Burak Dalgın*
"Eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele ediyor. Şimdi canavarlar zamanı."
Antonio Gramsci (1891-1937)
Mars'a giden uzay aracına isim yazdırmak için en fazla başvuru Türkiye'den gelmiş (2.5 milyon kişi, ikinci sıradaki milyar nüfuslu Hindistan'dan başvuranların 1.5 katı!). World Economic Forum'a göre, Bitcoin sahipliğinde Türkiye -nüfusa oranla- Avrupa şampiyonu olmuş. Bu iki veriyi pek çok şekilde yorumlamak mümkün. Bana işin özünde mevcut durumdan sıkılma ve bir çıkış yolu arama var gibi geliyor.
Nitekim hayatın işleyişine belki de en kalıcı etkiyi yapan iki faktör, yani demografi ve teknoloji de bunu destekler nitelikte. Ülkemizde ortanca (medyan) yaş 30. Bu rakam dünya için de geçerli. Peki her iki kişiden birinin 1990 sonrası doğmuş olması ne demek? Üç temel gözlem yapalım:
Birincisi, ideolojik bagaj yokluğu. Soğuk Savaş'ı, 1980 darbesi öncesi/ sonrası iklimi ve bunların beraberinde gelen tartışmaları yaşamamış olmak demek. Yahut, genel siyasal farkındalığın 10 yaş civarında başladığını varsayarsak, hiçbirinin mevcut yönetimden başka hiç bir iktidar partisine tanıklık etmemesi demek.
İkincisi, dijital yerlilik. Tüm bu kitlenin www'den (1989) daha genç olması, yani dijital göçmen değil, internetin içine doğmuş dijital yerli olması demek. Nitekim nüfusumuzun yarısı internet ve cep telefonunun olmadığı bir hayat yaşamadı. Dünyada da benzer bir eğilim var – 2000'de 400 milyon olan internet kullanıcısı sayısı bugün 4,7 milyara çıktı.
Üçüncüsü büyük dönüşüm ve meydan okumalar. Ergenlik ve gençlik dönemlerinde baş döndürücü değişimler ve yepyeni meydan okumalarla karşılaşmaları demek. Yapay zekayla, sosyal medyayla, küresel ısınmayla, durmadan para basan merkez bankalarıyla, Covid-19 kısıtlamalarıyla yaşanan ciddi bir imtihan. Türkiye özelinde ise ülkemizin kendi meseleleri var: kısıtlanan özgürlükler, hasar gören adalet, yıpratılan kurumlar ve küçülen ekonomi (2014'ten beri istihdam yaratmayan özel sektör, işsizlik, düşük ücret ve gelişmiş ülkelerde gayet erişilebilir olan pek çok şeyin "lüks" haline gelmesi).
Böyle bakınca, ideolojik bagaj taşımayan, yepyeni bir mecraya doğmuş ve genç yaşta ciddi imtihanlarla karşılaşan kişilerin mevcut durumdan sıkılmalarına ve yeniye özlem duymalarına şaşırmamak gerekiyor. Bunun siyasete yansıması da kaçınılmaz. Nitekim, siyasetçiler de popüler kültüre atıflar yaparak gençleri yakalamaya çalışıyorlar.
Bu denklemde geleneksel siyasetin hayatta kalamayacağı aşikâr. Peki yerine ne gelecek?
Özdemir Asaf'ın meşhur mısrasını değiştirerek "bütün kelimeler yıpranıyordu, birinciliği yeniye verdiler" desek abartmış olmayız. Ancak, yeni siyaseti salt bir söylem malzemesi olmanın ötesine taşıyıp kavramsallaştırmak için önce eski veya geleneksel siyaseti tarif etmekte yarar var. Muhtemelen çoğumuzun aklına dev maun masalı toplantı odalarında "mühim konular" ele alan kişiler geliyor. Gelin bunun neler çağrıştırdığını konuşalım. Unutmayın, sadece ülkemizden değil, dünyadan da bahsediyoruz!
Mesela siyasetçilerin toplumdan ayrı bir sınıf, adeta bir kast haline gelmesi. Türkiye'de alıştığımız lüks makam araçları, devasa kamu binaları ve ucu bucağı olmayan koruma konvoyları buna net örnekler. Böyle bir hayat tarzına alışan siyasetçilerin koltuktan kalkmayı bir "bekâ meselesi" olarak görmelerine çok da şaşırmamak lazım. ABD'de de kamu görevleriyle lobi şirketleri arasında atlayarak on yıllar geçirenler için kullanılan "Washington emektarı" (insider) tabiri pek de iltifat sayılmıyor!
