Eski Anadolu Ajansı (AA) Genel Müdürü ve Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk, liyakat ve ehliket meselesinin 15 yıllık AKP iktidarları döneminde hiç bu kadar gerilemediğini savunarak "İlk yıllarda hatırlıyorum, Erdoğan ve diğer yöneticiler, kurumların başına birini atarken, kılı kırık yaran bir titizlikle hareket ederlerdi. Şimdi bu hassasiyet çok azaldı maalesef" dedi.
Kemal Öztürk'ün "Devletin kurumlarını nasıl değiştireceğiz?" başlığıyla yayımlanan (26 Nisan 2017) yazısı şöyle:
Uzun yıllar oturduğunuz bir evi taşıdınız mı hiç? 'Bir kamyon ancak tutar' diyorsunuz ama eşyaları yüklemeye başlayınca anlıyorsunuz, meğer iki kamyonluk eşya birikmiş de farkında değilsiniz. Yaklaşık yüz yıldır aynı evde oturuyoruz. Odaların şekli şemali değişti ama ilk defa bu denli köklü bir değişim yapacağız. Parlamenter sistemden, Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş, yüz yıllık evde birikmiş eşyaları taşımaya benziyor.
Bürokratik oligarşiden şikayetçi olanlar için bulunmaz bir fırsat. Çünkü bizim evde taşınırken, eskimiş ya da gereksiz eşyaları atardı annemler. Yeni eve temiz, kullanılabilir, bozulmamış eşyaları götürür, bir de yeni eşyalar alırdık. Şimdi tüm kurumlar elden geçecek. İşlemez olanı var, köhnemiş olanı var, yenilenmesi gerekenler var, tamir edilmesi gerekenler var… Devlet bürokrasisinden bahsediyoruz. Devleti yeniden kurgulamak, sistemini değiştirmekten bahsediyoruz. Önemli. Sayısını kimse bilmiyor ama, iki binden fazla kanunda değişiklik yapılacak. Hangi kurum nereye bağlı, nasıl atama yapılacak, nasıl işleyecek… bunların çoğu kanunla ve ona bağlı yönetmeliklerle düzenlenmiş. İki bin kanun demek, on binlerce yönetmelik ve mevzuat değişikliği demek aynı zamanda. Bu değişim projesini kim yönetecek bilmiyorum. Ancak hayati derecek önemli bir proje yönetecekler. Belki de bundan sonra yüz yıl çalışacak bir sistem olacak. Bu teknik düzenleme, devlet-millet ilişkisini, bürokratik açıdan düzenleyecek. Kurumların yapısı, işleyişi, işletilmesi ve insan kaynağının istihdamı yeniden ve radikal bir şekilde düzenlenebilecek.
Yeni düzenleme yaparken en başta çok önemli genel prensipler belirlemek gerekir. Bürokratik oligarşiden Ecevit de, Özal da, Erdoğan da şikayetçiydi. İlk ikisi bu sistemi çok değiştiremedi. Ancak bu Anaysa değişikliği Cumhurbaşkanı Erdoğan'a oligarşi doğuran sistemi değiştirme fırsatı veriyor. Yapılacak kanuni düzenleme, “Bu kurum Başbakan yerine, Cumhurbaşkanı'na bağlıdır” diye lafzi bir düzenleme olursa, oligarşinin gücü devam eder ve hiçbir şeyi değiştirmemiş olursunuz. Ancak bu kanunu değiştirirken, kurumların yapısal reformlarını gerçekleştirecek düzenlemeyi de yaparsanız, o zaman işte ideal bir bürokrasi kurar ve onun oligarşik bir güç olmasını da engellemiş olursunuz. AK Parti, kendi kadrolarını iş başına getirdiği için bürokratik oligarşiyi kırdığını düşünüyorsa yanılıyor. Zira getirdiği kadrolar da oligarşik düzenin bir parçasına dönüştü maalesef (bunun detaylarını okumak isterseniz 18 Ocak 2017 tarihli yazıya bakınız). Yüz yıldır çalışan sistem, bürokrasinin kendi içinde bir güç oluşturması ve siyaseti dengelemesi üzerine tasarlanmış. Ancak bürokrasi, siyaseti dengelemek yerine, onu kontrol etmek, hatta emrine almak için çabaladı ve başardı. Askeri bürokrasi, güvenlik bürokrasisi, yargı bürokrasisi, hariciye bürokrasisi, maliye bürokrasisi bugüne kadar birçok kez siyasi iktidarları kontrol altına almayı başardı. Buna bir de medya bürokrasisini ekleyin şimdi.
Stratejik olarak, bir kurumun başına kendi siyasi görüşünden bir yönetici atamak, bürokratik oligarşiyi kırmak anlamına gelir mi? Ya da o kurumun maksimum verimle çalışmasını sağlar mı? Bence hayır. Bir kurumu yeniden yapılandırırken, Türkiye'nin ve dünyanın çok hızlı değişen şartlarına uyum sağlayacak şekilde dizayn etmedikten sonra, yöneticinin değişmesi çok şey ifade etmez. Onlarca kurum ismi verebilirim böyle. Yöneticileri değişmesine rağmen, yapısal sorunları nedeniyle halen dünyanın, hatta Türkiye'nin gerisindeler. Kurumların dönüşmesinde ilk gözetilecek şey, “benim adamım olsun” kriteri olduğu için, bugüne kadar tüm siyasi iktidarlar bürokraside maksimum verimlilik ve dünya ile rekabet kısmını kaçırmıştır. Buna AK Parti'nin son dönemini de ekleyebiliriz. Liyakat ve ehliyet meselesi, 15 yıllık AK Parti iktidarları döneminde, bu son dönem kadar hiç gerilememişti. İlk yıllarda hatırlıyorum, Erdoğan ve diğer yöneticiler, kurumların başına birini atarken, kılı kırık yaran bir titizlikle hareket ederlerdi. Şimdi bu hassasiyet çok azaldı maalesef. Bu nedenledir ki, kurumlarda verimlilik, üretkenlik, rekabet şartları çok geriledi. Zira tüm kurumlar, başlarına atanan yöneticiye göre pozisyon alır, renk değiştirir ve ona göre bir performans gösterir.
Mevcut sistemde, her bürokratın stratejik hedefi, bir üst koltuğa oturmak, üstte bir koltuk yoksa da oturduğu koltuktan kalkmamaktır. Kurumun başarısı ve hedeflerine ulaşması sonradan gelecek bir stratejidir onun için. Şu anda birçok kurumun içinin boşalması, inisiyatif kaybetmesi ve işlevsizleşmesinin sebebi de budur. Özetle, kişi merkezli bir sistem bugüne kadar süre geldi. Oysa kişilerden bağımsız, dünya ile rekabet edecek bir kurumsallaşmaya ihtiyaç var. Yani her kurumun Cumhuriyet'in 100. Yılı hedefi olması, kurumsal olarak bir hedefe ulaşmaya çalışması ve bunu başaramayan yöneticilerin de hesap vermesi gerekir. Bu olmadı. Şimdi bunu yeniden kazanacak bir fırsat elimize geçiyor. Evi taşıyoruz. Eskimiş eşyalardan kurtulalım, arızalı olanları tamir edelim ve yeni, güzel eşyalar alalım. Bürokrasiyi dünya ile rekabet edecek şekilde değiştirmezsek, Cumhuriyetin 100. Yıl hedeflerine ulaşmamız mümkün olmadığı gibi, mevcut durumumuzdan daha da gerilememiz bile söz konusu olabilir.