Yeni Şafak yazası Mustafa Armağan, Prof. Şükrü Hanioğlu ve enerji uzmanı Volkan Ediger'in araştırmalarına dayandırdığı yazısında Musul petrolünün Lozan'da ABD-İngiltere arasındaki sıkı pazarlıklara konu olduğunu ileri sürerek, "Bu bizim zaferimiz değil. Petrol şirketlerinin zaferi" iddiasında bulundu. "Sevr'i yürürlüğe koydurmayanın, yani 'yırtanın' Ankara değil, ABD olduğunu öğreniyoruz" diyen Armağan, Prof. Şükrü Hanioğlu'nun "Bu bir anlamda Amerikan petrol endüstrisinin İngiliz şirketlerine karşı kazandığı bir zafer anlamına geliyordu” şeklindeki değerlendimelerini aktardı.
Mustafa Armağan'ın Yeni Şafak gazetesinin bugünkü (10 Temmuz 2016) nüshasında yayımlanan 'Lozan zafer ama bizim zaferimiz değil' başlıklı yazısı şöyle:
CHP'nin 27 yıllık siyasî iktidarı 1950 yılında yapılan ilk serbest seçimle sona erdi ama kurguladığı tarihi hala yürürlükte. Baskıyla, darbeyle, koruma kanunuyla bir asırdır fosilleşmiş bir yakın tarihi geveliyoruz. Soruyoruz: Nereye kadar daha Kemalizm'in bu 'deli gömleği'ni sırtımızda taşıyacağız? Son yıllarda pek çok 'düşünce kuruluşu' (think tank) açıldı ama bir yakın tarih merkezi açılamadı. Türk Tarih Kurumu mu dediniz? Güldürmeyin beni. 1935 yılında bizzat yaptığı Mimar Sinan'ın kafatasının Türk olup olmadığı kazısının bile kaydını tutmayan bir kurumdan hafızamızın bekçiliğini üstlenmesini beklemek muhal ender muhaldir. Acilen bir yakın tarih merkezi kurulmalı. Burada resmi veya gayri resmi belgeler, hatıratlar vs. toplanmalı. Araştırmacılar üniversitelerin Kemalist boyunduruğundan azade bir şekilde bu bünyede araştırmalarını yapıp halka takdim etmeli. Böyle bir yapılanmaya her türlü desteği vermeye hazır insanlar var. Yeter ki niyet edilsin. İşte Lozan ayı bayramın kollarından çıktı geldi. Havalar sıcak mı sıcak. Gündem de. Ama 90 yıldır derin dondurucuya konulmuş şu yakın tarihi de ısıtmak gerekmez mi? Onu derin dondurucudaki uykusundan uyandıracak öpücük, Derin Tarih'ten geldi, geliyor, gelecek.
Temmuz sayımızın kapak dosyası 96. yıldönümünde Lozan konuşulurken hep gölgede bırakılan bir boyutu büyüteç altına alıyor. Lozan'da petrol savaşları ve Irak (Musul) petrolünün ABD-İngiltere arasındaki sıkı pazarlıklara konu olması.
Mehmet Çelik, Süleyman Kocabaş, Mustafa Budak ve Rachel Haverloc gibi uzmanların katkıları da yer almakla birlikte özellikle Şükrü Hanioğlu ve Volkan Ediger'in yaklaşımlarına dikkatinizi çekmek istiyorum.
Volkan Ediger enerji uzmanı ve Osmanlı'da Neft ve Petrol adlı harikulade kitabın yazarı. Tarihe bir enerji uzmanından beklenmeyecek ölçüde vakıf. Yapılan söyleşide Sevr'den bizi ABD'nin kurtardığını iddia ediyor ki çok ilginç. Kendi cümlelerini aktaralım:
“Sykes-Picot'dan bizi Bolşevik Devrimi kurtarmıştı. Sevr Antlaşması'ndan ise Amerika sayesinde kurtulduk. Fransız, İngiliz ve İtalyanların Osmanlı'yı paylaşım antlaşmasıydı Sevr. Petrol bölgelerini kenid aralarında 'adilce' böleşmüşlerdi. Buna en çok karşı çıkan Amerika olmuştu. Çünkü o da pastadan pay almak istiyordu.”
Böylece Sevr'i yürürlüğe koydurmayanın, yani 'yırtanın' Ankara değil, ABD olduğunu öğreniyoruz. Bakalım sözlerinin devamında neler demiş:
“Lozan'da da bize en çok yardım eden Amerika olmuştu. İngiltere'nin bölgeye tamamen yerleşmesini engellemek için çok diretti. (…) Lozan'da petrol meselesi Milletler Cemiyeti'ne ertelendi. Büyük güçler arasındaki bu kavga 1926'ya kadar devam etti. (…) Eğer Amerika devreye girmeseydi bu iş muhtemelen 1920'de çoktan biterdi. Kavganın uzamasının asıl sebebi, paylaşımda Amerika'nın unutulmasıdır. O da kendisine pay verilene kadar mücadeleye devam etmiştir.”
