Yeni Şafak yazarı: "Emevi Camii'nde namaz kılacağız" diyen kalmadı, neo-İttihatçı sloganlar mazide kaldı

Yeni Şafak yazarı: "Emevi Camii'nde namaz kılacağız" diyen kalmadı, neo-İttihatçı sloganlar mazide kaldı

Yeni Şafak yazarı Salih Tuna, Başbakan Binali Yıldırım'ın "Suriye'de yeni bir sayfanın açılması hayati öneme sahip" açıklamasıyla ilgili olarak "Suriye politikamızın hülasası artık şundan ibarettir: Akan kan bir an evvel dursun, Suriye'nin toprak bütünlüğü sağlansın ve sınırlarımızda ikinci bir İsrail kurulmasın. Farkındaysanız, 'Emevi Camii'nde Cuma kılacağız' diyen kalmadı. Demek ki, Neo – İttihatçı sloganlar mazide kaldı. İyi güzel de, benim suçum neydi?" dedi.

Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan, 2012'de yaptığı konuşmada, "İnşallah Selahaddin Eyyubi'nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camisi'nde namazımızı da kılacağız. Bilali Habeşi'nin, İbn-i Arabi'nin türbesinde, Süleymaniye Külliyesi'nde, Hicaz Demiryolu İstasyonu'nda kardeşliğimiz için özgürce dua edeceğiz" demişti

 

Salih Tuna'nın "İyi güzel de benim suçum neydi?" başlığıyla yayımlanan (24 Ağustos 2016) yazısı şöyle:

