Eski Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Birleşmiş Milletler (BM) ile ilgili olarak kullandığı "Dünya beşten büyüktür" sözünün '200'den fazla ülkeyi derinden etkilemediğini' savundu. Öztürk "Çünkü dünyanın kaderine hükmettiğini düşünen o beş daimi ülke, geri kalan iki yüz ülkeden ekonomik, askeri ve siyasi olarak daha güçlü. Zayıflar da güce tapar. Güçlülerin haklı görüldüğü bir dünya düzeninin acı gerçeği budur" diye yazdı.
Kemal Öztürk'ün Yeni Şafak'ta "Dünya düzeninin acı gerçekleri" başlığıyla yayımlanan (27 Eylül 2016) yazısı şöyle:
Hepsini alt alta koyduğunuzda, dünyanın acı gerçeklerini görürsünüz. O zaman ideallerin, etik değerlerin, ahlakın, insani değerlerin ve hukukun ne anlama geldiğini daha iyi anlarsınız. Bunu anladığınızda moraliniz bozulur, umudunuz zedelenir, isyan edesiniz gelir. Yine de tüm bu duygulara rağmen gerçeklerle yüzleşir ve gerçek bir kavganın nasıl olacağını daha iyi anlarsınız. Eğer hak ve adalet mücadelesi verecekseniz, bu gerçeklerle yüzleşmek, onların acısını derinden hissetmek ama bir o kadar ayaklarınızı yere basarak, uzun soluklu ve zorlu bir mücadeleye hazırlanırsınız. Romantizm ve popülizmden arındığımızda Sadece kendi ülkemiz, kendi coğrafyamızda yaşananları anlamaya çalışalım. Şahidi, öznesi ya da nesnesi olduğumuz olayları, duygusallıktan uzak bir şekilde anlamak zorundayız. Tepkilerimiz romantizm ve popülizmden arındırıldığında, aslında nasıl bir saldırıyla muhatap olduğumuzu ve buna karşın ne yaptığımızı daha iyi anlarız. Dünyanın acı gerçeğini, vahşi düzenini anlamazsak, ne onlarla mücadele edebiliriz, ne de galip gelebiliriz. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Birleşmiş Milletler'de yaptığı tarihi konuşmada, 'dünya beşten büyüktür' sözü, bir idealizmi yansıtır. Lakin bu söz, muhatabı olan 200'den fazla ülkeyi öyle derinden etkilemiyor. Çünkü dünyanın kaderine hükmettiğini düşünen o beş daimi ülke, geri kalan iki yüz ülkeden ekonomik, askeri ve siyasi olarak daha güçlü.Zayıflar da güce tapar. Güçlülerin haklı görüldüğü bir dünya düzeninin acı gerçeği budur. Bu beş ülke, dünyanın tüm savaş bölgelerine en çok silah satan ülkeler olarak, neden savaşların bitmesini istesin ki? Ölümden, katliamdan ve cinnetten para kazanıyorlar. Ölen de öldüren de sevmedikleri insanlar. Bu ölümden parayı kazanan kendileri. O zaman bu düzeni neden değiştirsinler? Suriye'de son bir kaç günde Rus ve Şam yönetimi uçakları 400'den fazla sivili öldürürken, kimse kılını kıpırdatmıyorsa, o beş ülkenin gücüne, tahakkümüne teslim olmalarındandır. Gözlerimizin önünde, ABD uçaklara silah doldurup, düşmanımıza veriyor. Rusya istediği kadar insan öldürüyor. Tüm bunlar güçlü oldukları için haklı olduklarını, güçlü oldukları için yargılanamadıklarını anlatıyordur hepimize. Kredi derecelendirme kuruluşuna mahkum olmak Moody's kredi notumuzu düşürürken, buna vereceğiniz duygusal tepki ne olursa olsun, dünya yatırımcılarını etkilemiyor. Çünkü sizin ya da Batı dünyasının haricinde, dünya yatırımcılarını etkileyecek bir tek kredi derecelendirmek kurumunuz yok. Ekonominiz sağlam olsa da, işte o Londra'daki karanlık ilişkilerin içinde yer alan derecelendirme kurumları, bir not değişikliği ile sizi köşeye sıkıştırabiliyor. Dünyadaki tüm finans hareketlerinin %70'i Londra üzerinden geçiyor. Dünya enerji sektörü, altın ve kıymetli taşlar sektörü, silah pazarı hep Londra'da kurulu şirketlerin tekelinde. Kendi ülkenizde bir şehirden başka bir şehre 1 dolar bile gönderseniz, bu para, önce Amerikan bankalarından geçmek zorunda. Dünya ticareti ABD Doları'na mahkum edilmişken, sizin buna isyanınız çok büyük anlam ifade etmiyor. Sosyal paylaşım sitelerine esir olmak Dünyanın en büyük sosyal paylaşım siteleri Amerikalıların. Facebook bugünlerde Filistin'de işgal edilmiş toprakları için mücadele eden insanların hesaplarını kapatıyor. Twitter, Cumhurbaşkanı Erdoğan lehine olan etiketleri gündemden düşürüyor. Youtube, Ortadoğu'daki terör örgütlerinin en büyük propaganda aygıtına dönüştü. Google, istemezse arandığınızda asla bulunamazsınız... Hepsine sadece duygusal tepkiler verebilirsiniz, zira sizin dünyada etkin tek bir sosyal paylaşım siteniz yok. Onlara mahkumsunuz. Onların gazeteleri, televizyonları, iletişim araçları olmadan sesinizi dünyaya duyuramıyorsunuz. Bu acı gerçeği daha ne kadar çok olayda anlamamız gerekiyor bilemiyorum. Siyaseten darbeye ses çıkarmazlarken, sizi bir de, 'darbecilere haksızlık yapıyorsunuz' diye mahkum etmeye çalışıyorlar. 'Alın Avrupa Birliği'ni, NATO'yu, Atlantik Paktı'nızı başınıza çalın' diyemiyorsunuz işte. Onların yerine bir alternatifiniz yok çünkü. Hepsi acı gerçekleri anlamamız için sadece son bir iki ayda yaşadıklarımızdan bazıları. Dünyanın acımasız, adaletsiz ve gücün üstünlüğüne dayalı sistemiyle nasıl muhatap olduğumuzu anlamız için yeterli sanırım. Pes etmek yerine, daha iyisini yapmak: Bayraktar Tüm bunlara söylerken, pes etmekten, umutsuz olmaktan, ezilmekten bahsetmiyorum. Tüm bunlara bakıp, onlara boyun eğelim demiyorum. Ancak tüm bunlara bakıp onlardan daha güçlü nasıl olabiliriz, buna kafa yoralım diyorum. Buna en güzel örnek, bize insansız silahlı hava araçlarını vermeyen ABD'ye karşı, yerli ve milli Bayraktar projesini geliştirmektir. Bugün dünyada, insansız hava aracı konusunda artık biz de söz sahibiyiz. İşte yapmamız gereken şey bu, uğraşmamız gereken hedef bu. Enerjimizi, gücümüzü, fikrimizi, zikrimizi, 'daha güçlü Türkiye nasıl olur? Nasıl kurumsal, daha sağlam bir yapı nasıl kurarız?, buna harcamalıyız. Eğer hedefiniz bu olursa, o zaman kendi insanınızla uğraşmazsınız, o zaman saflarınızı bozmazsınız, o zaman kifayetsiz muhterislere meydan bırakılmaz. O zaman gerçek mücadele nasıl yapılır, dünyaya göstermiş oluruz.