28 Şubat 1997'nin 19. yıldönümüyle ilgili bir yazı kaleme alan Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan, "28 Şubat bitmedi, bizi bitirdi: bu toplumun İslâmî omurgasına büyük darbe indirdi ve çökertti. "İslâmî kavramlar, kurumlar, semboller sekülerleştirildi, İslâmî ruhunu, anlamını ve yerini yitirdi" dedi. Kaplan, yazısında "Bunun en tipik örneği başörtüsü. Örtü artık örtmüyor. Kadınlar ve erkeklerde de tesettür duyarlığı büyük ölçüde buharlaştı" ifadelerine yer verdi.
Yusuf Kaplan'ın Yeni Şafak'ın bugünkü (28 Şubat 2016) nüshasında yayımlanan yazısı şöyle:
Şubat, diğer modern / açık darbelerden daha fazla darbe vurdu topluma. Diğer darbeler fiilî saldırılardı; 28 Şubat ise postmodern / örtük ve zihnî bir saldırı. Şubat, diğer modern / açık darbelerden daha fazla darbe vurdu topluma. Diğer darbeler fiilî saldırılardı; 28 Şubat ise postmodern / örtük ve zihnî bir saldırı. O yüzden 28 Şubat, silindir gibi geçti üzerimizden: Zihnimizi, duyarlıklarımızı, ruhumuzu felçleştirdi. Özetle ölümü gösterip sıtmaya razı eden, veba gibi yaygınlaşan, her şeyimize sirayet eden ölümcül bir şeydi 28 Şubat postmodern darbesi. 28 Şubat vebası, İslâmî kesimleri zihnî bir savrulmanın eşiğine yuvarladığında, tam anlamıyla bir turnusol kâğıdı işlevi gördü: Dökülenler döküldü: Yerlerini, duruşlarını ve dünya-tasavvurlarını değiştirmekten çekinmeyenler görüldü. Konjonktürel dalgalanmalara göre savrulanlar oldu; hem de kitleler hâlinde! İSLÂM, TEK VAZGEÇİLEMEZ GERÇEĞİMİZ Mİ? Cevabı ve hesabı verilmesi gereken yakıcı soru şuydu: İslâm, tek vazgeçilemez gerçeğimiz olabilmiş miydi 28 Şubat'a kadarki yarım asırlık süreçte? Hayır! Ne yazık ki, hayır! İslâm, sekülerleşen kesimler için değil, bizzat İslâmî kesimler için bile kolaylıkla vazgeçilebilir bir “şey”e dönüştü! İnsanlar, kalıcı olan'ın izini sürmek yerine, geçici olan'ın (konjonktürlerin) peşinden sürüklenmeyi tercih etti! İşte İslâmî kesimler tam da bu noktada kendi varoluşsal yokoluşlarının tohumlarını kendi elleriyle ekti. ROTA BULUNDU AMA İSTİKAMET YİTİRİLDİ Rota bulundu ama istikamet yitirildi! Yön bulundu ama kıble kaybedildi: İslâmî kesimlerin kıbleleri, İslâm'ın, insanı derinden kavrayan, düştüğü anlarda tutup kaldıran değişmez, eskimez, pörsümez, bütün zamanlara ve mekânlara meydan okuyan muhkem hakikatleri değil artık: İnsanların kıbleleri, gücü ele geçirme, kariyer sahibi, makam sahibi, mülk sahibi, para-pul sahibi olma kaygısı. Özal'dan -hatta Menderes'ten itibaren- Müslüman Anadolu insanı, yalnızca gücü kutsadı, hakikati ıskaladı. Güç somut gerçekti, hayatın gerçeğiydi: Gücü ele geçirirsek, İslâm'ı hayatımızın omurgası hâline getirebiliriz, diye düşünüldü. Hakikat ise, soyut gelecek olarak görüldü. O yüzden defterimiz dürüldü kolayca! ARAÇLAR, AMAÇLARI UYUTTU, İNSANLARI “UYUTTU”! Hakikat'i hayatımızın somut, vazgeçilmez gerçeği hâline getirme mücahedesi verilmedi. Gücü, hayatımızın yegâne sahip olunması gereken gerçeği hâline getirme mücadelesi verildi. Burada gücün araç, hakikat'in amaç olduğu yakıcı gerçeğini altını çizerek hatırlatmak isterim. Sonuçta