Hükümete yakınlığıyla bilinen Yeni Şafak gazetesinin yazarı Özlem Albayrak, 16 Nisan'daki anayasa değişikliği referandumunda İstanbul, Ankara ve İzmir gibi üç büyükşehirden 'hayır' oyunun önde çıkmasının sebebini AKP'de bir kopuş yaşamasıyla ilişkilendirdi. 5 maddede referandum sonucundan çıkarılmas gereken "dersleri" sıralayan Yeni Şafak yazarı, AKP'deki soruna dikkat çekerek, "AK Parti'de ciddi bir kopuş olmasaydı, üç büyük ilden 'hayır' çıkmaz; AK Parti'nin kalesi sayılan ilçelerden Fatih'te evet-hayır oranları başa baş gitmez, Üsküdar'da evet oyları yüzde 47'de kalmazdı. Hemen tüm analizcilerin teslim ettiği gibi referandumda 'evet'e akan oylar Erdoğan'ın karizmatik liderliğine verildi, AK Parti'ye değil" görüşünü dile getirdi.
Özlem Bayrak'ın Yeni Şafak gazetesinin bugünkü (19 Nisan 2017) nüshasında yayımlanan "Referandum dersleri" başlıklı yazısı şöyle:
Referandumdan 'evet' çıktı, ama ezici bir çoğunlukla değil. Neredeyse kıl payıyla, yürekleri ağza getirerek, ümitle ümitsizlik arasında götürüp getirerek. Ama çıktı, sonuç itibariyle millet partili cumhurbaşkanlığına tartışmasız şekilde onay verdi, fakat kimsenin mutluluktan havalara uçmayacağı, kimsenin de mutsuzluktan depresyona girmeyeceği şekilde... Elbette bu CHP ve benzerlerinin sittin sene görmediği, sittin sene de görmeyeceğini düşündüğüm bir rakam, yine de evetçilerde bir burukluk oluştu, zira karşımızda sadece kendi başarısıyla yarışan, kendi koyduğu çıtayı aşmayı hedefleyen bir lider var ve bu çıtaya göre, beklenen “evet” oranı bu değildi. Peki, bu manzara önümüze nasıl çıktı ve alınması gereken dersler neydi?
1-AK PARTİ SORUNU: Seçim akşamından itibaren pek çok analiz MHP desteğinin, “Evet” oylarına en fazla 3 ya da 4 puanlık bir katkı yaptığı kabulüyle yola çıkıyor. Oysa bu ölçülmüş bir veri değil ve doğru bir yaklaşım olmayabilir, ikincisi bu bakış AK Parti konusundaki realiteyi de görmemizi engellemekte. Nitekim AK Parti'de ciddi bir kopuş olmasaydı, üç büyük ilden “hayır” çıkmaz; AK Parti'nin kalesi sayılan ilçelerden Fatih'te evet-hayır oranları başa baş gitmez, Üsküdar'da evet oyları yüzde 47'de kalmazdı. Hemen tüm analizcilerin teslim ettiği gibi referandumda “evet”e akan oylar Erdoğan'ın karizmatik liderliğine verildi, AK Parti'ye değil. Bu bir dersti ve partinin (teşkilatlara toptan haksızlık etmek istemem, çalışan vardır, çalışmayan vardır) içinde bazı sorunların olduğunun göstergesiydi. Bunu değerlendirmesi, sorunu çözmesi gereken de yönetimdir.
2- BAHÇELİ'NİN PENSİLVANYA'YA CEVABI: Ülkücülerin yüzde kaç oranında evet dediğini kestirmek zor, yüzde 10 da olabilir, yüzde 3 de. Dolayısıyla referandum sonuçlarından çıkarak “Meral Akşener, Sinan Ogan ve Ümit Özdağ MHP'de etkiliymiş” yorumu yapmak, bir analiz filan değil sadece bir temennidir. Öte yandan Bahçeli'nin Erdoğan'a bu süreçte verdiği destek, “devlet-millet bekası” diyerek kitlesini konsolide etmeye çalışması, şükranla anılmayı hak eden sorumlu bir tavırdı. Ayrıca Devlet Bahçeli'nin sistem değişimine verdiği destek, -bu amaçla yapılmış olmasa bile- kendisini koltuğundan ederek yerine Meral Akşener'i ikame etmeye kalkışan FETÖ'ye verdiği tokat gibi bir cevaptı. Referandumda evetin galip gelmesi, o Osmanlı tokadını o suratta patlattı.
