Yeni Şafak yazarı Salih Tuna, dolar lira paritesinin 3.50 seviyesinde seyretmesinin ardından başlatılan "Doları boz, altın al" kampanyaları ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Yastık altındaki dövizleri bozdurun" çağrısı hakkında "Ne ki, bitmedi. Şimdi en kırılgan noktamız, ekonomimiz, ağır abluka altında. Nasıl direneceğiz?" diye yazdı.
Salih Tuna'nın Yeni Şafak gazetesinin bugünkü (6 Aralık 2016) nüshasında yayımlanan 'O para nasıl bulunacak?' başlıklı yazısı şöyle:
Hali pür – melalimizi, merhum Cemil Meriç'in ifadesiyle tanımlayacak olursak, “Batı'ya gittik Doğu'ya vardık” diyebiliriz. Malumunuz, zaten 3. Selim'den beri hep Batı'ya “gidiyoruz.” Ne ki, Erbakan'ın “Batı kulüp” diyerek yerden yere vurduğu “Batılılaşmak” ile “Batıya rağmen Batılılaşmak” aynı şey değildi. “Batılılaşmak” bütün kurum ve kuruluşlarıyla Batı'ya adeta eklemlenmekti; AB'ye girmek de hedefti. Merhum Erbakan siyasi hayatı boyunca çağdaşlaşma ve modernleşmeyi eleştiriye tabi tutarak temellük ederken, Batılılaşmaya da hep muhalefet etti. Bu nedenle de çoğu kez “hayalperest” olmakla suçlandı. Hatta, “hayalciliğinden” bahseden Ecevit'e, Meclis kürsüsündenunutulmaz bir “kapak” yapmıştı: “Hayalciliğimizden bahsettiler. Teşekkür ederim. Hayal çok kıymetli bir şey… Çünkü hayal etmeden hiçbir şey yapılamaz. Kendileri de şair oldukları için esasen hayalle iç içedirler…” Evet, hayalsiz olmaz, hedefsiz olmaz, ufuksuz olmaz ama gerçeklerden kopmak hiç olmaz. Erbakan da sadece “hayal” etmekle kalmadı, İslam Ortak Pazarı veya “İslam ortak para primi” gibi arayışlara girdi. D 8'le de bir nevi yola koyuldu. Bırakmadılar… NATO'cularla “Süper NATO”cular (günümüzün FETÖ'cüleri) el ele verip iş yapamaz hale getirdiler. Daha evvel bu köşecikte, 28 Şubat deyince akla gelen Fadime Şahin – Müslüm Gündüz kumpasını, FETÖ davasından tutuklu yargılanan eski İzmir Emniyet Müdürü Sami Uslu'dan eski İstanbul İstihbarat Şubesi Müdürü Ali Fuat Yılmaz'a kadar “The Cemaatçi” emniyetçilerin kurduğunu yazmıştım. (10 Ekim 2016, Yeni Şafak) Lafın düzünü edelim; 28 Şubat, “İSTİKAMET BATI, MARŞ MARŞ…” demekten ibaretti. Yoksa nasibimize düşen dipçikti, vasiyetti. Tastamam özgürleşmek için de AB'ye girmek gerekti. Öyle propaganda ediliyordu. Özgürlük de Kopenhag Kriterleri'nde bir bir belirlenmişti. Bu kriterlere uymak da “ev ödevleri” arasındaydı. “Ev ödevlerimizi” yapmaya koyulduk. O kadar ki, kaldırım taşlarımızı bile AB müktesebatına göre döşedik. AB'ye girme aşkımıza kokoreççilerden, bir kısım ulusalcıdan ve kimi Müslüman aydınlardan başka itiraz eden olmadı. Gelgelelim, “müktesebat” veya “ev ödevi” diye diye bizi yol ayrımına getirdiler; ya anahtar teslim Türkiye'yi FETÖ'ye teslim edecektik ya da ne pahasına olursa olsun vatanımızı savunacaktık. Savunma gücümüz kırılsın diye ilkin (onulmaz fay hattı kırıklarına neden olan) Gezi kalkışmasına maruz bırakıldık. (Sonuçta, Gezi öncesi tek haneli olan faiz Gezi sonrası çift haneye yükseldi. Dolar derseniz, 2 liranın altındayken 3 lirayı geçti.) Yetmedi; 17 – 25 Aralık 2013'te Fetullah Gülen'in ifadesiyle “teknik nakavt” gerçekleştirilmek istendi. Başaramayınca, 15 Temmuz'da tankla, savaş uçaklarıyla saldırdılar. Topyekûn püskürttük! Ne ki, bitmedi. Şimdi en kırılgan noktamız, ekonomimiz, ağır abluka altında. Nasıl direneceğiz? Daha evvel yazmıştım, dolara levye atılmaz. Liberalizm bize sadece ekonomik değişkenlerle yerleşmedi ki. Sosyal ve kültürel tüm kılcallarımıza kadar girdi. Liberal bir dünyada egemen güçlere kafa tutarken, kılcallarında liberal değişkenler dolaşan bir toplumla nasıl direneceğiz? Bu meydanda, 15 Temmuz direnişi teminatımızdır, ama yetmez. Zaten yetecek olsaydı hükümet, dolarları TL'ye çevirmeyi veya Rusya, İran ve Çin'le kendi paralarımız üzerinden ticaret yapmayı hedeflemezdi. En büyük teminatlarımızdan biri de Sayın Erdoğan'ın en kritik eşiklerde dahi gerçekçi politikalar ortaya koyması ve ekonominin biricikliğinin alabildiğine farkında olmasıdır. Şunu aklımızda tutmak mecburiyetimiz var: Mevcut işsizlik seviyesini koruyabilmemiz için yıllık ortalama yüzde 3 - 4'ler seviyesinde büyüme yakalamamız şart. Son yıllarda bu seviyeleri yakalayamadığımız için işsizlik tek haneli rakamlardan tekrar yüzde 10'un üzerine çıktı. AK Parti'nin temel başarılarından biri takdir edersiniz ki, refahı artırmak ve yeni istihdam alanları oluşturmaktı. Malumunuz, tasarruf seviyemiz çok düşük. Yatırımların finansmanı ve büyümenin sürdürülmesi için yılda 200 milyar dolar dışardan gelecek paraya ihtiyacımız var. Bu parayı nasıl bulacağız? Büyüme kompozisyonuna baktığımızda da şöyle bir sorunumuz var: Özellikle son yıllarda yatırımlar küçülürken tüketim harcamaları çok arttı. Bu sorunları aşmanın bir yolu yok mu? Olmalı. Olacak. Başka yolu yok. Kısa, orta ve uzun vadede neler yapılmalı, onu da yarın anlatalım.