Yeni Şafak yazarı Ömer Lekesiz, gazeteci Cem Küçük'ün “Artık AK Parti’nin bu radikal İslamcılarla da, yani bu Mavi Marmara’daki manyak tipler, yani kafadan İsrail düşmanı, kafadan Batı düşmanı, kafadan her şeye düşman tipler var, bunlarla da yolların ayrılması lazım" ifadesinin ardından ileri sürülen "İslamcılar AKP'den tasfiye edilecek" iddiasıyla ilgili olarak "Müfsit (arabozan) kalplerin en büyük korkusu İslamcılar" dedi.
Ömer Lekesiz'in bugün (28 Nisan 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
Selahaddin Eyyübi ile Üçüncü Haçlı Seferi'ni düzenleyen İngiltere Kralı Aslan Yürekli Richard'ın güç ve savaş anlayışlarını sembolize eden şöyle bir rivayet vardır: Selahaddin'in ordusuyla, Richard'ın ordusu savaşmak için saf tuttuklarında, o zamanların savaş usulünce, önce bir gövde gösterisi sahnelenir. Meydana ilk çıkan Richard, daha önceden hazırlanmış büyük bir kütüğü, Excalibur olduğu söylenilen kalın ve küt kılıcıyla, bir vuruşta ikiye bölerek yerine çekilir. Kral'ın bu gösterisine karşılık vermek Selahaddin'e düşmektedir. O da meydana çıkıp boynundaki ipek eşarbı parmak uçlarıyla alarak havaya atar ve incecik uzun kılıcını onun altına tutar; ipek eşarp kılıca değdiği anda ikiye ayrılarak yere düşer. Dediğim gibi, bu bir rivayettir ve bir rivayet gerçekleşmemiş bile olsa gerçekleşmesi aklen mümkün olduğu sürece muteberdir; olmuş gibi değer görür. Müslüman zarafetiyle, Hristiyan kabalığına mahsus karşılaştırmaların en güzel örneklerinden biri olan bu rivayeti destekleyen önemli bir ayrıntı Selahaddin'in fiziksel yapısıdır. Ondan bahseden tarihçilerin çok büyük bir kısmı, Selahaddin'in ince, uzun boylu ve hassas yapılı biri olduğunu ittifakla söylerler. Hafif bir aksamayla yürüyen Selahaddin, çocukluğundan vefatına kadar hep hastalıklarla boğuşmuştur. Kimi tarihçiler onun hastalığı nedeniyle çok az yemesini ve sürekli ilaç kullanmasını, İslam topraklarının Haçlılarca işgal edilmesine karşı duyduğu üzüntüye bağlayarak nezaketli bir güzelleme yapsalar da söz konusu hal onun ferdi gerçeğidir. Hatta Montefiore'ye inanırsak sekizi Müslüman, sekizi Yahudi, beşi de Hristiyan olan 21 doktor sürekli olarak onunla ilgilenirlermiş. Benim için asıl ilginç olansa, Selahaddin'in bu narin ve hassas yapısına rağmen, Haçlılarda uyandırdığı büyük korkudur. Onlar için hangi vadide kükreyeceği belli olmayan bir aslandır adeta Selahaddin, hangi dağda uçacağı kestirilemeyen bir şahin, hangi patikadan saldıracağı belli olmayan bir kaplandır. Allah, Selahaddin'in bedenî zayıflığını Haçlıların gözünde hıfzetmiş, ona büyük bir cihangir sureti yükleyerek Haçlıların kalbine derin bir Selahaddin korkusu yerleştirmiştir. Selahaddin, seksen sekiz yıl boyunca Haçlıların işgalinde kalan Kudüs'ü onlardan kurtarırken ve Haçlı seferlerinin en donanımlısı olarak bilinen üçüncüsüne karşı da Kudüs'ü büyük bir dirençle savunurken, hep bu suretiyle bilinmiş ve anılmıştır. O Selahaddin ki, aynı zamanda hiçbir kâfire ve Müslümanların içindeki bozguncuya zulmetmemesiyle de maruftur. O Selahaddin ki, yeryüzünde Allah'ın varlığını ve birliğini kabul etmeyen tek bir kimse kalmayıncaya kadar denizlerde yelken açma ve bu uğurda ölme idealini her fiilin önüne almıştır. O Selahaddin ki, dünya malından kendisini yoksunlaştırarak vefat ettiğinde, kefen parasını Müslümanlar kendi aralarında denkleştirmişlerdir. Şimdi bu Selahaddin'i düşünürken, ekranlarda telaş telaşa, ağızlarından köpükler saçarak, İslamcıların yakın zamanda AK Parti'den tasfiye edileceğini söyleyenler geliyor aklıma. Mülhit ve dolayısıyla müfsit olan kalplerdeki İslamcı korkusunun sürekli bir hal olup olmadığını belirlemeye çalışıyorum dolayısıyla. Ve İslamcıları düşünüyorum. Elbette Selahaddin değiller (çünkü herkes kendi zamanının çocuğudur) ama Selahaddin meşrebindeler. Varlıkları, bizzat