Yeni Şafak yazarı Akif Emre, AKP'nin anayasa değişikliğinin Meclis'e sunulmasından referanduma sürecine kadar MHP ile ittifak kurmasının kalıcı hasar bıraktığını savundu. "MHP ile girilen ittifak sadece oy açısından kaybettirmekle kalmadı muhafazakar kesimin siyasal söylemini de etkileyerek kalıcı hasar oluşturdu" görüşünü dile getiren Yeni Şafak yazarı, "Dindar/muhafazakar kesimin milliyetçi, statükocu, devletçi bir dille barıştırılmasına karşılık herhalde hemen hiç bir oy kazanmadığı görülüyor" ifadesini kullandı.
Akif Emre'nin Yeni Şafak gazetesinin bugünkü (18 Nisan 2017) nüshasında yayımlanan Bir ‘dil’in açtığı hasar başlıklı yazısı şöyle:
Referandum sonuçları üzerinde tarafların derin düşünmeleri gerekiyor. Sayısal üstünlük her zaman siyasal kazanç anlamına gelmeyebilir.
Alınan sonuç, oyunun kurallarına uygun, kazananı belli olsa da siyaset farklı dinamiklerle işliyor. Ancak bundan sonraki aşamada siyasetten çok bu ülkenin sosyolojisi devreye girecek sosyolojiyi yok sayarak siyaset yapılamaz.
Alınan sonuçlara bakıldığında net olan şu gerçek: Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı seçimindeki aldığı oya yakın bir sonucu tek başına almış olmasıdır. Bu durum AKP açısından dikkate alınması gereken başlı başına bir gösterge.
Referandum sonrasının muhtemel siyasal sonuçları, biraz da elde edilen neticeyi etkileyen faktörler, beklentiler, konumlar, tutumlar, siyasal tepkiler üzerinden okunmalıdır.
Önce tersten başlayarak 'hayır' oylarının anlamının iyi çözümlenmesi, anlaşılması gerekiyor.
Böylesi bir tek tercihli bir oylamanın elbette kazananı ve kaybedeni olacaktır. Ancak 'hayır' oylarının siyasal anlamı ve sosyolojik karşılığı herhangi bir seçim sonucundan fazlasını ima ediyor. Hayır cephesinde biriken öfke patlaması, belli çevrelerce tahrik edilmesi bir yana epey süredir derinleşen bir ayrışmanın memleketin geleceği açısından hiç de hayra alamet değil. Halihazırda iktidar kanadı ne yapsa itiraz edecek kemikleşmiş bir muhalif kesimin varlığı aşikar. Bu çekirdek klasik Kemalist muhalefet farklı tepkileri derinleştirerek sorunu bir iktidar talebi olmaktan farklı boyutlara taşıyan bir strateji izliyor. Kendini yenileyen bu dil genç kesimin sadece iktidara karşı tepkilerini değil onda var olduğunu sandığı değerlere karşı bir tepkiye yönlendiriliyor.
