Yeni Şafak yazarı: Şanghay'a gitmek artık anlamsız, kan davası gütmenin manası yok, Batı'ya yönelmeliyiz!

Yeni Şafak yazarı: Şanghay'a gitmek artık anlamsız, kan davası gütmenin manası yok, Batı'ya yönelmeliyiz!

Yeni Şafak yazarı Ergün Yıldırım, "Şanghay'a gitmek, Avrasyacı projeye eklemlenmek ve Moskova'dan Batı'ya karşı bizi korumayı talep etmek artık tamamıyla anlamsızlaşmıştır" dedi. "Batı ittifakıyla hareket etmek Batı'ya hayran olmamızı gerektirmez" diyen Yıldırım, "Türkiye'nin yapacağı şey daha açık bir hale gelmektedir, o da geleneksel ittifaklarına yeniden yönelmektir. Bunun için 'kan davası' psikolojileriyle hareket etmenin hiçbir manası yok" ifadesini kullandı. 

Yıldırım'ın Yeni Şafak'ta "Batı ittifakıyla bunalımı aşmalıyız" başlığıyla yayımlanan (11 Ekim 2015) yazısı şöyle:

Türkiye hükümetinin dış politikası ile ilgili ciddi değişimler yapması ve yeni kararlar alması zamanı çoktan gelmiştir. Arap Baharı ile başlayan dış politika artık yürümüyor ve gün geçtikçe daha da başımıza bela olmaya başlıyor. Hep söylerim, doğru aldığımız bir karar her zaman bizi doğru sonuca götürmeyebilir. O zaman yapacağımız en doğru iş, yanlış sonuçları görerek bizleri doğru sonuçlara götürecek yeni karalar almak. Bugün geldiğimiz nokta budur. Çünkü PKK terörü her tarafı savaşa çeviriyor, PYD-PKK ittifakı hem Rusya hem de ABD ile çalışıyor, sınırlarımız delik deşik hale geliyor, Rusya sınırlarımızı ihlal eden hava uçuşları yapıyor ve bir de kalkıp “sizleri koruyoruz” diyor. Türkiye'nin yapacağı şey daha açık bir hale gelmektedir, o da geleneksel ittifaklarına yeniden yönelmektir. Bunun için “kan davası” psikolojileriyle hareket etmenin hiçbir manası yok. Yok gezide bize karşı yürüyenleri desteklediler, yok Mursi'ye darbe yapan ekibi desteklediler, yok Suriye'de yalnız bıraktılar…Bunların hepsini yaptılar ve biz bütün bunlara karşı bedenimizi ortaya koyarken doğru irademizle ve doğru kararlarımızla doğru sonuçlara gidemedik. Bölgesel oyunu tek başımıza yönetecek kapasitemiz ve imkanlarımız yeterli gelmedi. Kendimizi, sınırlarımızı ve yeni arayışlarımızda ittifaklarımızın ve karşı olanların bize tepkilerini görmüş olduk. Türkiye'nin güvenlik bağlamında beraber olduğu NATO, AB ve ABD yeniden beraberliğe çağrılmalıdır. Bu ittifaklarla olan ilişkilerimiz kırılmaya uğradığında ve mesafeler ortaya çıktığında Rusya hortlamaya başlıyor. Küstah bir biçimde içinde olduğumuz bir alana asker ve malzeme göndermekle yetinmeyip kendi bölgesinden gönderdiği uçaklarla hava saldırıları düzenliyor ve üstelik bir de Türkiye'ye mesajlar gönderiyor. Açık, keskin ve maddi mesajlar… Bir de kalkıp bizi korumaktan bahsediyor. Rusya'nın Türkiye'ye ilişkin tarihsel ruhu yeniden ortaya çıkıyor. Buna dur diyebilecek siyaset geleneksel ittifaklarımızla yeniden çıkarlarımızı maksimize etmektir. Şanghay'a gitmek, Avrasyacı projeye eklemlenmek ve Moskova'dan Batı'ya karşı bizi korumayı talep etmek artık tamamıyla anlamsızlaşmıştır. Belki de bunlar Batı ittifakıyla ilişkilerimizi daha verimli kılmak için yaptığımız ataklardı. Çünkü Türkiye kendi milli savunma sistemlerine ve teknolojilerine sahip olmak istiyor. Bu Türkiye'nin en doğal hakkı. Ancak dünya reel politiğinde hak yerine güç ve çıkarlar geçerli. Bunlar oranında dikkate alınıyorsunuz. Türkiye iki yüzyıllık modernliğiyle, kuzey tehdidine karşı kendisini koruma çabasıyla ve kalkınma tarzıyla Batı ittifakı içinde hareket etti bugüne kadar. Bugün İslamı yaşama tarzımız bile bu ittifaktan etkilenerek gelişmekte. Demokrasi ve çoğulculuğa göre yorumlanan bir Müslümanlık pratiğimiz var. Bundan dolayı Türkiye'nin geleneksel ittifaklarıyla Arap Baharı'ndan bu tarafa yaşadığı bunalımı aşarak ve yenileyerek yoluna devam etmek zorundadır. Hükümetin yapması gereken de budur. Ak Parti'nin yönettiği 13 yıllık Türkiye'nin başarılı olduğu dönem, Batı ile ittifakını pozitif bağlamda yürüdüğü dönemdir. Ak Parti iktidarı reformları, ekonomik gelişmeleri ve bölgesel saygınlığı Batı ittifakıyla bunalım öncesi dönemde gerçekleştirdi. Batı ittifakıyla hareket etmek Batı'ya hayran olmamızı gerektirmez. Ne Amerikancı ne de AB'ci olmak zorundayız. Ruhumuzu satmamıza da gerek yok. Ne Washington'a çarpılmak zorundayız ne de Brüksel'e. İttifak dediğimiz şey daha çok politik, güvenlik ve ekonomik olan bir husus. Çıkarlarımız ve güvenliğimiz temelinde kurulan bir ilişki. Bir rasyonalitesi var. Oysa soğuk savaş döneminde bu ittifak Amerikancılık, Batı hayranlığı ve ruhunu satmak üzerine kuruluyordu. Bu ilişki tarzı çoktan bitti. Son tahlilde mülteciler, Suriye ve Rusya meseleleri Türkiye'nin yeniden geleneksel ittifaklarıyla çalışması gerektiğini bariz bir biçimde ortaya koyuyor.