TSK'nın alt rütbelileri salkım saçak Fetullahçı, yukarısı muamma. O kadar ki, 15 Temmuz sonrası verdikleri ifadelerin bir tanesi bir tanesini tutmuyor. En kefil olunan tuğgenerale bakıyorsunuz… FETÖ'cü eski bir AK Parti milletvekilinin eniştesi. Eşi derseniz, Fetullah'ın bir emri üzerine neyi var neyi yok gidip Bank Asya'ya yatıran biri. Sizin anlayacağınız, TSK'de alınması gereken daha çok yol var. Bu köşecikte dün de dedim ya; 2013'ten beri at at emniyet hâlâ temizlenemedi; TSK'daki tasfiye şurda henüz 40 küsur gün oldu; ne kadarı temizlenmiş olabilir ki?! Gerçi atıyorsun da ne oluyor; yerine gelen de FETÖ'cü. Kâbus gibi. Devleti yeniden inşa etmek için hem çok radikal değişiklikler yapmak hem de çok hızlı hareket etmek lazım. Çünkü ikinci bir darbe girişimi olmayacağını kimse garanti edemez. Zaten askerinden siyasetçisine kadar garanti eden de yok. Manzarayı umumiye bu! Bu ahval ve şerait içinde dahi acayip-ül garaip kimi zevat, “Suriye'ye girelim” diyebiliyor. Bunların içinde Davutoğlu'na danışmanlık yaptığını iddia edenler de var. İddia diyorum; Davutoğlu'na yakıştıramadığımdan. Yakıştırsam, “çok aradınız mı efendim bu adamları” demek zorunda kalırdım. Bu tip danışmanlar konusunda talihsiz de olabilir, bilemiyorum. Mesela,Etyen Mahçupyan da en son bıraktığımda, “FETÖ'nün arkasında ABD yok” yollu üçüncü yazısını yazmıştı. Yok, ironi yapmaya çalışmıyordu. İroniyi bizim Taha Özhan yapmıştı. Neyse. O değil de, Suriye'ye (neden gireceksin sorusundan geçtim) nasıl gireceksin muhterem? Ordumuz da halimiz de meydanda, görmüyor musun? Yeterince kuşatma altındayız; ABD tüm taşeronlarıyla (FETÖ, PKK, DAİŞ) saldırırken, uçak krizinden sonra arayı yeni düzelttiğimiz Rusyave haliyle İran'la da mı düşman olalım? Gerçekten akıl almaz bir kafa bu! Diyeceksiniz ki, madem öyle, muhatap alma! İyi de, “eleman” bu görüşünü, “Davutoğlu politikasına dönelim” diyerek öne sürüyor, ona ne diyeceksiniz? Saçmalıyor mu? Pardon, saçma olan ne? Davutoğlu'nun Suriye politikası mı, FETÖ'den bütünüyle temizlenmemiş bir orduyla “Suriye'ye girelim” demek mi? Gelinen nokta itibariyle, Suriye politikamızın çok isabetli olmadığı,Numan Kurtulmuş'un ardından Başbakan Binali Yıldırım'ın da açıklamasıyla ortaya çıkmış oldu. Sayın Başbakan geçen gün “Suriye'de yeni bir sayfanın açılması hayati öneme sahip…” dedi. Suriye politikamızın hülasası artık şundan ibarettir: Akan kan bir an evvel dursun, Suriye'nin toprak bütünlüğü sağlansın ve sınırlarımızda ikinci bir İsrail kurulmasın. Farkındaysanız, “Emevi Camii'nde Cuma kılacağız” diyen kalmadı. Demek ki, Neo – İttihatçı sloganlar mazide kaldı. İyi güzel de, benim suçum neydi? Türkiye'nin bugün geldiği yeri taa 2011'de öngörerek, “Suriye tuzaktır” dediğimiz için yemediğimiz küfür kalmadı. Sadece küfür de değil, hedef gösterildik, tehdit edildik… Ahmet Hakan geçenlerde AK Parti hükümetinin mezkur açıklamaları üzerine, Suriye'yi Davutoğlu'na yıkacaklar, dedi. Kime yıkacaklardı kardeşim; Ali Babacan'a mı? Ali Babacan'ı lafın gelişi söyledim, ama, iyi oldu. Misal, “ekonominin patronu” veya “ekonomi Ali Babacan'a teslim” denilirken, hiç kimse “ekonomiyi bir kişiye yıkmayın” dedi mi? Demem o ki… Bir vakitler Ali Babacan nasıl ki ekonominin patronuydu, Davutoğluda dış politikanın patronuydu işte. Suriye'yi avucumuzun içi gibi ev ev, hane hane biliriz, denildi. Esatgidici, 3 ayı var, bilemedin en fazla 6 ayı kaldı, denildi. Libya'da geç kaldık, bari burnumuzun dibini kaçırmayalım, denildi. Bütün bunlara rağmen “dönemin başbakanı” Erdoğan, Wikileaksbelgelerinde de açıkça belirtildiği üzre, Suriye'ye girmeye direndi. Hatta… Dick Cheney'nin ulusal güvenlik danışmanı John Hannah “Foreign Policy” dergisinde, “Erdoğan'ın, Türk ordusunu, Suriye'de 'süregelen karışıklığı' neticelendirmek için kullanmak istememesine Obama'nın çok bozulduğunu” açık seçik yazdı. Olan oldu artık, bugüne bakalım. Fort Russ Haber Ajansı'nın haberine göre, Suriye hava sahasını uçuşa kapatan ABD, Rusya ve Suriye uçaklarını vurmakla tehdit etti. ABD, Suriye'ye tam anlamıyla “çöktüğünü” ilan etti demek ki. Anlaşılan, “İkinci İsrail”i kurmadan da gitmeyecek. FETÖ taşeronlarıyla 15 Temmuz işgal girişiminde bulunmalarının esas nedeni de budur. Suriye'den sonra Türkiye'ye de “çökeceklerdi.” Değil Türkiye'ye, bundan sonra Suriye'ye de “çökemeyecekler.” Gazi Paşa'nın dediği gibi, “geldikleri gibi gidecekler.” Yani, hiçbir halt edemeyecekler. Yeter ki… Rusya ve bölge ülkeleriyle işbirliği içinde olmanın yanı sıra asla tefrikaya düşmeyelim, birlik olalım.