Yeni Şafak yazarı: Sen adam ol, Suriyeliler asker olur!

Yeni Şafak yazarı: Sen adam ol, Suriyeliler asker olur!

Yeni Şafak yazarı Faruk Aksoy, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) Suriye'de yürüttüğü Fırat Kalkanı Harekâtı kapsamında düzenlenen El Bab operasyonuyla ilgili olarak "Ankara'da, İstanbul'da, gece kulüplerinde eğlenmeyi biliyor ama bu Suriyeliler, şuna buna karşı onların vatanını biz mi savunacağız, adam olsalardı da ülkelerini terk etmeselerdi, kendi topraklarında şerefleriyle ölselerdi. TSK, Suriye'deki operasyonlara başladığı günden beri, sağda solda bu minvalde yazılar okuyoruz, konuşmalara şahitlik ediyoruz" görüşünü savundu. Aksoy, "Karakol baskınlarında onlarca askerimizi şehit verirken, elindeki golf sopasını bırakma zahmetinde bulunmayan komutanlarımıza bir şey dediniz mi ki, General Akar'ın, cephe hattında ordusunun başında yürüttüğü harekatı yerden yere vuruyorsunuz?" diye yazdı.

Faruk Aksoy'un "Sen adam ol, Suriyeliler asker olur!.." başlığıyla yayımlanan (29 Aralık 2016) yazısı şöyle:

Türkiye'deki Suriyeliler silah altına alınsın, eğitilsin, donatılsın, savaşmak üzere tekrar Suriye'ye gönderilsin.

El Bab'ta ne işimiz var bizim, Halep'ten bize ne, oralar Suriye toprağı, gitsinler kendi topraklarını kendileri savunsunlar, bizim askerimiz ne diye El Bab'ta, Cerablus'ta şehit oluyor ki!... Ankara'da, İstanbul'da, gece kulüplerinde eğlenmeyi biliyor ama bu Suriyeliler, şuna buna karşı onların vatanını biz mi savunacağız, adam olsalardı da ülkelerini terk etmeselerdi, kendi topraklarında şerefleriyle ölselerdi!.. *** Türk Silahlı Kuvvetleri, Suriye'deki operasyonlara başladığı günden beri, sağda solda bu minvalde yazılar okuyoruz, konuşmalara şahitlik ediyoruz. Bunları sosyal medyadan yayan mahfilleri ve niyetlerini biliyoruz. Aynı kalemler, Fırat Kalkanı başlamadan önce, Türkiye'deki Suriyelilerin aç muhtaç hallerini yansıtan yüzlerce yazı kaleme aldılar, binlerce fotoğraf paylaştılar. “Suriyeliler sokaklarda yaşıyor, bu insanları açlığa, sefalete mahkum ettiğiniz, günahlarından ne yapacaksınız?” dediler, devleti yerden yere vurdular. Aynı Suriyelileri, şimdilerde Ankara'nın, İstanbul'un tadını çıkaran bar kuşlarına dönüştürdüler, daha dün sözüm ona acıdıkları o insanları, bir anda köprü altlarından kurtulmuş, zenginleşmiş, “beyaz Suriyeliler” olarak piyasaya sürdüler. Bu “beyaz Suriyeliler” yiyor, içiyor, eğleniyor, bizim asker de boşu boşuna ölüyor, manzara bu yani!... *** Hayır efendim, manzara bu değil, sizin dediğiniz gibi hiç değil. Türkiye, birinci derecede kendi çıkarları için, kendi güvenliği için, kendi topraklarının ehemmiyeti için Suriye'dedir. Suriye topraklarından geçen Hicaz Demiryolu, tarihimizin niyetini kıblesine ulaştıran muazzam bir hatıradır ama şimdi bunları düşünecek vaktimiz yok, daha da önemlisi o kadar gücümüz de yok. Vatan topraklarını dahili ve harici düşmanlara karşı, evet bir zamanlar alay ettiğiniz düşmanlara karşı korumak zorundayız. Şartlar ne kadar kötü olursa olsun, canımız ne kadar yanarsa yansın, asla geri dönmemeliyiz. O hat kurulmamalı, karanlık odalarda çizilen haritalar hayata geçmemeli, ne pahasına olursa olsun, Türkiye kendi cehennemine odun taşımamalı. Hariciyemizin, iki yüz yıldır geri çekilmenin mecburiyetiyle oluşturduğu nezaketli geleneği kimse yanlış anlamasın, ileri gitmeye karar verdiğimizde bu kadar nazik olmayız. Aldık verdik, yendik yenildik, sonunda oturup kalıcı bir harita çizdik, bir daha geri çekilmemek üzere, “Burası vatanımızdır” dedik. Şimdi ne oluyor da, ülkenin Cumhurbaşkanı, Sevr'i hatırlatan konuşmalar yapıyor, seferberlik ilan ediyor, demek ki durum ciddi. O kadar da uzun boylu değil, bir imparatorluk anca bu kadar büzüşebilir, bu kadar elini ayağını gövdesine yapıştırabilir, bu kadar çekilebilir. Türkiye'den Türkiye'yi istemek, hadsizliğin, edepsizliğin, düşmanlığın vardığı son noktadır, kesinlikle gereken yapılacaktır. *** Dikkat edin, Türkiye, hangi yönde karar alıyorsa, aksi istikamette kamuoyu oluşturan, tahrik kozunu iyi oynayan bir muhalefet var içeride. “El Bab'ta ne işimiz var?” diyenlere, “2008'in Şubat'ında, karda kışta Kuzey Irak dağlarında ne işimiz vardı?” diye sorunca, o yıllarda Genelkurmay Başkanı'nın İlker Başbuğ olması, uzun yıllar önce Türkiye üzerinde kurulan karanlık tezgahın bilindik hikayesini anlatmaya mecbur bırakıyor, El Bab muhaliflerini; “Ama o PKK idi, biz üstüne gitmezsek, o geliyordu…” “Eee Suriye'dekiler ne, bunlar da PYD, DAEŞ, biz gitmezsek onlar geliyor üstümüze...” Hem biz, Ak Parti'den önce PKK'yı bitirmiştik hani, bir tane bile terörist kalmamıştı dağlarda, hepsi ya teslim olmuş ya da cehennemin dibini boylamıştı, Osman Pamukoğlu öyle diyordu. 2008'de, neden yaptık Güneş Harekatı'nı, 24 askerimizi kim şehit etti? Bu hükümet Çözüm Süreci diye bir şey icat etmeseydi, zaten terör bitmemiş miydi, öyle demiyor muydunuz? Kuzey Irak'a 2008'de ve 2011'de, iki büyük harekat yaparken, Çözüm Süreci gündemde miydi, ne işimiz vardı oralarda, boşuna mı askerimizi vurduk dağlara? Karakol baskınlarında onlarca askerimizi şehit verirken, elindeki golf sopasını bırakma zahmetinde bulunmayan komutanlarımıza bir şey dediniz mi ki, General Akar'ın, cephe hattında ordusunun başında yürüttüğü harekatı yerden yere vuruyorsunuz? *** Allah aşkına, başka işiniz yok mu sizin?... Rize'deki heykel olayında son durum nedir, Ahmet Güneştekin'in heykeline yapılan saldırıyla Rize arasında bir bağlantı var mıdır, yoksa hükümet gündem mi değiştiriyor, bu işlerle uğraşsanız da devlet de işini yapsa ya… Olmaz mı…