Ancak bu referandumda ortaya çıkan farklı bir 'hayır' kesimi oldu. Normal şartlarda 'evet' blokuna oy vermesi beklenen kesimlerden ne kadarlık bir oranın 'hayır' oyu verdiği konusu durum tespiti ve siyasetin aldığı şekil açısından hayli önemli. Yani hangi söylem ve uygulamalar dünya görüşü taban tabana zıt iki kesimi aynı oyu vermeye itmiş olabilir? Acilen AKP'nin bu soruya cevap araması gerekecek. Bunun siyasal cevabı sanılandan daha zor olabilir. Hayır oylarının analizi bağlamında kaydedilmesi gereken ikinci ve daha önemli sonuç... Ak Parti'nin birkaç seçim döneminden beri bir gerilim stratejisi üzerinden kampanyayı yürüttüğü söylenebilir. Muhafazakar kesimin korku ve endişeleri üzerinden yürütülen seçim stratejisi uzun vadede sosyal dokuya zarar veren riskli bir yöntem. Bu yöntem kısa vadede seçim kazandırmış olabilir ancak birbiriyle diyaloğu olmayan, keskin çizgilerle ayrışmış, kamplaşmış bir toplum fotoğrafı veriyor. Muhafazakarların belli değer ve söylemler üzerinden tahkim edilmesi, belli kesimler için toparlayıcı olsa bile bütüne bakıldığında toplumu kamplaştırma riski mevcuttur. Kendini bu topraklara ait hissetmeyen kesimlerin hoşnutsuzluklar üzerinden ülkenin sosyolojisi ile oynayarak gerektiğinde azınlıkçı iktidarlara çanak tuttukları ortam göz önüne alındığında ortaya çıkan bu fotoğrafın anlamı daha iyi anlaşılır. Özellikle her eylemi dini bir dile yaslama, gerekçelendirme alışkanlığı bunun tipik örneğidir. Yapılması gereken gerilim stratejisinin sürdürülmesi değil toplumsal kesimler arası farkın derinleşmesini engelleyecek bir dilin kurulmasıdır. Referandumla ilgili belki de soğukkanlılıkla değerlendirilmesi gereken sonuçlardan biri Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgelerdeki oy kayması ve MHP faktörü. Hemen belirtmek gerekir, MHP ile girilen ittifak sadece oy açısından kaybettirmekle kalmadı muhafazakar kesimin siyasal söylemini de etkileyerek kalıcı hasar oluşturdu. Dindar/muhafazakar kesimin milliyetçi, statükocu, devletçi bir dille barıştırılmasına karşılık herhalde hemen hiç bir oy kazanmadığı görülüyor. Devlet, Türklük gibi milliyetçi temaların statükocu sağ bir dille çekirdek AKP tabanında meşrulaşması bu kampanya döneminin önemli olumsuz etkilerinden biridir. MHP dilinin acilen terkedilmesi zorunludur. Bu sadece AK Parti sorunu olmaktan ziyade memleketin geleceği için elzemdir. Geleneksel devlet diline yaklaştıkça Kemalist Türkçü söylemle özdeşleştikçe ne içerde ne dışarda kuşatıcı olabilirsiniz. Muhafazakar sağ bir partinin MHP dili ile barışık olması ya da o çizgiye savrulması öngörülebilir. Ancak bu dile mesafeli dindar kesime memleket adına milliyetçilik şırınga edilmesi, bunların statükoya eklemlenmesi bu ülkenin geleceği için düşündürücüdür.. Bu toprakları eninde sonunda kuşatıcı bir dil ve siyaset üretebilecek potansiyel dinamizm kurutulmuş olur. Bir yanda İslam dünyasına liderlik söylemi ile içerde ayrıştırıcı milliyetçi dilin bir araya gelir yanı yok. Tüm bunlara karşılık 'Evet' oylarında Kürt seçmendeki gözlemlenen yönelim iyi okunmalıdır. MHP dilinin ilk defa bu kadar merkeze yerleştiği ortamda Kürtlerin 'evet'e yönelmeleri çelişki gibi görünebilir. Ancak verilen bu desteğin HDP çizgisinden uzaklaşma olarak okunması daha açıklayıcı olabilir. Üstelik Erdoğan'ın şahsında yüklenen dindar algısı dini hassasiyetlere bağlanmış bir umut olduğunu gösterir. Olanca çeşitliliği ile milletin iki farklı rengi arasındaki tezadın ortadan kaldırılması ancak Müslüman hassasiyetinin ortak çizgide buluşması ile gerçekleşebilir. Bu dil, Kürt oylarını rehin alan Kürt milliyetçiliğini de bertaraf edecek dildir. Ve asıl unutulan temel konu ise, duvara çarpan neoliberal ekonomik politikaların faturasını ödemek durumunda kalan geniş yığınların sorunları, sadece sosyal yardım politikalarına havale edilemeyecek kadar ciddiyet arz etmesidir. Siyaset sadece kimlik politikalarına indirgediğimizde asıl acıtan meseleyi gözden kaçırıyoruz. Yumuşatılması gereken sadece siyasal dil değil ekonomipolitikaların adalet, hakkaniyet, dürüstlük esaslı yürütülmesi gereğidir. Sonuçta referandum sonrası girilen süreç, öncesinden daha riskli, zor bir döneme işaret ediyor...