Volkan Ediger'in söyleşisinde ağzımıza çaldığı bir parmak balı daimi yazarlarımızdan Prof. Şükrü Hanioğlu tam 10 sayfalık bir analizle elle tutulur hale getiriyor. Mutlaka okunmalı kaydını düştükten sonra Prof. Hanioğlu'nun yazısındaki birkaç noktaya dikkat kesilelim.
İlginç bir şekilde Lozan'daki resmi görüşmelerde petrol temel tartışma konularından biri olmamış, hatta İngilizler bile petrolle sanki alakaları yokmuş gibi davranmayı tercih etmişlerdi ama bu elbette zevahiri kurtarmak için yapılan bir roldü. Bal gibi petrol açısından bakıyorlardı antlaşmaya. İngiliz-ABD rekabeti kapalı kapılar ardında kıyasıya yürüyordu.
Kavganın gerçek sebebi, savaştan önce Türkiye'den kopartılacak petrol sahalarının –vaadedildiği gibi- Turkish Petroleum Company'nın ana hissedarları İngiliz-Fransızların tekeline mi kalacağı yoksa tekelci çözüme karşı direnen ABD'li petrol şirketleri konsorsiyomunun, yani Stardard Oil Company'ye pay mı verileceğiydi.
Yani Lozan ve sonrasındaki asıl mücadele, bizim ile İngiltere arasında değil, İngiltere-Fransa ile ABD arasında cereyan etmiş ve petrolü kaybeden taraf biz olurken 'petrol fırtınası'ndan İngiltere de beklediklerini alamamış, tek başına petrolün üzerine oturacağını hesaplarken güçlü bir kumayı kabullenmek zorunda kalmıştı. Şükrü Beyin deyişiyle söylersek “Bu bir anlamda Amerikan petrol endüstrisinin İngiliz şirketlerine karşı kazandığı bir zafer anlamına geliyordu.”
ABD'nin müdahalesi şu sonucu ortaya çıkarmıştı:
“İngiltere'nin Lozan'da elde edemediği en önemli neticelerden biri, Ortadoğu petrolleri üzerindeki güçlü kontrolünü tekel benzeri bir yapılanmaya dönüştürecek maddelerin anlaşma metnine geçirilmesi idi. Bu, İngiltere'nin 20. yüzyıldaki en önemli projelerinden biriydi ve savaştan önce başlatılmıştı. Harpten büyük bir zaferle çıkan İngiltere, bu projesini fazla da zorlanmadan hayata geçireceği ümidine kapılmıştı. Ancak Londra siyaset yapıcılarını şaşırtan güçlü ABD muhalefeti bu beklentilerin karşılıksız kalmasına neden olmuştu.”
Amerika Lozan'da İngiltere'nin petrol tekeline sahip olmaması için o kadar bastırmıştı ki, gerektiğinde ağırlığını konferansın ikinci devresinde Türkiye lehine kullanmıştı:
“ABD gözlemcileri konferansın ikinci evresinde Türk delegasyonu ile beraber çalışmışlar ve TPC imtiyazının anlaşma metninde zikredilmemesi için büyük çaba harcamışlardı. Buna karşılık İngilizler, kendi önerilerine gösterilen muhalefetten Amerikalıları sorumlu tutmuşlardı. Amerikan gözlemcisi Joseph Grew, Washington'a İsmet Paşa ile en az müttefikler kadar görüştüğünü bildirmişti, bu destek de Türk tarafının geri adım atmamasında önemli rol oynamıştı. İsmet Paşa'nın TPC konusu tartışılırken getirdiği “concession (imtiyaz)” tabiri yerine “droit acquis (kazanılmış hak)” ifadesinin kullanılması önerisi, konu üzerine geliştirilen Amerikan yaklaşımı ile İngiliz iddiaları arasında bir orta yol bulma isteğini dile getiriyordu. Ancak bu toplantıyı izleyen günlerde İsmet Paşa, bütünüyle Amerikan tezini savunan bir noktaya gelmiştir.”
Peki sonuç ne olmuştur? Yine Prof. Hanioğlu'nun yazısından aktaralım:
“ABD şüphesiz önemli bir başarı kazanmıştı. İngiltere ise Musul'un aidiyetinin Cemiyet-i Akvam'a havalesi ile bölgenin siyasî kontrolünü güvence altına almıştı. Türkiye ile ABD konferansta ortak hareket etmişler; ABD istediğini elde etmiş, Türkiye ise bu konuda başarısız olmuştu.”
Bu durumda Lozan'da kazananlar ve kaybedenler tablosu şöyle belirginleşiyor:
“Son tahlilde, Lozan'da verilen “petrol savaşı”nın galibi ABD olmuştu. İngiltere mağlubiyetten ziyade planladığının azına razı olma mecburiyeti ile karşılaşmıştı. Büyük beklentilerle, “hem Musul, hem de petrol” parolasıyla yola çıkan Türkiye ise oldukça cüz'î bir ödemeyle tatmin olmak zorunda kaldı. Söz konusu savaşın gerçek mağlubu ise hiçbir aşamada fikri sorulmayan ve sürece katılamayan bölge sakinleri idi.”
Şükrü Hanioğlu'nun çizdiği tablodan bir zafer çıkıyor elbette ama bu bizim zaferimiz değil. Petrol şirketlerinin zaferi.