Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan, "İslam dünyasının kontrolünün İran'a verilmek istendiğini" iddia ederek "İslâm dünyasının yüzyıllarca belini doğrulatmayacak kadar İslâm'a, İslâm'ın akîdevî, fikrî, sosyal ve siyasî ana omurgasına nasıl büyük bir darbe vuracağını söylemek bile gerekmiyor ama bu zırnık kadar ilgilendirmiyor İran'ı" ifadesini kullandı. Kaplan, "İsrail'i -güya- hedef göstererek geldi. Büyük bir numara çevirdiler İran'la İsrail: İsrail varlığını İran düşmanlığına; İran da varlığını İsrail düşmanlığına borçlu. Müslümanlar onyıllarda bu zokayı yuttular, iyi mi" dedi.
Yusuf Kaplan'ın "İran durdurulmalı ama İran’ın mezhepçilik tuzağına düşmeden..." başlığıyla yayımlanan (19 Aralık 2016) yazısı şöyle:
Türkiye'de art arda yaşanan ürpertici terör hâdiseleri de, Irak'ta, özellikle de Suriye'de yaşanan Rus, Esed, Fars katliamı ve DEAŞ'ın kullanılarak İran'ın önünün açılması da aynı şeye hizmet ediyor: Kısa vadede olmasa bile orta ve uzun vadede İslâm dünyasını toparlayacak yegâne gücün, yani Türkiye'nin durdurulması, İran'la kapıştırılması ve bir oldu bittiye getirilerek Türkiye'nin boğazına çökülmesi.
Buradan sonra varılmak istenen hedef çok hayatî ve çok ürpertici: İran, neredeyse kuzeyden güneye ve en merkezine kadar Arabistan Yarımadası'na enlemesine ve boylamasına yerleştirildi. Bu arada Batı ittifakının ve kurumlarının üyesi olmasına rağmen Türkiye'nin eli kolu bizzat Batılılar tarafından bağlandı. İçerden ve dışardan kuşatılmaya, terörle kaos ve iç savaş ortamına sürüklenmeye, İran'la karıştırılmaya ve boğazlanmaya çalışılıyor Türkiye. Bu çok ürpertici ve alçakça bir senaryo. Senaryo dediğime bakmayan; sadece tasarlanan bir senaryo değil bu; adım adım hayata geçirilen yüzyıllık büyük oyun! Burada hedef çok büyük: Bin yıl İslâm dünyasını akîdevî, fikrî ve siyasî olarak dimdik ayakta tutan, Selçuk, Eyyüb ve Osman çocuklarının gayretleriyle dışarıdan gelen bütün saldırıları püskürten Ehl-i Sünnet Omurga'nın çökertilmesi, dolayısıyla İslâm'ın kendi tabiî coğrafyasında bile yeniden tarih yapabilecek imkânlarının yok edilmesi, belinin kırılması... Ama tehlike büyük: İran'ın önünün açılması ve Türkiye'nin hedef tahtasına yatırılması, yalnızca bölgenin değil dünyanın tarihî akışını alt üst edecek kadar büyük bir oyundur.
İran, mezhepçilik kışkırtması yaparak, inanılmaz abra-kadabra oyunlarıyla Fars imparatorluğu hayallerini adım adım, sabırla hayata geçiriyor. Bölgeye her bakımdan, işgalci ve yayılmacı bir güç olarak yerleştiriliyor İran... Bunun, İslâm dünyasının yüzyıllarca belini doğrulatmayacak kadar İslâm'a, İslâm'ın akîdevî, fikrî, sosyal ve siyasî ana omurgasına nasıl büyük bir darbe vuracağını söylemek bile gerekmiyor ama bu zırnık kadar ilgilendirmiyor İran'ı. İşte Batılılar, bunu çok iyi biliyorlar ve o yüzden dün güya “haydut devlet” ilan ediyor gözüktükleri İran'ın önünü alabildiğine açıyorlar ama Batı ittifakının bir üyesi olan Türkiye'yi içerde ve dışarda boğacak her tür iğrençliği yapmaktan geri durmuyorlar. İran bu noktaya nasıl geldi? İsrail'i -güya- hedef göstererek geldi. Büyük bir numara çevirdiler İran'la İsrail: İsrail varlığını İran düşmanlığına; İran da varlığını İsrail düşmanlığına borçlu. Müslümanlar onyıllarda bu zokayı yuttular, iyi mi!
