Eski Anadolu Ajansı Genel Müdürü ve Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk, "yazılarının yüzde 70'ini başkalarıyla polemiğe ayıran bir yazarın söyleyecek sözü olmadığını" savunarak "Başka gazetelerin haberlerini, köşe yazılarını takip edip, onları eleştiren, hem de seviyesi diplere ulaşmış bir dille eleştiren bazı gazetelerin, yazarların AK Parti'nin tez olma konumuyla çeliştiği aşika" dedi. Öztürk, "Daha vahimi şudur ki, bu medyaya doluşmuş lejyonerlerin, önüne gelen herkesi suçlayan, hakaret eden yazılarına, Ahmet Taşgetiren gibi bu camianın en vicdanlı isimleri de hedef oluyor artık" ifadesini kullandı.
Ahmet Taşgetiren de geçtiğimiz günlerde bunca zaman nerelerde dolaştıkları bilinmeyen ve bugün hasbelkader AKP'nin orasına burasına sıvanmaya çalışan insanların, buldukları her platformda kendisini hedef aldığını savunarak "Bazıları, benim de zaman zaman rica - minnet davet edildiğim TV ekranlarından Ethem Sancak'a seslenip 'Niye hala Star'da yazdırıyorsun ki' diye soruyor. Sosyal medya diye bir çamur deryası var zaten, oranın trolleri dolu dizgin" dedi.
Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan, gazeteci Cemil Barlas ve Türkiye yazarı Fuat Uğur'un adını anmadan "Kendisini kelepçeyle meclis kürsüsüne bağlayan CHP'li kadın milletvekili üzerinden hiç anlamadığımız, hiçbir zaman da anlayamayacağımız şekilde 'seks içerikli, derili merili' espriler yapmayı 'uygun' bulan adamla aynı kafada, aynı safta, aynı mahallede sanılmaktan çok bunaldık be reis" demişti. Yeni Şafak yazarı ve AKP Ankara Milletvekili Aydın Ünal da İsmail Kılıçarslan söz konusu yazısını sosyal medya hesabında paylaşarak Barlas ve Uğur'u hamam böceğine benzetmişti. Ünal, daha sonra kaleme aldığı yazısında AKP reklam kampanyalarının mimarı Erol Olçok'un "mahalleye dadanan haşerat tarafından 'ihanet'le itham edildiğini" öne sürmüştü.
Türkiye yazarı Fuat Uğur ise, İsmail Kılıçarslan'a yönelik olarak "15 Temmuz gecesi saat 23.00’te bile neden 'Aman sükûnette fayda var' diyebildiklerini de. Aynı kişinin ve benzerlerinin 17 Aralık’tan sonra da Fetullah Gülen amcasına toz kondurmamasını unutmuştuk ama artık acı biçimde hatırlıyoruz" demiş, Yeni Şafak gazetesini "Erdoğan karşıtlığına yakıt taşımak"la suçlamıştı. Uğur, Aydın Ünal için ise, "Her neyse, sonuçta bu şeffaflık iyidir. Evvelden ne müttefik belliydi, ne de sığınakların yeri" ifadesini kullanmıştı.
Star yazarı Ahmet Taşgetiren, Fuat Uğur'un söz konusu yazısına tepki göstermişti. Taşgetiren, "Fuat Uğur Yeni Şafak’ı, yıllardır Cumhurbaşkanı’nın konuşma metinlerini yazan Aydın Ünal’ı yargılıyor. Pes artık" ifadesini kullanmıştı.
Yeni Şafak yazarı ve eski Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk ise tartışmaya "Bütün birikimimizi heder ediyorlar. Bir sel gelip, sanki tırnaklarımızla biriktirdiğimiz tüm değerleri silip süpürdü. Bütün birikimimiz, bütün çabamız, bir 'kuş' kadar beyni olmayan, yeni yetme yayın yönetmenleri, köşe yazarları, tv yorumcuları tarafından heder ediliyor gözümüzün önünde" sözleriyle katılmıştı.
