Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan, TBMM Başkanı İsmail Kahraman'ın "Yeni anayasada laiklik yer almamalı" açıklamasıyla başlayan tartışmaya ilişkin olarak, "Laiklik bu ülkenin boynuna geçirilmiş bir tasma" dedi. "Laikliğin özgürlük olduğu iddiası tam anlamıyla efsanedir, masaldır" diyen Kaplan, "Batılılar, farklı dinlerle, kültürlerle ve medeniyetlerle barış içinde, nasıl bir arada yaşanabileceğini bilmiyorlar. Sadece 'laiklik, özgürlük, demokrasi' gibi ayartıcı maskelerin arkasına saklanarak dünyayı sömürgeleştirmeye, dize getirmeye devam ediyorlar" görüşünü dile getirdi.
Kaplan'ın Yeni Şafak'ta "Laiklik, 'tasma'! Özgürlükse, ayartıcı maskesi!" başlığıyla yayımlanan (29 Nisan 2016) yazısı şöyle:
Önce şu yakıcı gerçeklerin altını çizmek isterim:
Bu ülkede, bütün cinayetler laiklik adına işlendi!
Binlerce İskilipli Atıf, laiklik adına ipe gönderildi!
Darbeler, laiklik adına gerçekleştirildi!
Bu toplum, "irtica tehdidi” diye diye laiklik adına dayak yedi, sindirildi!
Önce, bütün devlet ve kurumları laikleştirildi, İslâm'dan “temizlendi”; sonra da toplum.
İyi de, laiklik ne, peki? Bu ülkenin boynuna geçirilmiş bir “tasma”, elbette ki.
Türkiye'de laiklik konusunda kafamız tam anlamıyla çağdaş hurafeler çöplüğüne dönüşmüş durumda.
Ne laikliğin ne olduğunu, Batı'da nasıl doğduğunu, ne tür işlevler gördüğünü; ne de Türkiye'de ne işe yaradığını biliyoruz hakkıyla!
Batı, laikleşmek zorundaydı. (Burada laiklikle sekülerliği birbirinden ayırmadığımı, din-dışı bir dünyaya işaret eden aynı paradigma'nın farklı tezahürleri olan ama esas itibariyle insanı tanrılaştıran paganlaşma sürecinin bizatihî kendisi olduğu gerçeğini hatırlatmak isterim.)
İslâm medeniyetinin geliştirdiği meydan okumaya, insanın özgür iradesini ipotek altına alan Kilise ile cevap üretebilmesi çok zordu Batı'nın.
Annales Okulu'nun son temsilcisi, yaşayan en büyük tarihçi William McNeill, 2500 yıllık Batı uygarlık tarihi tecrübesini enfes bir şekilde bir cümleyle şöyle özetler: “Batı uygarlığı ifrat / abartı ve tefrit / ayartı arasında yaşanan bir med-cezir hikâyesidir” der.
Batılılar, İslâm medeniyetinin geliştirdiği meydan okumayı durdurabilmek için, Kilise'yi yıktılar; yerine, din-dışı, pagan bir yolculuğa çıktılar. Peter Gay, 2 ciltlik nefis “The Enlightenment” başlıklı kitabında, bu laikleşme / sekülerleşme sürecini “modern paganizmin yükselişi” diye tarif eder.
Laiklik, Türkiye'deki bütün kesimler arasında “özgürleşme”, “devletin bütün dinlere eşit mesafede durması” olarak anlaşılır.
Muhafazakâr kesimlerin de, laik kesimlerin de laiklikten anladığı bu, işte!
Ama bu laiklik anlayışı, tam anlamıyla ezberdir, efsanedir, masaldır!
Önce Batı'da laik devlet, bütün dinlere değil, Hıristiyan kökenli “mezheplere”, Batı kökenli felsefî sistemlere, inanış biçimlerine eşit mesafededir. Batı-dışındaki bütün dinler de, düşünce sistemleri de ötekidir, ötekileştirilir, dışlanır, en azından marjinalleştirilir, periferiye itilir ve “hadım edilir”.