İran'ın yürüyüşü çok tehlikeli. İran'ın durdurulması gerekiyor.
Nasıl durdurulacak İran, peki? Savaşla veya mezhep çatışması tuzağına düşülerek değil, (bu çok tehlikeli ve küresel sistemin istediği bir tuzak çünkü); aksine zekice stratejiler geliştirerek, zekice diplomatik adımlar atarak ve güç dengeleriyle bir Abdülhamid zekâsı ve maharetiyle oynayarak... Eğer İran durdurulamazsa, bölgeyi hiç tahmin edemeyeceğimiz kadar kanlı ve tehlikeli bir gelecek bekliyor. Bunu çok iyi bilmemiz gerekiyor. Osmanlı durduruldu, bir asır içinde dünya, Batılılar tarafından cehenneme çevrildi, insanlığa kelimenin tam anlamıyla kan kusturuldu. Bizzat Batıdaki tarihçiler bile son yüzyılı, o yüzden, insanlığın en karanlık yüzyılı olarak nitelendirirler.
Osmanlı'nın durdurulmasıyla bölgede büyük bir vakum / boşluk oluştu. Bu vakumu, önce emperyalist Batı ülkeleri ve İsrail doldurdu; şimdi Batılılarla ve İsrail'le derin ve gizli ittifaklar kuran İran'ın doldurulması planlanıyor. Elbette ki, Batılıların kontrolünde yine ama bu kez dışardan kumanda edilecek İslâm dünyasının içinden bir güç olan İran eliyle... Birinci medeniyet Krizi sırasında yaşanan olaylar aynen tekrarlanıyor. Ama bir farkla: Ehl-i Sünnet omurganın temsilcisi Eyyübîler ve Selçuklular yok. Fakat biz Haçlılarla savaşırken bizimle savaşan Farslar var, hâlâ dipdiriler ve inanılmaz bir şekilde önleri açılıyor Farsların Irak'tan Yemen'e kadar...
Ehl-i Sünnet omurganın iki ayağından biri, Mısır, durduruldu; şimdi içerden ve dışardan kuşatılan Türkiye durdurulmaya çalışılıyor... Tekrar ediyorum: Mezhep çatışması gibi bir şey önermiyorum. Böyle şey önerebilir miyim? Allah muhafaza. Aksine, İran'ın mezhepçilik yaparak meseleyi mezhep çatışması üzerinden kurguladığını, kendisini mağdur duruma sürüklediğini ve İslâm dünyasının omurgasını oluşturan Ehl-i Sünneti hedef tahtasına yatırmak gibi şeytanca bir oyun tezgâhladığımı göremiyoruz bile. Müslümanların durumu acınacak vaziyette: Hedef tahtasına yatırılan ve altı oyulan Ehl-i Sünnet omurga. Ama sünnî dünyada bu neredeyse hiç kimsenin umurunda bile değil hâlâ! Ehl-i Sünnet'in, mezhepçilik tezgâhına karşı uyanık olunması çağrısı yapacak donanımlı, birikimli mütefekirleri, temsilcileri yok. Herkes Ehl-i Sünnet'e vuruyor. İslâm'a karşı İslâm Savaşı stratejisinin nihâî noktasına gelmiş durumdayız... Mısır'la Türkiye orta ve uzun vadede güç birliği yapacak bir noktaya gelemezse, önümüzdeki süreçte İran bölgeye kalıcı olacak yerleştirilecek ve İslâm dünyası tam ortadan ikiye bölünecek. Böylece İslâm dünyasının kontrolü İran'a verilecek... Çok tehlikeli bir oyun bu ve bu oyun adım adım sahneleniyor. Benden uyarması...