Yeni Şafak yazarı Süleyman Seyfi Öğün, Mevlana'nın ölüm yıl dönümü münasebetiyle her yıl aralık ayında yapılan Şeb-i Arus kutlamalarını hatırlatarak, "Bugün Şeb-i Arus, özellikle de Batı'da ihdas edilen Rûmiciliğin de katkısıyla bizzat Konya turizminin geçim kaynağıdır" görüşünü dile getirdi. Öğün, "Hâsılı kendimizi kandırmayalım: Artık ortada ne Mevlâna ne Mevlevîlik kaldı. Üzülsek de durum budur" ifadesini kullandı.
Öğün'ün Yeni Şafak'ta "Mevlânâcılık" başlığıyla yayımlanan (21 Aralık 2015) yazısı şöyle:
Kültürel dünyâların beklenmedik açılımları oluyor. Bunu kavrayabilmek için zihnimize bu konuda sâbiteler yükleyen komplekslerimizden arınmak gerekiyor. Târihsel galeriler, kültürlerin dinamik boyutlarını sergiliyor. Kültürel dünyâların dinamikleri kültürel özler olarak dondurulmak ve sabitlenmek istenen ne varsa onları silip süpürüyor. Kültürden bahsetmek ancak onun yeniden üretimleri düzeyinde karşılığını bulursa anlamlı olabiliyor. Kültürel yeniden üretim, beğenelim veya beğenmeyelim, hayâtın “maddî” taraflarındaki dönüşümler tarafından tâyin ediliyor. Gerisi, “maddî olmayan” zihinsel yorumlara kalıyor. Zâten kıyâmet de burada kopuyor. Veri bir kültürel durumun maddî yapıları farklı bir dünyâdaki karşılıklarına saplanan muhafazakâr yorumlar ile onun câri maddî dünyâdaki yorumları çatışıyor. Bilindiği üzere 17 Aralık târihi büyük mutasavvıf Mevlâna'nın ölüm yıldönümüdür. Eğer Cumhûriyetin katı yasaklarının hüküm sürdüğü on seneler dışarıda bırakılacak olursa, bu târihler asırlar boyu Mevlâna'yı hatırlamanın, fikirlerini idrâk etmenin vesileleri olarak kutlanmıştır. Bu kutlamaları Mevlâna'yı seven ardıllarınca başlatılan bir gelenek olarak değerlendirmek gerekiyor. Mevlâna'nın, sağlığında fikirlerini kurumsallaştıracak bir şey yapmadığını biliyoruz. Demek ki Mevlâna ile Mevlevîliğin birebir, veya aynı şey olmadığını görmek gerekiyor. Mevlevîlik, Mevlâna'nın ölümünün ardından kendisini sevenlerce fikirleri ekseninde kurumsallaşmanın karşılığıdır. Kimbilir; belki de Mevlâna, fikirlerinin kurumsallaşmasını istemeyecekti. Bunu bilmiyoruz. Bununla berâber, Mevlevîlik, özellikle İstanbul'daki gelişimiyle âdab-ı muaşerette ve sanatlarda Mevlevîlerin katkısının ne kadar mühim olduğu âşikârdır. Mevlevîlik, tek-parti devrinde, tıpkı diğer sûfî yapılar gibi iktidârın hışmına uğradı. Dergâhları kapatıldı. Âyinleri yasaklandı. Kısm-ı âzamı ince işçiliklerin mahsûlü olan varlıkları dağıldı, tahrip oldu, yer yer yağmalandı. Bu horlama karşısında zarif Mevlevîler seslerini çıkarmadı. Kaderlerine boyun eğdiler ve pek çoğu âilevî dünyâlarına çekildiler. Kültürel zincir parçalandı. Mevlevî hayât tarzı artık kurumsallaşmış bir yapı içindeki aktarım imkânlarını kaybetti. Pek çok başka tarikat kendi “underground” dünyâlarında şöyle veya böyle geleneklerini ve âyinlerini devam ettirirken, Mevlevîler- muhtemelen bunu bir küçüklük saydı ve yapmadı. 1950'lerden îtibâren yaşanan yumuşama Konya merkezli olmak kaydıyla bir hareketlenme yaşandı. Yavaş yavaş ihtifâller düzenli gösterilere dönüştü. Sayıları az da olsa Mevlevîhane görgüsüne ve tecrübesine sâhip bir grup insan bunun öncülüğünü yaptı. Kanaatimce bu esaslı bir kırılmadır. Çünkü, Mevlevîlik için, Mevlâna'nın yaşadığı ve yürüdüğü yer olarak Konya elbette ki çok mühimdir. Mevlevîliğin en yüksek mertebesi olarak Çelebilik makâmının Konya'da muhafaza edilmiş olması bunun göstergesidir. Ama Mevlevîliğin kültürel incelikleri İstanbul'da gerçekleşmiştir. Yâni kültürel olarak Mevlevîliğin başşehri İstanbul'dur. Yeni uygulamada Konya'nın merkez seçilmesi araya bir mesâfe koymuştur. Nitekim İstanbullu Mevlevîlerin her sene Konya'ya gelmesi başlıbaşına bir çileye dönüşmüştür. Hâlbuki bu etkinlikler çeşitlendirilebilse, İstanbul dergâhları merkezde tutulabilse ve de İstanbul'un otokton Mevlevîlerinin deplâsman zorunluluğu olmasa daha anlamlı olabilirdi. Diğer taraftan, bu yumuşamanın başlangıcından îtibâren, kimisi kaderine bırakılmış, kimisi müzeleştirilmiş Mevlevî dergâhlarının, İstanbullu Mevlevîlerin mahfelleri olarak yeniden işlevselleştirilmesi sağlansaydı belki de durum biraz daha farklı olabilirdi. Senede bir defa Konya'da yapılan faaliyetlerin zaman içinde kârlılık temelinde işleyen gösteri kültürünün bir parçası hâline gelmesi kaçınılmazdı. Görgüsüz dindarlaşmanın düğünlerinde, dükkân açılışlarında, kafelerde, AVM'lerde “semazen döndürmesi” bunun zirvesidir. Ama unutmayalım ki, bugün Şeb-i Arus, özellikle de Batı'da ihdas edilen Rûmiciliğin de katkısıyla bizzat Konya turizminin geçim kaynağıdır. Daha beteri gösteri yarışı, Mevlevîliği kimin “göstereceği” meselesini gündeme getirmiş ve bu işe soyunanları da birbirine düşürmüş, bir kısmı kamuoyuna da yansıyan çok çirkin kavgalara dönüşmüştür. Hâsılı kendimizi kandırmayalım: Artık ortada ne Mevlâna ne Mevlevîlik kaldı. Üzülsek de durum budur.