Yeni Şafak gazetesinde Ergenekon sanıklarını savunan isyan!

Yeni Şafak gazetesinde Ergenekon sanıklarını savunan isyan!

T24 - Yeni Şafak gazetesi yazarı Yusuf Kaplan, "başta Fethullah Gülen cemaati bünyesindeki Samanyolu TV olmak üzere iktidar yanlısı bütün televizyon ve gazetelerin Ergenekon soruşturması için kurdukları dilin, laikçi primitiflerin ürpertici, pravdavari dilinden farksız olduğunu, bu mecralarda yapılan haberciliğin İslam'ın adalet fikri ve ahlak anlayışına taban tabana ters olduğunu" savundu. "MİT krizinin görünüşte MİT-Yargı-Emniyet kavgası olduğunu, ancak gerçekte küresel düzenbazların tuzağına düşüldüğünü" öne süren Kaplan, "madem külfetler paylaşıldı, nimetler de paylaşılsın" kavgası yapıldığını dile getirdi. Kaplan, yine Gülen cemaati bünyesindeki Zaman gazetesi ile TRT Haber'deki İran yayınları için de, "Siyonistlerin, zorba küresel şebekeler'in yayınlarından farksız" ifadesini kullandı. 

Yusuf Kaplan'ın, "Neyin kavgasını verdiğimizin farkında mıyız acaba?" başlığıyla Yeni Şafak'ta yayımlanan (17 Şubat 2012) yazısı şöyle:

 

Neyin kavgasını verdiğimizin farkında mıyız acaba?

 

Dünyadan el etek çektiğim, hedefe kilitlendiğim bir sırada, bu ülkenin müslümanlarının, galibi yalnızca "şeytan/lar" olacak kirli bir "iktidar savaşı"nda, sorumsuzca hareket ettiklerini görünce, sarsıldım.

Bu ülkenin en âkil insanları bile, hem "fitne" uyarısında bulunuyor, hem de "madem külfetler paylaşıldı, nimetler de paylaşılsın!" çağrıları yapabiliyorlar! Dahası, tarafların, bizimle alay edercesine pozisyonlarını terk etmemekte ısrar etmeleri, kimseyi dinlemeye niyetli olmamaları, ürkütücüdür. 

***

Düşünebiliyor musunuz? Daha doğru düzgün nefes alabilecek durumda bile değiliz ama "iktidar kavgası"na tutuşuyoruz! Kavurucu "kış mevsimi"nde başımıza gelebilecek -helâket sebebi olmaya yetecek- en büyük felâket bu!

Oysa "iktidar"ın kendisi fitnedir / imtihandır. Akil adamların, insanlara, "aman gözünüzü iktidar hırsı bürümesin!" diye çağrıda bulunmaları gerekirken, "madem külfetler paylaşıldı, iktidar da paylaşılsın" çağrısında bulunmaları, farkında olmadan daha büyük "fitne"lere davetiye çıkarmaktır ve bu, nerelere savrulabileceğimizin ürpertici bir habercisidir.

Felâket tellallığı mı yapıyorum? Ne münasebet! Asıl felâkete dikkat çekiyorum. Mesele, görünüşte, "MİT-Yargı-Emniyet" kavgasıdır; ama gerçekte, Müslümanların, her tür iktidar biçimiyle, sekülerizmle, dünyevîleşme hırsıyla ve ihtirasıyla imtihanıdır; dahası, küresel düzenbazların tuzağına düşmeleridir. Üstelik de hiçbir mesele, İslâmî bir çerçevede halledilmemişken; bizim bu ülkeye ve bu dünyaya Müslümanlar olarak ne/ler sunabileceğimiz meselesi, hatta temel varoluş sorunlarımız üzerinde dikkate değer hiçbir -zihnî- çaba ortaya konul/a/mamışken. 

