Eski Anadolu Ajansı (AA) Genel Müdürü ve Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk, bir yöneticinin en büyük kaybının "yalaka" danışmanlarla çalışmak olduğunu ifade ederek "O yüzden Osmanlı padişahlarının kendisinden hiçbir çıkar beklemeyen hocaları, lalaları, yol arkadaşları vardı. Onlar hakkı söylemekten korkmazlardı. Siz siz olun, başka mahallelere, başka diyarlara, başka topraklara gidin. Başka sözler dinleyin, başka fikirlerle çarpışın, sağlam olanın ayakta kaldığına şahitlik edin" dedi.
Kemal Öztürk'ün "Bir fikrin mayalanması kötülüğün beslenmesi" başlığıyla yayımlanan (27 Nisan 2017) yazısı şöyle:
Konu size yabancı gibi gelmesin. Hepimizin yaşadığı bir sorundan bahsedeceğim. Bir fikrin mayalanması, büyümesi ve dal budak salması için şartların oluşması gerekir. Bazı fikirler her iklimde büyümez, her toprakta kök salmaz. Bazı fikirler vardır, farklı bir iklimle, toprakla karşılaştığında dönüşür, biçim değiştirir, serpilir ya da çürür. Komünizm komşumuz Rusya'da kök salarken, bizde hayat bulamamıştır. Mezhepçilik yanı başımızdaki İran'da, Suriye'de, Irak'ta büyürken bizde karşılık bulamamıştır. Bizim toprağımız farklıdır. KAPALI TOPLULUKLAR, ÖZGÜR FİKİRLERİN DÜŞMANIDIR Kapalı toplumlar, gruplar, cemaatler, oluşumlar farklı havanın, farklı suyun topraklarına gelmesine izin vermezler. Gettolaşma böyle oluşur. FETÖ bu yüzden kendilerinden başka hiçbir kitabın okunmasına, hiçbir yazarın takip edilmesine, üyelerinin farklı ortamlara girmesine asla izin vermezdi. Aynı taktiği izleyen her cemaatin amacı aynıdır. Mayalamak istedikleri fikrin etkileşime girmesine izin vermezler. Üniversite yıllarımızda birlikte polisten dayak yiyip, çay ocaklarında diz büktüğümüz arkadaşlarımızla önceki gün konuşurken şunu fark ettik: Akıl almaz çeşitlilikte bir okuma serüvenimiz olmuş. İran'da Mevdudi okumuşuz, Fatih'te Kemal Tahir güzellemesi yapmışsız, Necip Fazıl'ın şiirlerini Nazım'ınkiyle kıyaslamışız. Kafamız karışmış ancak ne mezhepçi olmuşuz, ne cemaat fanatiği. Ne dogmatik bir zihnimiz olmuş, ne de ülkeye hainlik etmişiz. Özgürce tartışmanın, özgürce eleştirmenin ve özgürce konuşmanın meyvelerini, olgunluk yaşımızda toplamışız. Kimse bizi bir gün dost bildiğimiz insanlara düşman edememiş, ekmeğini yediğimiz ülkeye ihanet ettirememiş. Soru sormanın, sorgulamanın, körü körüne bağlanmamanın, illaki bir neden aramamızın sonuçlarıdır bunlar. Fikirlerimizin mayalanması esnasında her iklime, her zemine, her suya ve herkese açık olmuşuz.
Her gün aynı gazeteyi takip eden, aynı televizyonu izleyen, aynı kitapları okuyan, aynı mahallede dolaşan ve aynı kişilerle konuşan birinin fikirleri kavileşmez, katılaşır. Fikirler zıddı ile karşılaştığında kavileşir. Fikirleri katılaşan biri de esneyemez, kırılır. Kendi fikrine, tezine, argümanına güvenmeyen biri, dış etkenlerden korunmak için onu bir fanusta büyütmeyi tercih eder. Fanusta büyütülen hiçbir fikir, toplumda kök salamaz, çınarlar gibi yücelmez. Aynı yerden beslenen insanlar, hep aynı vitamini alan vücut gibi, bir yanı gelişirken, diğer yanı zayıflar. Dogmatik zihin böyle doğar. Tüm gelişmelere, yeniliklere, farklılıklara, ötekine tepki gösterir, hasım olur. Kötü fikrin en büyük korkusu, iyi bir fikirle karşılaşmaktır. O yüzden zayıf insanlar sürekli kendileri gibi düşünen, kendileri gibi konuşan, kendileri gibi hareket edenlerle birlikte olmayı tercih ederler. Fikren korkaktırlar yani.
Şunu gördüm ki, aynı şeyleri dinleyen ve hep aynı kişilerle konuşan insanlar aslında birbirini besliyor. Kötülük en çok bu ortamları sever. Dışarıya kapalı, gettolaşmış, durgun göl gibi akarsuları kesilmiş ortamlar, bakteri üretmeye en müsait yerlerdir. Böyle ortamlarda kötülük çok hızlı büyür ve yayılır. Kendinden emin olan insanların en büyük nimeti ve beslenme kaynağı, eleştiridir. Eleştiri derken, 'hakaret' anlayanları kast etmiyorum. Fikir üretemeyen, küfür üretir. Onları dikkate almayın. Bir insan hatasını, yanlışını, eksiğini söyleyen birine nimet gibi yapışması gerekir. İslam, Müslümanlar arasında iyiliği ve kötülüğü birbirine anlatmayı hep teşvik etmiştir. Yaşadığımız şehirde, mahallede, steril ortamlarda, dışarıya ve eleştiriye kapalı kurduğunuz tüm hayatlar gerçek değildir, sanaldır. Sokaklarda olmak, başka yüzler, başka zihinler, başka fikirlerle karşılaşmak insan için büyük kazançtır. Hele bir de o insanlar size iyi niyetle hatanızı, eksiğinizi söylüyorsa işte ayakları yere basan gerçek yaşam o zaman başlıyor demektir.
Bir yönetici için en büyük kayıp, ona hep yalakalık yapan, hatasını söylemeyen danışmanlarla, yardımcılarla çalışmaktır. Bundan daha büyük körlük olmaz. Maaşla çalışan bir danışmanın cesurca, yöneticisinin hatalarını söylemesi çok da gerçekçi değil bu ortamlarda. O yüzden Osmanlı padişahlarının kendisinden hiçbir çıkar beklemeyen hocaları, lalaları, yol arkadaşları vardı. Onlar hakkı söylemekten korkmazlardı. Siz siz olun, başka mahallelere, başka diyarlara, başka topraklara gidin. Başka sözler dinleyin, başka fikirlerle çarpışın, sağlam olanın ayakta kaldığına şahitlik edin. Gündüzünüzü anlamak için geceye, geceyi keşfetmek için gündüze muhtaçsınız. Allah her şeyi zıddı ile kaim etmiştir. Hatalarınızı, eksiğinizi yüzünüze söyleyebilecek akıllı adamlar, hakkaniyetli insanlar bulun. Korkmayın. Fikirlerinizi mayalanırken, orkideden, papatyadan, gülden, laleden polen toplayan arı gibi olun. Ancak o zaman bal üretebilirsiniz. Akla ihtiyacımız var. Bal üreten akıllı insanlara. Kötülük fazlasıyla yayıldı.