kendileri tarafından beyan edilmediği sürece asliyetinden, misyonları itibariyle kendiliğinden perdelidir. Makamla, mevki ile işleri bulunmaz; sade bir hayat yaşarlar; mülk tutmazlar, doğruluktan ve doğruları söylemekten başka hazineleri yoktur; Allah'tan başka sahip ve O'ndan başka koruyucu tanımazlar. Onların suretlerini kendi hazırladıkları boş çerçevelere yerleştirerek görünürlüğe sunmak isteyenleri hep yanıltırlar. Bu yüzden onlardanmış gibi gösterilenlerin onların karikatürleri bile olmadığı çok kısa sürede anlaşılıverir. Tasfiye eylemi bir mekanla mukayyettir. Dolayısıyla mekan tutmayanın tasfiyesi imkansız olduğundan, İslamcıları tasfiye etme meraklılarının sorunu da, müfsit kalplerinde yer etmiş bulunan İslamcı korkusunu giderme çabasından öte bir şey değildir. Bunların korkuları, aynı zamanda Aslan Yürekli Richard'ın ve askerlerinin korkusudur. Kemalizmin, Tek Particilerin, Laikçilerin, Liberallerin, 28 Şubatçıların korkusu da bu korkuydu; bunların şimdiki tohumlarının korkusu da yine aynı korkudur. Yıl 2017'nin Nisan'ı... Zayıf, fakir ve yalnız İslamcılar, tıpkı Selahaddin gibi, yine Rablerinin onların zayıflıklarına karşılık halk ettiği bir muktedir suretiyle yaşamayı sürdürüyorlar dersek, mesnetsiz bir şey söylemiş olmayız. Müfsit kalplerin onlardan duyduğu korku da bir yönüyle buna karine değil midir?
Cem Küçük'ün tartışma yaratan sözlerinin ardından kimi köşe yazarlarınca "İslamcılar AK Parti'den tasfiye edilecek" iddiası ileri sürülmüştü.
Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan, "İslamcıları AK Parti'den tasfiye etmek istiyor olabilirsiniz. Ama bu sizin güç yetirebileceğiniz bir mesele değildir", "Manyağız lan biz! Siz kuruluş devrinde yaşasaydınız 'kafadan Bizans düşmanı, kafadan Moğol düşmanı bunlar' dediğinizde hangi manyakları kastediyorsanız o kadar manyağız hem de" ifadelerini kullanmıştı.
Kılıçarslan'ın köşe komşusu Yusuf Kaplan da, İslami oluşumların önde gelen isimlerinin, yazarlarının, fikir adamlarının hedef tahtasına yatırılmak istendiğini savunarak "Öncelikle, önümüzdeki bu çakıl taşlarını temizlemeliyiz: Ülkeyi kaosa sürüklemek isteyen fitne-fesat şebekelerini, tetikçi tipleri kaale almamalı, gerekli uyarıları yapmalı, önlemleri almalıyız" demişti.
Star yazarı Ahmet Taşgetiren, tartışmaya "Ak Parti öncelikle bu çeteleşmiş medyatörlerin kendi imajına el koymasını bertaraf etmeli. İçeriye dönük bu yaftalamaların içerde nifak oluşturacağını, sürekli içerde bir azalma meydana getireceğini, dışardan hiçbir yeni katılım olmayacağını, üstelik iktidar adınaymış gibi kesilen raconların farklı toplum kesimlerinin korkuya kapılmasına yol açacağını unutmamak lazım" ifadesiyle girerken, yine Star yazarı Sibel Eraslan da söz konusu kişilerin yeni dönemde AKP'de olmaması gerektiğini savunmuştu.
Karar yazarı Mehmet Ocaktan da, gazeteci Cem Küçük'ün ilgili ifadesine tepki göstermiş; "AK Parti’nin kendi iç mekanizması nasıl işler bilemem ama, durumdan vazife çıkararak AK Parti adına temizlik işine soyunanların genlerindeki ‘FETÖ yazılımı’yla hareket ettikleri muhakkak" ifadesini kullanmıştı.
Türkiye yazarı Fuat Uğur ise, Cem Küçük'ün "Mavi Marmara’daki manyak tipler" ifadesinin "insanlık hâli" olduğunu savunarak "O sözcüğe cankurtaran simidi gibi sarıldılar. Buradan bir haklılık devşirme çabasıyla konuyu kavga zeminine çekmeye, yaygarayla kendilerini üçüncü kez affettirmeye çalışıyorlar" demişti.
Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök de, "Mavi Marmara olayının Türkiye'ye çok pahalıya patladığını" ifade etmiş; "Ayrıca sanmayın ki bize pahalıya patlayan bu sorumsuzca hareket, Filistinli mazlumun işine yaramıştır. Öyleyse, ne oluyor şimdi referandumdan sonra aniden patlayan bu 'Mavi Marmaracılık ruhu'. Sadece yanlış adam yanlış ifadelerle söylediği için mi?" diye yazmıştı.