*** 

Bu tür zor zamanlarda, ısrarla ve yılmadan hakikatin izini sürmek, iki çapraz ateş arasında kalmak demek! Hiç umurumda değil, feraset ve basiret kılıcını kuşanmış biri olarak. Zira Hakikat, bu tür bedeller ödenebildiği, yalakalıklara prim verilmediği zaman yüzünü gösterebilir ve hak edilebilir ancak! 

Adımlarımızı birkaç adım sonrasını düşünerek atmak ve asıl hedefe, -Hakikat'e- kilitlenmek zorundayız çünkü. 

*** 

Görmüyor musunuz? İslâm dünyası, sömürgecilerin bıraktığı sorunlarla boğuşuyor hâlâ. Ve sömürgecilerin, topraklarımızdan defolup gitmeleri, yakındır... Bütün katmerlenmiş, dağ gibi yığılmış, devâsâ sorunlarıyla birlikte bize kalacak bu coğrafya!

Fakat görünen o ki, hiçbir şeye hazır/lıklı değiliz! Üstelik de, küresel zorbalık düzeninin çarklarını nasıl daha iyi işletebiliriz'in kavgasını veriyoruz! 

***

Örneğin Zaman'ın, TRT Haber'in son günlerde İran'la ilgili yaptığı yayınlar, Siyonistlerin, zorba küresel şebekeler'in yayınlarından farksız ve bu durum beni ürkütüyor bir Müslüman olarak. (Bu soruna bir yazar dikkat çekmiş yalnızca: Gazeteciler sitesinden Cenk Açık).

Bunu, İran'ın, sözümona "yüksek stratejik çıkarları" adına, Suriye'deki Müslüman katliamını engellemesi mümkünken seyretmesini Müslümanca bir duyarlıkla, şiddetle eleştirmiş ve Türkiye'deki (İran sempatizanı samîmî Müslümanların dışındaki) besleme, beyinsiz İrancı şebekelerin (İngiliz kraliçesinin verdiği pasaportu reddeden -muhtemelen- tek Türk olmama rağmen bana "İngiliz ajanlığı", "Siyonist uşaklığı", ABD-İngiltere-İsrail uydusu "Suud rejiminin maşası" iftiraları atacak kadar "sapıttıkları" için muhatap bile almadığım, Allah'a havale ettiğim) gayr-ı İslâmî pespaye, insafsız ve izansız saldırılarını göze alarak yapmış vicdan ve karakter sahibi Müslüman bir yazar olarak söylüyorum. 

Yine başta STV olmak üzere, iktidar yanlısı bütün televizyonların ve gazetelerin Ergenekon soruşturması dolayımında kurdukları dil, laikçi primitiflerin ürpertici, pravdavârî dilinden farksızdır. Suçu ispatlanmamış bir insan, suçu ispatlanana kadar (aslâ "canavar" olarak sunulamaz) masumdur ve haklarını sonuna kadar gözetmek boynumuzun borcudur. Oysa yapılan habercilik, İslâm'ın yüce adalet fikrine ve ahlâk anlayışına taban tabana terstir. 

*** 

Müslüman grupların, hareketlerin, cemaatlerin sömürgecilik sonrası döneme ilişkin ciddî bir hazırlıkları yok. Hâlâ küresel sistemin projelerini uygulamakla meşguller ve bunun kavgasını veriyorlar, üstüne üstlük de!

Tıkanan küresel sistemin, "insanlığın önündeki tek seçenek" (Baudrillard) olarak gördüğü İslâm'ın yeniden tarih yapacak bir aktör konumuna gelebilmesini önlemek amacıyla çok yönlü operasyonları devreye girdirdiği ve yeni bir dünyanın kurulması sürecinde, derin tarihî tecrübemizi esaslı bir medeniyet fikriyle harekete geçirebileceğimizin küçük de olsa ipuçlarını sunabildiğimiz için bütün dünyanın bize baktığı bir zaman diliminde, Müslümanların meselesi, küresel sistemin çarklarını daha iyi döndürecek bir "iktidar kavgası" vermek olabilir mi? 

Neyin kavgasını verdiğimizin farkında mıyız acaba?