edecek, hapislere dolduracak, muhtemelen idam cezasını geri getireceklerdi.
Kahire'deki mahkemeleri Ankara'da kuracak, dalga dalga düzmece yargılamalar yapıp idam kararları verecekti. Yargı ekibi hazırdı. Operasyon ekipleri hazırdı. Kimlerle nasıl bir cunta yönetimi kuracakları belliydi. Listeler hazırdı. Darbe sonrası Türkiye senaryosu hazırdı.
Mısır'da Sisi'ye servis edilen darbe senaryosu Türkiye'de Fethullah Gülen Grubu'na ihale edildi. Burada da o listeler İsrail istihbaratının önceliklerine göre hazırlanmıştı. Hapsedilecekler, tasfiye edilecekler, belki yok edilecekler listesi onlar tarafından hazırlanmıştı. Aşık oldukları toz kondurmadıkları “Güney'deki o ülke” Paralel Örgüt üzerinden, Mısır'da olduğu gibi, Türkiye'de de infaz listeleri hazırlamış, ABD'deki ortaklarıyla yeni bir Türkiye tasarımı yapmıştı.
Çok büyük tehlike atlattı bu ülke. Belki yüz yıl kendine gelemeyecek ölçüde sindirilecek, dizleri kırılacak, küstürülecek, başı önüne eğilecekti. Türkiye ile birlikte bütün coğrafya büyük bir umutsuzluğa gömülecekti. Çünkü umut Türkiye idi. Coşku, söylem, duruş Türkiye'deydi. Bu ülkeyi, milleti, devleti yeni bir çağa taşıyan kadrolar, öncüler, kitleler Türkiye'deydi ve bunlar yok edilmeliydi.
Ama yapamadılar, yapamayacaklar. Coğrafyaya yönelik yıkım projelerinin sadece Türkiye projesi başarısız oldu. Bu ülke direndi, yılmadı, inadına mücadele etti, oyunu farketti ve açıkça bu oyuna meydan okudu. Bu aşamadan sonra bir daha asla başaramayacaklar. Çünkü başarabilecekleri o çizgiyi çoktan geçti Türkiye. Bu millet, kendisine dayatılan yeni Birinci Dünya Savaşı'nı başlarına geçirdi.
Türkiye hep direnecek, güçlenecek, asla yılmayacak. Bugün ellerindeki imkanları seferber edip bu tarihi coşkuyu, yürüyüşü kırmaya çalışanlar utançlarıyla kalakalacaklar. Mısır'dan esinlenip Türkiye'de de idam imasında bulunanlar daha da batacaklar.
Dün Maltepe'de yapılan Ak Parti mitingindeki yüzbinlerce insan, işte bu duruşun insanları. Bu söylemin, bu arayışın, bu büyük Türkiye heyecanının insanları. Onlar sadece bir partinin iktidar olmasını değil, bir Türkiye projesini sahiplendiler. İşte bu coşku, bu bilinç dalga dalga Anadolu'nun, Türkiye'nin bütün köşelerine ulaştı. Bu dalga bir tarihi kırılmadır. Yüz yıl sonra Anadolu'nun yeniden ayağa kalkışıdır. Bütün coğrafya için yeniden umut oluşudur.
İşte bu yüzden, tanık olduğumuz şey, “Son İstiklal Savaşı”dır.