Kemal Öztürk'ün "Siyasette ve medyada tez-antitez kavgası" başlığıyla yayımlanan (14 Şubat 2017) yazısı şöyle:
Seksen kuşağından olanlar iyi bilir. Seksenli ve doksanlı yılların meşhur tartışmalarından biriydi bizim için: Düşüncede, siyasette, kültürde... yani hayatın en önemli alanlarında 'antitez' olmaktan kurtulup, 'tez' olmadan başarı elde edilemez. O zamanın tartışmalarının iki önemli özelliği vardı. 1. Evrensel düzeyde kapitalizme, sosyalizme ve faşizme karşı alternatif olacak bir tez üretmek. 2. Dogmatik, statik ve kısır düşüncelerin esiri olmadan, özgürce tartışabilmek. Tartışmalar bu iki nedenden dolayı üretken ve doğurgandı. Geleneksel İslami düşünceler de dahil, tabu sayılabilecek tüm fikirler tartışılıyordu. TEZ OLAN HER ZAMAN AVANTAJLIDIR Lakin bizim için en ciddi sorun, eleştirdiğimiz, yanlış bulduğumuz fikirlerin antitezi konumunda olmaktı. Fikri üreten, iddia sahibi olan, ortaya bir proje koyanlar her zaman avantajlıdır. Antitez olanlar muhalefet dilini, tez olanlar ise iktidar dilini kullanıyordu. İktidar dili dediğim sadece siyasi iktidar değil, sevgili İsmail Kılıçaraslan'ın dediği gibi, kültürel iktidar dili de buna dahildir. Antitez olanlar sürekli eleştiriyor, tezin yanlışlığını ispata çalışıyor ama hiçbir zaman tartışmayı yönlendiren değil, hep belirlenmiş gündemi takip eden kişiler oluyordu. Tartışmalar doksanlı yılların ortasında antitez olmaktan çıkıp, tez olmaya başladı. Bunun en önemli sebebi, Refah Partisi ile kazanılan belediyeler olmuştur. Özellikle Erdoğan'ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmasından sonra, artık muhalefet etme dönemi bitmiş, yerel iktidar dönemi başlamıştı. Diyebilirim ki, muhafazakar entelijansiyanın en önemli değişimi de bu dönemde olmuştur. Muhalefet etmek, eleştirmek, antitez olmak yerine, artık ortaya bir tez koymak zorunlu olmuştu. O günden bu yana bir çekim merkezi olan Erdoğan'ın etrafında, aynı zamanda yeni fikir ve tezlerin bir üretim halesi de oluştu. Erdoğan, cezaevine girdiği dönemde, yanına gidip gelenler arasında sadece sevenleri değil, aynı zamanda muhafazakar camianın entelektüelleri de vardı. Cezaevinde siyaset, sosyoloji, tarih ve felsefe tartışmaları düzenlenir, Erdoğan, bu tartışmaların ortasında, gelecekteki siyasi hareketinin düşünce alt yapısını oluştururdu.
AK Parti'nin kuruluş tartışmaları, Erdoğan cezaevinden çıktıktan sonra da devam etti. Bugün 'İslamcı' diye kara çalınmaya çalışılan onlarca isim, hem cezaevinde, hem de dışarıda, fikir üretiminin en önemli aktörleri oldu. AK Parti, tüm bu tartışmalardan sonra ürettiği, “muhafazakar demokrat” kavramıyla birlikte antitez konumundan çıkıp, tez konuma geldi. Bir fikri, iddiası, projesi ve söyleyecek sözü vardı. Bu söz, milletin gönlünde karşılığını buldu ve o günden bu yana tüm seçimleri kazandı. Muhalefet ve statükodan yana olanlar, değişen Türkiye şartlarını anlayamadı ve iktidar gücünü, iktidar dilini kaybetti. Bunu kaybettikten sonra da, tez olmaktan çıkıp, 'AK Parti karşıtı bir anti tez'konumunda geldi. Ne yeni bir fikir üretti, ne de ülkenin sorunlarını çözecek bir tez olabildi. O nedenledir ki hiçbir seçimi kazanamadı. Bugün hala aynı durumdadır.
Siyasetin bu seyr ü seferinin aynısı medya için de gerçekleşti. Yıllarca, 'AK Parti bir hata yapsa da, bunu manşete taşısak 'diyen merkez medya, bir süre sonra kendini tükettiğini fark etmedi. Sonunda antiteze dönüşen medya hayatı, anlamsız, kalitesi düşük, ilgi gösterilmeyen bir hal aldı. Tıpkı siyasi muhalefet gibi, muhalif medya da kendini tekrar etti ve içi boşalmış bir kuruma dönüştü. Bugün aynı tehlikeyi, iktidarının 15. yılını yaşayan AK Parti'yi destekleyen bazı medya organları için gördüğümüzü söyleyebiliriz. Erdoğan, Anayasa değişikliği ile yine bir tez olarak merkeze otururken, onu savunduğunu söyleyen bazı medya organlarının garip bir şekilde, muhalefet dilini seçtiğini, tez değil de, anti tez konumlanmasına geri döndüğünü görüyoruz. Yazılarının yüzde 70'ini başkalarıyla polemiğe ayıran bir yazarın, söyleyecek sözü yok demektir. Başka gazetelerin haberlerini, köşe yazılarını takip edip, onları eleştiren, hem de seviyesi diplere ulaşmış bir dille eleştiren bazı gazetelerin, yazarların AK Parti'nin tez olma konumuyla çeliştiği aşikar. Daha vahimi şudur ki, bu medyaya doluşmuş lejyonerlerin, önüne gelen herkesi suçlayan, hakaret eden yazılarına, Ahmet Taşgetiren gibi bu camianın en vicdanlı isimleri de hedef oluyor artık.
AK Parti ve Erdoğan, gücünü ürettikleri fikirlerden, projelerden ve tez olmasından aldı bugüne kadar. Dünyada derin sarsılmaların olduğu bir dönemde, Türkiye'nin, insanlığın selameti için tezler üretecek bir konumda olması gerek. Kaos ve terör kıskacında kıvranan İslam dünyası, Türkiye'den ve AK Parti'den bir tez, bir çıkış yolu bekliyor. Körfez seyahatinde olan Cumhurbaşkanlığı heyeti, bunu şimdi yerinde, bir kez daha görüyordur. Bizi sığlaştıran, kısırlaştıran, içe kapatan antitez tartışmalarından bir an önce kurtulmamız lazım. Yapılacak çok işimiz var.