Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan, ABD'nin YPG'ye silah desteği sağladığını hatırlatarak "ABD, Türkiye'yi vurmaya hazırlanıyor" iddiasını ileri sürdü. Kaplan, sözlerinin devamında "Eğer böyle bir şey olursa, bu, Türkiye’nin parçalanmasıyla ve iç savaşın eşiğine sürüklenmesiyle sonuçlanacaktır" görüşünü savundu.
Yusuf Kaplan'ın "Dikkat! ABD, Türkiye’nin altını oyuyor adım adım..." başlığıyla yayımlanan (14 Ağustos 2017) yazısı şöyle:
Osmanlı durduruldu; Batılıların önündeki en büyük engel ortadan kaldırıldı.
Yeni kurulan Türkiye’nin eli kolu bağlandı: Yeni Türkiye, bir iddiası olmadığını, Batılı yörüngeye girdiğini, medeniyet iddialarını terkettiğini (Türkiye’yi tepeden laikleşme sürecine girdirerek) ilan etti.
Türkiye, dışardan fiilen işgal edilmedi, edilemedi ama Kale içerden ele geçirildi.
Önce şunu bileceksiniz: Bir ülke, medeniyet değiştirerek toparlanamaz; hele de tepeden jakoben, monteleme yöntemlerle, mühendislik projeleriyle hiç bir zaman toparlanamaz; aksine, önce zihnî, sonra sosyolojik parçalanmanın ve kaosun eşiğine sürüklenirve sonunda yörüngesini yitirir, esen rüzgârların, fırtınaların önünde oraya buraya sürüklenir, yok olma felâketiyle karşı karşıya gelir…
Yüzyıllık yok oluş serüvenimizin özlü bir özetidir bu bir cümle.
Mesele şudur: İslâm medeniyetinin en son ve en sofistike kavramlarını ve kurumlarını geliştiren Osmanlı, son iki asrında büyük bir medeniyet krizi ile karşı karşıya kaldı. Medeniyet krizinin iç ve dış nedenleri vardı. Ama Batı uygarlığının modernlikle birlikte geliştirdiği meydan okuma, başka kültürlere, dinlere ve medeniyetlere bir saldırıya dönüştü. Belli başlı bütün medeniyetlerin kökü kazındı; hiç birine hayat hakkı tanınmadı.
Batı uygarlığının bütün insanlığa saldırıya dönüşen meydan okuma biçimi, başka medeniyetlerle nasıl bir arada yaşanabileceğinin formülünü vermekten uzaktı.
Böyle bir modeli yalnızca Osmanlı geliştirmişti.
O yüzden Osmanlı’nın iki temel gerekçeyle durdurulması gerekiyordu:
Birincisi, eğer Osmanlı durdurulamazsa, Batılıların dünya üzerindeki mutlak hâkimiyeti sağlanamazdı.
İkincisi de, eğer Osmanlı durdurulamazsa, yeniden toparlanabilirdi; (nitekim toparlanıyordu da; Meşrûtiyetlerde muazzam bir entelektüel birikim ve özgüven inşa edilmişti). Osmanlı’nın toparlanması, Batı hâkimiyetini yerle bir edebilirdi…
Bunlar, hayalî, soyut, spekülatif gözlemler gibi gelebilir bazı okuyuculara…
Ama hiç öyle gelmesin. Çünkü bugün Türkiye’nin, hâlâ yörüngesini tam olarak bulmamasına, Batı ittifakının bir üyesi olmasına, laiklik bir pranga olarak dayatılmasına ve aslâ tartışma konusu yapılmamasına rağmen bu hâliyle bile Balkanlar’dan Kafkaslar’a, Türk dünyasından Arap dünyasına ve bütün mazlum dünyalara kadar yaydığı umut dalgası Batılıları ürkütmeye yetiyor, değil mi?
Türkiye, geliyor mu gerçekten?
Hem evet, hem hayır.
Hayır; çünkü yeteri kadar, “masaya yumruğunu vuracak kadar” güçlü değil henüz.
