Yeni Şafak yazarı Akif Emre, dolar / TL paritesinin 4'e dayanmasıyla ilgili olarak "Ekonomik kriz dalgasının gittikçe etkisini artırma ihtimali herkesi tedirgin ediyor. Her şey gayet iyi giderken, dünyada ekonomisi yükselen bir elin parmakları kadar sayılı ülkeler arasında gösterilirken endişeli durumun bir açıklaması olması gerekirdi..." diye yazdı.
Akif Emre'nin Yeni Şafak gazetesinin bugünkü nüshasında yayımlanan 'Sistem, avansı geri istiyor' başlıklı yazısı şöyle:
Memlekette ekonomik kriz dalgasının gittikçe etkisini artırma ihtimali herkesi tedirgin ediyor. Türkiye'nin son on beş yılda yaşadığı görece ekonomik rahatlama döneminden sonra dövizin yükselişi, cari açığın artması, ihracatın düşmesi gibi göstergelerin toplumda gelecek endişesini tetiklediği muhakkak. Her şey gayet iyi giderken, dünyada ekonomisi yükselen bir elin parmakları kadar sayılı ülkeler arasında gösterilirken endişeli durumun bir açıklaması olması gerekirdi... Her ne kadar bölgedeki kaos sarmalının yanı sıra memleketi istikrarsızlaştırma istidadı gösteren şiddet ve terörün, siyasal uzantıları ile birlikte düşünüldüğünde dış güçleri işaret etmek bir açıklama tarzı olabilir. Üstelik geleneksel Batılı müttefiklerin Türkiye'nin siyasi gündemine, bölgesel etki alanına müdahale olarak düşünüldüğünde bu durumu operasyonun ekonomik uzantısı olarak da okumak mümkün. Etkisini gittikçe hissettirmeye başlayan ekonomik daralmanın sebebinin ne olabileceğine dair sorusu olan ve de bunu büyük ölçüde dış güçlerin müdahalesine bağlayanların daha önce başka bir soruyu sormaları gerekir. Türk ekonomisinde yaşanan iyileşmenin, zenginleşmenin arkasında hangi dinamikler vardı? Hangi faktörler bir anda devreye girdi ki Türkiye ekonomisinde daha önce görülmemiş bir büyüme yaşandı? Türkiye'nin neoliberal ekonomik politikaları uygulayarak küresel sisteme tam anlamıyla entegre olmasının sonucu olarak görece zenginleştiği bir gerçek. Bu zenginleşme reel ekonomiye dayanmaktan çok küreselleşmenin sağladığı bir avantaj, daha doğrusu küresel sistemin açtığı bir avanstan ibaretti. Siyasal istikrarın etkisiyle küresel piyasaların belli ölçüde yatırım yapabileceği konuma gelmenin ekonomik sonuçlarından her kesim memnundu. Hayat tarzları, tüketim alışkanlıkları değişmiş, eski dönemin seçkinleri ile orta sınıf arasında benzeşme yaşanır oldu. Zira 'piyasa kuralları' ne ise ona uyulmuş bunun karşılığında dibe vurmuş ekonomiden belli bir düzeye çıkmasını sağlayacak bir avans verilmişti. Küreselleşme denilen, finans Kapitalizminin ulusal sınırları aşarak akışkanlık kazanmasının tipik ekonomi politik yansımasıydı yaşadıklarımız. Bu nedenle Türkiye'de muhalefetin erimesinin de anlaşılır bir boyutu vardı. Küresel sisteme entegre olmaktan başka ufukları olmayanların biyolojik ömrü tükenen ideolojileri de ellerinden alınınca söyleyecek sözleri kalmamıştı. Bu noktada muhafazakarından (eski) İslamcısına kadar geniş kesim yaşanan refahı bir başarı öyküsü kabul edip, iddialarını bir kenara bırakacak hatta sorgulamaya girişecekti. Geleneksel sağ muhafazakar siyasetin öne çıkardığı gelişme, kalkınma ve büyüklük iddiaları küresel sistem sayesinde gerçekleşmişti. Ancak bunun karşılığında yerli girişim, üretim, çalışanların, dar gelirlilerin durumu, gelir dağılımdaki adaletsizlik gibi başlıklar rafa kaldırılacaktı. Hatta terkedilen iddiaları hatırlatıp değerleri temel alan her itiraza karşı mütekebbir bir edanın takınılması olağan hale gelmişti. Bu noktada sağ hatta muhafazakar kesimlerin kalkınma, büyüme odaklı siyaset tasavvurları bir yana, İslamcı geleneğin de özellikle Kapitalizm karşısındaki eski eleştirilerini yenileyemedikleri gibi İslami itirazlarından feragat edenlerin sisteme adapte olma yarışına girmeleri söz konusuydu. İslam -Kapitalizm çatışması türünden Arap dünyasındaki eleştiriler, yerli düşünürlerin İslam iktisat yapısına dair sınırlı çalışmalarının dışında fazlaca ilmi, entelektüel çaba ortaya çıkmadı. Bu durumun entelektüel ve ilmi birikimin oluşum süreci ile anlaşılır bir zafiyet olduğunu söyleyebilirim. Ancak içi doldurulmayı bekleyen temel çerçeve yani İslamcı iddiaların bir anda rafa kaldırılması, eklemlenme sürecini beraberinde getirecekti. Başta sorduğumuz soruya dönecek olursak; küresel Kapitalizmin doğasını, işleyişini, yaşanan dönüşüm ve etkisinin ekonomi ile sınırlı olmayıp kültürel, siyasal bütün bir model olduğunu görmezden gelenler bugün yaşanmakta olanları açıklamakta çaresiz kalabilirler. Türkiye'nin adeta geri dönülmez biçimde küresel sisteme dahil daha doğrusu eklemlenmesinin mahiyeti hakkında kafa yormadan, sorgulamadan olup bitenleri kavramak zor olacaktır. Kapitalizmin mahiyeti, kazandığı yeni boyutları kavramadan, finans -emek gibi İslami ölçülerde temel sorunların es geçildiği yaşanan vakıadır. Sistemin sunduğu imkanların bedeline hazır olmayanlar aynı sistemin bir tür cezalandırma için de devreye gireceğini göremeyeceklerdi. Elbette yaşamakta olduğumuz, küreselleşme adına uluslararası sistemin manipülasyonlarına açık hale gelmenin bir sonucudur. Bunun siyasi, askeri gerekçeleri yakın çevremizde, memlekette yaşadıklarımızdan bağımsız değil. Artık askeri operasyona bile gerek kalmadan finans oyunları ile ülkelere müdahale edilebilir hale gelmiştir. Yaşamakta olduklarımız ve içinden geçtiğimiz süreç hak, adalet, emek, paylaşım, sermaye, faiz gibi İslam'ın adalet düzeninin temelini oluşturan kavramları yeniden düşünmek için bir fırsat olabilir. Hiç olmazsa İslami değerlerle Kapitalist iktisadi ilişki biçimleri arasındaki kapanmaz çelişkinin farkına varan birileri olsun.