Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu, Özgür Gündem'de nöbetçi eş genel yayın yönetmenliği yapan Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Başkanı Şebnem Korur Fincancı, Sınır Tanımayan Gazeteciler Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu ve yazar Ahmet Nesin'in tutuklanmasıyla ilgili olarak, "bir günlüğüne sembolik yayın yönetmenliği yaptıkları için, daha doğrusu o günkü gazetelerde suç unsurları bulunduğu için tutaklanmaları inanılır gibi değildir. Durum, traji komiktir" dedi. "Ne var ki bu tür tutuklanmalar için bu “gergin rejim” açısından işlevseldir" ifadesini kullanan Bayramoğlu, "Nitekim bugün bu tutuklamalarla siyaset ve düşünce özgürlüğünün sınırlarını çizilmekte ve çıta yerlerde sürünmektedir" diye yazdı.
Ali Bayramoğlu'nun, "Tutuklama ve bellek..." başlığıyla yayımlanan (23 Haziran 2016) yazısı şöyle:
Diyelim ki “terör ve terörist tanımı”nın kapsamını genişletildi. Kürt meselesinde resmi bakışın dışına taşan tüm sorular, anlama çabaları, siyasi öneriler, tartışmalar, ilişkiler terör örgütüne destek ya da onu meşrulaştırma faaliyeti olarak kabul edilmeye başladı. Bu konuda çalışan akademisyenler, fikir üreten entelektüeller, haber ve yorum yapan gazeteciler, öneri getiren siyasetçiler, resmi görüşün sınırlarını aşan her adımda, terörist ve hain ilan edilme baskı ve tehlikesiyle karşı karşıya kaldılar. Velhasıl siyaset ve ifade özgürlüğü alanı sadece resmi bakışa yer verecek oranda daraltıldı, denetim altına alındı ve “terörle mücadele”nin bir aracı haline getirildi. Kürt meselesi ve çözümü iyiden bu mücadeleyle indirgendi. Sormak gerekir: Bir: Böyle bir yol Kürt meselesinin, bırakın Kürt meselesini terör ve şiddet sorununun çözümüne yardımcı olur mu? İki: Kürt meselesinden diğer sorun alanlarına da hızla sirayet edecek “asayiş ve denetim” esasına dayalı bu bakışı ve ima ettiği düzeni nasıl adlandırmak gerekir? Aslında bu iki soru bir başka soruyla birleştirilebilir: Demokratik siyaset fikrini esas almayan, demokrasinin “olmazsa olmazları”nı, özgürlükler alanını boğarak, siyaset imkanlarını sınırlayan bir düzenin adı ne olursa olsun, sorun çözme kabiliyeti olabilir mi? Tarihte örneği yoktur. Askeri çözüm, güvenlikçi çözüm diye bir çözüm modeli yoktur. Çözüm sandığınız her salt askeri hamle bitmemiş ve bedelleri ağır olan bir hamledir, keskin olanları ise 100 yıl sonra bile gelip yakanıza, vicdanınıza yapışır. Kürt meselesi 30 yıllık. Bu 30 yıl, genellikle güvenlikçi politikalarla yürüdü. İki askeri darbe gördü, sayısız parti kapattı, insan tutukladı, hayata mal oldu, Susurluk politikalarına, devlet çetelerine tanık oldu. Sonuç, bedeller, yitenler, otoriterleşme dışında bir “hiç”tir. Tüm bunlara rağmen, Türkiye'nin, yıllarca, asker ve sivil iktidarlar boyunca, dış kaynaklı ve iç bağlantılı terör hadisesine indirgediği Kürt meselesinde keskin güvenlikçi söyleme ve uygulamalara geri dönmesine “rasyonel” bir açıklama bulmak çok zordur. Eğer izlenen bu keskin politikaların nedeni, siyaset kapılarını yeniden açmak için örgütü stratejisini değiştirmeye zorlamak ve gücünü kırmak, bir yere kadar rasyonellikten söz edilebilirdi. Ancak her geçen gün, durumun (bir dönem tersini ummuştum gibi) bu olmadığını kanıtlayan vahim gelişmeler yaşanıyor. Bu gelişmelerin önemli bir kısmı, “terör ve terörist” tanımının kapsamının uygulamada genişletildiğini gösteriyor. İşkenceyle mücadelenin kilometre taşlarından olan İstanbul Protokolü'nün mimarlarından, İHV Başkanı Fincancı'nın, yılların habercisi ve Sınır Tanımayan Gazeteciler Türkiye temsilcisi Erol Önderoğlu'nun Özgür Gündem Gazetesi'nde bir günlüğüne sembolik yayın yönetmenliği yaptıkları için, daha doğrusu o günkü gazetelerde suç unsurları bulunduğu için tutaklanmaları inanılır gibi değildir. Durum, traji komiktir. Ne var ki bu tür tutuklanmalar için bu “gergin rejim” açısından işlevseldir. Nitekim bugün bu tutuklamalarla siyaset ve düşünce özgürlüğünün sınırlarını çizilmekte ve çıta yerlerde sürünmektedir. Dün başka bir vesileyle söylediğimi tekrar etmek isterim: Bu tür bildik politikalar ve uygulamalar sorunları içinden çıkılmaz hale getirmek ve rejimi demokrasiden uzaklaştırmak yanında, bir süre sonra ülkeyi yönetilemez hale getirirler. Demokratik siyaset sorunları konuşarak müzakere ederek çözmek demektir. Toplumdaki farklı beklenti, öneri ve taleplerin birbirlerini etkileyerek, birbirlerinden beslenerek, kararlara zemin oluşturması demektir. Farklı kesim ve talepler arasındaki fikir alışverişinin ve ortak payda arayışının tek vasıtası ise düşünce özgürlüğüdür. Bunlar yoksa kavga vardır… AK Parti'nin ve yöneticilerinin özgürlük ve demokrasi eksikliğinden, siyasi alan darlığından ne denli çektiklerini, iktidara bunu tersine çevirme ihtiyacıyla taşındıklarını hatırlamaları gerekir.