Evet; çünkü mazlum dünya, Batılılara değil bize umut olarak bakıyor; Balkanlar, Kafkaslar, bütün mazlum dünya, “demokrasi, özgürlükler, hukukun üstünlüğü” gibi sloganları kullanarak dünyayı cehenneme çeviren, istediği yeri işgal eden, istediği lideri “diktatör” ilan ederek alaşağı eden Batılılara değil, yeteri kadar gücü olmadığı hâlde gücünün çok çok ötesinde mazlumlara kol kanat geren Türkiye’ye (laik Türkiye’ye değil, İslâm dünyasını toparlayacak, bağımsızlığına kavuşturacak, medeniyet iddialarıyla kuşanan bir Türkiye’ye) umutolarak bakıyor…
Niçin peki?
Türkiye, dünyanın ruhu, emperyalistlerin kâbusu, mazlumların umudu olduğu için…
İşte bu, atlanmaması gereken ve üzerinde derinlemesine kafa patlatmayı gerektiren yakıcı bir gerçek.
Türkiye, içerdeki sorunlara gömülmeye çalışılıyor… İçerde birbirine düşürülüyor… Farklı toplum kesimleri, hatta aynı toplum kesimleri fitne-fesat tohumları ekilerek boğuşturulmaya çalışılıyor…
Oysa dışarda, güney sınırlarımızda, ülkemizin ve bölgemizin kaderini şekillendirecek tehlikeli gelişmeler yaşanıyor: Amerikan yönetimi, gözümüzün içine baka baka yüzlerce TIR silahı, tankı PKK’nın uzantısı YPG’ye akıtıyor…
Körfez’den Akdeniz’e kadar bir koridor oluşturulmaya ve PKK devletikurdurulmaya çalışılıyor…
Eğer böyle bir şey olursa, bu, Türkiye’nin parçalanmasıyla ve iç savaşın eşiğine sürüklenmesiyle sonuçlanacaktır -Allah muhafaza.
Şunu iyi bilelim: Kurulacak devlet, Kürt devleti olmayacak; PKK devleti olacak.
İran’daki, Suriye’deki ve Irak’taki Kürtlerin ortaklaşa bir devlet kurmaları anlamına gelmeyecek bu.
Buna aslâ izin vermeyecekler! O zaman kendi kuyularını kazmış olurlar.
Kurulacak devlet, PKK devleti olacak, ikinci İsrail rolü oyanayacak ve hem bölge için hem de bölgenin bütün Kürtleri için çıbanbaşı işlevi görecek…
DEAŞ’ın rolünü PKK devleti üstlenecek… Hesapları bu!
Ama asıl hedef, Türkiye’nin parçalanması, iç savaşın eşiğine sürüklenmesi ve işgal edilmesidir.
Batılılar, şimdi durdurulan ama iki yıl Türkiye’yi perişan eden terör saldırılarıyla, yayınladıkları parçalanmış Türkiye haritalarıyla, 15 Temmuz işgal ve darbe girişiminde takındıkları “işgalci” ve “darbeci” tavırlarla niyetlerini açık etmekten çekinmediler…
Sözü özü: Birbirimizle uğraşmayı bırakalım, dik duralım, Türkiye’ye yapılacak muhtemel saldırılara karşı askerî bakımdan hazırlıklı olalım, savunma sanayimizi güçlendirelim ve bu arada Çin, Rusya, Brezilya gibi eksen ülkelerle ekonomik ve stratejik ilişkilerimizi derinleştirelim, derim.
Eğer bu söylediklerimi yapabilirsek, gelecek her tür saldırıyı püskürtürüz ve bu sancılı süreçte FETÖ belasını da daha rahat defederek, geleceğe yürür, geleceği biz inşa ederiz yeniden…
Bıçak sırtı gibi bir durum var: Ama bu toplumun, tarihî bilinci -linç edilmiş olsa da- çok derinlerde gizlidir ve bu bilinç tam da bu tür en zor zamanlarda fışkırıyor yerinden…
Batı uygarlığının felsefî olarak çöktüğü, dünyaya söyleyecek sözünün kalmadığı, o yüzden barbarlaştığı, önüne gelen yeri işgal ettiği, dünyaya kan kusturduğu bir zaman diliminde, dünyaya söylenecek sözü yalnızca bizim söyleyebileceğimiz gerçeği ortaya çıkmaya başladı…
Bu nedenle, 10 yılda 100 yılın tohumlarını ekecek şekilde çok iyi hazırlanmak, İslâm’ı ve dünyayı iyi tanıyan, mütevazi ama özgüven sahibi, düşünce, b/ilim ve sanatta önümüzü açacak fedakâr, vefakâr ve cefakâr öncü kuşakları yetiştirmeye odaklanmak zorundayız…
Vesselâm.