3- KÜRTLERİN KAZANILMASI İÇİN HALA ÜMİT VAR: Doğu ve Güneydoğu'dan “Hayır” çıktı, ama Kürtler 7 Haziran'dan itibaren her seferinde neredeyse yüzde 10 oranında yükselen bir ivmeyle devlete güven beyan ediyor. Bu, PKK'ya kırmızı kart olarak alınamayacaksa bile, sarı kart olarak okunabilir. PKK'nın devletle savaşırken Kürtlerin evlerini köstebek yuvasına çevirdiği hendek stratejisi görünen o ki tutmamış. Kemik seçmen davranışı, hele de ideolojik bir motivasyondan ivme alıyorsa, bugünden yarına kolayından değişmez, ama oylardaki yükseliş ivmesi böyle devam ederse Kürtlerin 2019'da yapılacağı öngörülen başkanlık seçiminde Erdoğan'ı tercih etmeleri mümkün olabilir. Sanırım, Kürtlerin de tıpkı ülkenin geri kalanı gibi biraz huzura ihtiyacı bulunuyor.
4- YENİLİKÇİLER VE MUHAFAZAKARLAR: Seçim sonuçları açıklanmaya başlar başlamaz, ekranlarda “hani Türkiye'de dindarlar ve milliyetçilerin oyu yüzde 60-70 bandındaydı?” şeklinde yorumlar yapılmaya başlandı. Kanaatimce bu rakamda hala bir değişiklik yok, ama artık dindar ve milliyetçi kesime “muhafazakarlar” deyip geçmek eskisinden daha zor olacak sanırım. Çünkü geçtiğimiz Pazar günü Türkiye bir siyasi partiyi ya da lideri oylamadı, karar verilen şey sistem değişikliğiydi. Liderleri tarafından ikna edilen dindarlar ve milliyetçiler, uygulamada ne getireceği çok da öngörülemiyor olmasına rağmen değişikliği onaylayarak risk aldı. Sürekli korku pompalanan, gelecek endişesi zerk edilen ve şüpheye sevk edilenler ise onaylamadı. Bu da aralarında bazı dindar ve milliyetçilerin, ideolojik gerekçelerle bazı Kürtlerin de bulunduğu, ama ana omurgasını CHP'lilerin teşkil ettiği yüzde 49'luk kitleydi. Bu kitle, risk almadığı, eskiyi muhafaza yolunu seçtiği için Türkiye'nin gerçek muhafazakarlarıydı.
5- KURUMSAL ÇİRKEFLİK: Bu ülke hem hayırcıların, hem de evetçilerin. Dolayısıyla kazanan tarafın muhaliflerini de kucaklayacak bir dil kurması şart. Ancak kaybedenin de durumu vakarla kabul etmesi şartıyla. Referandumdan hemen sonra, CHP'nin seçime şaibe düşürecek iddialarla ortaya çıkması, bu doğru olmadığı halde seçim sonucu aslında farklı olabilirmiş gibi davranması toplumu şimdiden germeye başladı. Daha önce de defalarca iktidarın oy çaldığı yönünde tezviratlar yapan, kaybettiği her seçimde amiyane tabirle çamura yatan bir CHP profili var. Şimdiye dek şaibe düşürmedikleri tek seçim 7 Haziran'dı. O da AK Parti tek başına hükümet kuramayacak kadar düşük bir oy aldığı içindi. Bu çirkinlik artık kabak tadı veriyor. Çirkefliği kurumsallaştırmak, çamura yatmayı bir siyaset stratejisine dönüştürmek diye bir durum varsa, o, budur. Yenilmeyi bile onurla karşılamak diye bir şey varmış ve çok değerliymiş. CHP sayesinde, bu ülke bunu her seçimde bir kez daha öğreniyor.