İslamofobi, işte bu Batı'nın eseri: İslamofobi adına, kaç devlet işgal edildi, kaç terör örgütü kuruldu ve sahaya sürüldü, değil mi?
İkincisi, laikliğin özgürlük olduğu iddiası da tam anlamıyla efsanedir, masaldır.
Batılılar, “laikliği, uygarlığı, demokrasiyi, insan hakları” söylemlerini dillerinden düşürmüyorlar ama öte yandan da diktatörlüklerle iş tutuyorlar, istedikleri ülkeleri işgal etmekten çekinmiyorlar ve dünyaya 5 zorba devletle “orman kanunları”na göre çeki düzen veriyorlar! Öyle değil mi?
Kaldı ki, Batı'da laiklik, özgürlük olarak algılanmaz. Sözgelişi, çağımızın iki büyük tarihçisinden biri, Fernand Braudel, laikliğin, “özgürlükler değil, imtiyazlar, çıkarlar üzerine doğduğunu” söyler.
Yine William McNeill, Avrupa'nın laikliğinin özgürlükleri yaymak değil, çıkarları paylaştırmak üzere doğduğunu anlatır uzun uzadıya -Külliyat Yayınları'ndan yayımladığımız “magnum opus”u / “başyapıt”ı “Avrupa Tarihinin Oluşumu” başlıklı kitabında.
Meselenin felsefî boyutu daha da hayatîdir: Laiklik, Tanrı fikrini, hakikat fikrini yok etmiş, insanı tanrılaştırmıştır. Ortaya çıkan manzarayı, parlak filozoflardan Luc Ferry şöyle özetler:
“Modernler, ikame dinler, Tanrısız maneviyatlar.. ideolojiler icat ettiler. Bunlar bilim gibi, devrim gibi, ulusçuluk gibi laik putlardı...”
Ve şöyle devam eder, Luc Ferry: “Bunlar sahte dinlerdi... İnsanlık, fikriyat ve maneviyat alanında, hiç bu denli altüst olmamış, çaresiz bir durumda kalmamıştır”.
Dikkat buyurusun lütfen: Bu sözleri söyleyen filozof, ateist bir filozoftur!
Başka alıntı yapmayacağım Batılı düşünürlerden. Sadece şu kadarını söylemekle yetineceğim:
Batı'da laiklik ateist düşünürler tarafından bile çatır çatır tartışılırken, bizde bırakın laik, sosyalist kesimleri, İslâmî kesimler tarafından bile neredeyse tartışılmaz mutlak ve evrensel özgürlük ilkesi olarak benimsenebiliyor!
Bu nasıl bir travmadır, nasıl bir savrulmadır, insanın nutku kesiliyor, gerçekten!
Bu meseleye pazar günkü yazıda da devam edeceğim. Son olarak şunu söylemeden geçemeyeceğim:
Batılılar, farklı dinlerle, kültürlerle ve medeniyetlerle barış içinde, nasıl bir arada yaşanabileceğini bilmiyorlar, sadece “laiklik, özgürlük, demokrasi” gibi ayartıcı maskelerin arkasına saklanarak dünyayı sömürgeleştirmeye, dize getirmeye devam ediyorlar.
Dünyada 6 asır üç kıtada barış yurdu'nu biz kurduk yalnızca. Biz çekildik tarihten; Batılılar, bir asırda dünyayı cehenneme çevirdiler!
İslâm dünyasında Baas gibi laik diktatörlüklerle iş tutuyor Batılılar ve “demokrasi, özgürlük” nutukları atmayı da ihmal etmiyorlar hiç bir zaman! Dünyayı aptallaştırıyorlar.
Türkiye'nin “sivil anayasa” yapımı sürecinde bu ülkenin medeniyet dinamikleri ve kültürel değerleri ekseninde bir anayasa yapmasını bekliyorum. Toplum da bunu bekliyor yarım asırdır...
Yoksa sürgünümüz bitmeyecek bizim...
Pazar günkü yazıda laikliğin sancılı, travmatik, şizofrenik Türkiye hikâyesini yazacağım...