Menderes'ten bu yana, özellikle de Özal'dan itibaren güce (siyasî, ticarî, idarî güce, güç üreten araçlara) sahip olduk. Ama şunu göremedik: Sahip olduğu şey (araç/güç) insana sahip olur sonunda. Böylelikle araçlar amaçların önüne geçti, amaçları yuttu, insanları da uyuttu. Her şeyi abarttık; abarttıkça ayartılma katsayımız arttı hatta tavan yaptı. ERBAKAN HOCA VE İSLÂMÎ ENTELİJANSİYA Rahmetli Erbakan Hoca, bu ülkenin Müslüman entelijansiyasıyla -dalgalı da olsa- irtibat kurmuştu. Onlardan şu ya da bu şekilde beslenmişti. Dahası, Yenidevir gibi bir fikir gazetesini çıkarmayı düşünebilmişti. Yenidevir, Beyanü'l-Hak ve Sırat-ı Müstakîm gibi yayınların Cumhuriyet dönemindeki son halkasıydı. Türkiye'nin, Cumhuriyet tarihi boyunca Le Monde'u işlevi gören tek fikir gazetesiydi. Bu ülkenin Cemil Meriç'ten İsmet Özel'e, Rasim Özdenören'den Cahit Zarifoğlu ve Enes Harman'a (Nabi Avcı'ya) kadar önemli fikir, sanat öncülerinin öncü Müslüman kuşaklar yetiştirdikleri muazzam bir mecra ve maceraydı. Biz de Yeni Şafak'ın kurulduğu ândan itibaren böylesi bir kaygıyla hareket etmiştik. Yeni Şafak'ın “Yeni”si, doğrudan Yeni Devir'e gönderme yapıyordu. Konjonktürlere göre “el çabukluğu marifet” diyerek yeni durumlara uyumlananlar çoğunluğu oluşturdu: Yeni durumlar, şuydu: Kendini, kendi duruşunu sorgulayacağına, İslâmî ilkeleri, ölçüleri sigaya çekme savrukluğu. 28 Şubat, hem İslâmî kesimlerin fikrî yolculuklarına büyük bir darbe vurdu hem de İslâmî siyasetin Cumhuriyet döneminde oluşan İslâmî fikriyatın gelişimini durdurmasına neden oldu! Peki sonuç ne oldu? Şu: İslâmî kesimlerin konjonktürlere uyumlanma katsayısı her gün arttı: Seküler kesimlerim ilişkisi gelinen nokta itibariyle handiyse kopma noktasına ulaştı. İslâmî kesimlerin hızla, hazla ve tam gaz sekülerleşme, protestanlaşma, dolayısıyla sığlaşma, yüzeyselleşme oranında büyük bir patlama yaşandı. İslâmî duyarlıklar aşındı, İslâmî duyargalar yıprandı, İslâmî ilkeler, öncelikler hatta değerler adım adım terkedildi. İslâmî kesimler omurgasızlaştı, konformistleşti, oportunizmin / fırsatperestliğin dibini buldu: Böylelikle Seküler kesimlerle İslâmî kesimler atasındaki makas kapandı. Sonuç: İslâmî omurga esen rüzgârlar önünde kolaylıkla savrulan bizzat İslâmî kesimler tarafından çökertildi, 28 Şubatçılar tarafından değil! 28 Şubatın yıkım harekâtına direnilemedi, teslim bayrağı çekildi toplumsal olarak! 28 Şubat'ın bu topluma vurduğu en büyük darbe, eğitim, medya, kültür ve gençliğin İslâm'dan arındırılmasının yapıtaşlarını döşemek oldu. Cemaatler STK'laştı, siyasa ve piyasa tarafından yutuldu, sekülerleşti ve toplumu terketti; gözünü siyasa ve piyasa'ya yani güce ve para'ya dikti; böylelikle İslâmî Omurga'nın, duyarlıkların aşınmasına yol açacak tohumları ekti... 28 Şubat bitmedi, bizi bitirdi: bu toplumun İslâmî omurgasına büyük darbe indirdi ve çökertti; İslâmî kavramlar, kurumlar, semboller sekülerleştirildi, İslâmî ruhunu, anlamını ve yerini yitirdi. Bunun en tipik örneği başörtüsü. Örtü artık örtmüyor. Kadınlar ve erkeklerde de tesettür duyarlığı büyük ölçüde buharlaştı.