Yeni Şafak yazarı Bayramoğlu: Hâkim tutuklamaya otoriter düzenlerde bile rastlanmaz

Yeni Şafak yazarı Bayramoğlu: Hâkim tutuklamaya otoriter düzenlerde bile rastlanmaz

“Paralel yapı” operasyonunda tutuklanan polisler ve Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca için tahliye kararıyla ilgili iki hâkimin tutuklanmasını değerlendiren Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu, “Suçüstü yoksa, delilleri ortada ağır cezalık bir durum bulunmuyorsa, hakimlerin tutuklanmaları, üstelik verdiği karardan dolayı tutuklanmaları otoriter eğilimli düzenlerde bile rastlanan bir durum değildir. Bu tutuklamalarla yaşadığımız ağır hukuk ve demokrasi ihlallerinden birisine işaret ediyor” dedi.

Bayramoğlu, yazısında “Bu, elbet cemaati ve o hakimlerin kararlarını doğrulamıyor. Daha da öte, siyasi iktidar cemaatla mücadele sonuna kadar haklıdır. Yargıya sızmış bu yapıyla mücadele etmek zor da olabilir. Ancak bu zorluğa işaret ederek istisna haller yaratmak, hukuk devleti kurallarını delmeyi sürekli hale getirmek kabul edilebilir bir durum değildir” ifadelerine yer verdi.

Ali Bayramoğlu’nun Yeni Şafak gazetesinin bugünkü (5 Mayıs 2015) nüshasında yayımlanan, “Hakim tutuklamak…” başlıklı yazısı şöyle:

Bir süre önce Türkiye bir tahliye skandalına tanık oldu.

Tutuklu cemaat polis ve mensuplarına ilişikin tahliye kararı, onları tutuklayan hakimlerin tümünün soruşturma dosyasıyla ilgili yetkilerinin kaldırılması, mevcut kanunlar, mahkemelerin görev alanları, bugüne kadar yaşanan yargı darbeleri dikkate alındığında bir operasyon görüntüsü taşıyordu.

Kanunlarda, mevzuatta fare deliği arayan, bulduğu boşluktan giren, bunu uygun hakimlere denk getirerek yargının gücü ve yetkisini siyasi çıkarlar etrafında garip tutuklama ve tahliye kararları görüntüsüne bir yenisi ekleniyordu.

Türkiye'de kimilerinin polis ve yargıç kılığında fedailer, hatta haydutlar haline gelmesi, stratejik bir yayılma planıyla HSYK'da, savcılıklarda, mahkemelerde, Yargıtay'da kritik köşe başlarını tutmaları, Türkiye'nin en büyük demokrasi açıklarından birisine, son derece önemli bir otoriterleşme kaynağına işaret etmektedir.

Tahliye kararı bu sorunu alabildiğine gösterdi.

Bu durumda beklenen, doğal olarak HSYK'nın devreye girmesi, bu kararı veren hakimlerin hukuki denetime tabi tutulmalarıdır. Bu denetim sonucunda ilgili yargıçların kasıtları olsa da olmasa da (bu da elbet bir ihtimal) sicil cezasından görevden alınmaya, hatta ciddi kanıtlar varsa meslekten men etmeye kadar uzanan yaptırımlarla karşılaşmalarıdır.

Dahası, hukuk dışına çıkan bir dokunun hukuk üzerinden ve hukuk eliyle denetimi, ifşası ve temizlenmesi için tahliye skandalı önemli bir fırsattı.

AK Parti takıntısıyla cemaat sorununu önemsemeyen, hatta cemaatin kanatları altında yaşayarak kamuoyunun bir kesiminin bu meseleyi algılamasını engelleyen bakış açısı karşısında da ikna edici önemli bir karşı argüman da oluşturabilirdi.

Ne var ki, bunların tam tersi oldu.

Tahliye kararını alan ve reddi hakim kararını veren yargıçlar öyle bir uygulamayla karşı karşıya kaldılar ki, bu uygulamanın oluşturduğu skandal, tahliye skandalını geri ve gölgede bıraktı.

İki hakim verdikleri karardan sadece dört gün sonra tutuklandılar.

Peki bu kadar kısa sürede hangi soruşturma, inceleme sonucu ve hangi kanıtlarla?

Hakimlerin tutuklanmasına ilişkin kararda, delil olarak verdikleri kararlar, 10. Sulh Ceza'nın bunları yok sayan hükmü ve Gülen'in bir vaazında “cezaevindekilerin salınmasına ilişkin duası” gösterildi. Bir de Başbakan Davutoğlu'nun hakimlerin talimatı Pensilvanya'dan Gülen'den aldığı iddiası var. Ancak bununla ilgili ortada bir kayıt, bir delil henüz yok.

Hakimler yeterli soruşturma yapılmadan ve yeterli delil olmadan tutuklanınca, ortaya başka bir durum ve sonuç çıktı. Hakimler, henüz kanıtlanmamış faaliyetlerinden değil, hoşa gitmeyen kararlardan dolayı tutuklanmış oldular.

Dayanaksız tahliye kararından sonra, hukuki açıdan dayanaksız, dayanaksız olduğu oranda hakim güvencelerini ve statüsünü, iktidar karşısında konumunu soru işaretleriyle çevreleyen bir tutuklama kararı…

 

Suçüstü yoksa, delilleri ortada ağır cezalık bir durum bulunmuyorsa, hakimlerin tutuklanmaları, üstelik verdiği karardan dolayı tutuklanmaları otoriter eğilimli düzenlerde bile rastlanan bir durum değildir.

Bu tutuklamalarla yaşadığımız ağır hukuk ve demokrasi ihlallerinden birisine işaret ediyor.

Bu, elbet cemaati ve o hakimlerin kararlarını doğrulamıyor.

Daha da öte, siyasi iktidar cemaatla mücadele sonuna kadar haklıdır. Yargıya sızmış bu yapıyla mücadele etmek zor da olabilir. Ancak bu zorluğa işaret ederek istisna haller yaratmak, hukuk devleti kurallarını delmeyi sürekli hale getirmek kabul edilebilir bir durum değildir.

Elbet şu da açık: Tek taraflı bir durum yaşanmıyor. Bunlar, siyasi iktidarın yargıya keyfi müdahaleleri değil. Kendiliğinden bir otoriterleşme eğiliminin bağımsızlığını hedeflemesi de değil. Bir otoriterleşme ve gasp haline başka bir otoriterleşme ve gasp ile cevap veriliyor. Yargı gücünü elinde tutanların iktidar kavgası görüntüsü ortaya çıkıyor.

Bu durum, iki otoriterleşme halinin demokrasi elbiseleriyle ve hukuku araçsallaştırarak çatışması, olabileceklerin en kötüsüdür.

Türkiye, AK Parti, adliye mensupları bu hatadan derhal dönmelidir.

İki hakim serbest bırakılmalı ve haklarında idari ve adli ciddi bir soruşturma yapılmalıdır.