Bunun doğal uzantısı ağır hiyerarşiler, birbirinden net duvarlarla ayrılmış birimler ("silolar") ve çeşitli toplum kesimlerinin dışlanması. Belli ki özel sektörün senelerdir yatay organizasyon, birlikte çalışan takımlar ve kapsayıcılık için yaptığı (ve kısmen başarı sağladığı) gayretleri geleneksel siyasetin ruhu bile duymamış.
Bu durum bazı gösterilerle törpülenmeye çalışsa da aşırı-şeffaflığı yaşadığımız bu devirde bir samimiyet sorunu ortaya çıkarıyor: uluslararası bir çevre konferansına ayrı ayrı özel jetlerle gitmek, vatandaşla teması sadece bir fotoğraf karesi vermek için yapmak, medyada birbirine ağza alınmayacak sözler söyleyip kuliste beraber kahkahalar atmak, millete belli bir eğitim ya da askerlik türünü övüp kendi yakınlarını bunlardan sakındırmak, meseleleri çözmek yerine çürümeye bırakmak ve benzerleri.
Eski siyasetin bir başka alamet-i farikası, bitmek bilmeyen nutuklar ve dolambaçlı ifadeler. "Çok mal haramsız, çok laf yalansız olmaz" atasözü geleneksel siyaset tarafından kulak ardı edilmiş gibi görülüyor. Şu an aktif siyasette olmayan bir genel başkanın, seneler önce hiç bilmediği bir konuda TBMM'de gelen soruya "tam 3 saat yanıt vermiş olması" övgüyle anlatıldığında hayli şaşırmıştım. Ortalama bir Youtube videosunun 6-8 dakikayı geçmemesinin şiddetle tavsiye edildiği bir dönemde bunun ne anlama geldiğini düşünün!
Nihayet, favori konum "sanal gündem"den bahsetmemek olmaz. Örneğin, Kadir Has Üniversitesi 2020 Türkiye Eğilimleri Araştırması'na göre toplumun yüzde 23,5'ine göre en önemli sorun salgın, yüzde 20,7'sine göre hayat pahalılığı ve işsizlik, yüzde 12,3'üne göre ekonomide yaşanan sorunlar, yüzde 12,3'üne göre hak ve özgürlüklerin sınırlanması, yüzde 8'ine göre terörle mücadele, yüzde 6'sına göre de mülteciler. Siyasetin vaktini, aklını ve enerjisini nasıl harcadığına baksak benzer oranlara rastlar mıyız dersiniz? Vatandaşın gerçek meselelerinden uzak konuşmalar veya gündem değiştirmek için söylenen sözler, insanları sadece siyasetçilerden değil, siyaset kurumundan tümüyle soğutuyor.
İşte bu soğumayla da büyük bir arayış başlıyor ve bakın ilk hamle kimden geliyor.
23 Haziran 2016 Perşembe gecesi, şok dalgaları Londra'dan tüm dünyaya yayıldı. Birleşik Krallık'ın Avrupa Birliği üyeliği referandumunda "Ayrılalım" diyenler yüzde 52 ile kazanmıştı. İktidardaki Muhafazakâr Parti'nin iç çekişmeleriyle başlayan süreç, Brexit ile neticelenmişti. "AB'de kalalım" kampının lideri Başbakan David Cameron ertesi gün istifasını verdi.
İkinci Dünya Savaşı sonrası şekillenen dünya düzeni buna alışmaya çalışırken 9 Kasım 2016 sabahına daha büyük bir sürprizle uyandı. Donald Trump ABD'nin 45. Başkanı seçilmişti! Neredeyse tüm "müesses nizamın" desteklediği, New York Times'in kazanmasına yüzde 90 ihtimal verdiği, zaferinin beklentisiyle Meksika Pesosu'nun değer kazandığı Hillary Clinton yenilmişti.
Her iki olayın özünde "eski siyaset"e karşı "yeni üslubun" zaferi vardı.
Kendisinin ve eşinin kariyeri sebebiyle Washington siyasetinin parçası görülen Clinton'a karşı "dışarıdan" Trump, küresel şehir Londra'ya karşı İngiliz yaylaları ayağa kalkmıştı.
Gerek Trump (ve bilhassa ona yakın Tea Party hareketi) gerek Brexit kampanyaları geleneksel partiler etrafında kurumsal hiyerarşiler şeklinde değil, gevşek ağlar (network) şeklinde örgütlenmişti. Bu durumun sağladığı atiklik ve hızlı manevra kabiliyeti her iki kampanya için müthiş bir taktik üstünlüğüne dönüştü.
Dezavantajlı grupları savunma iddiasındaki Clinton'un yatırım bankalarının konferanslarında yüksek ücretlerle yaptığı konuşmalar göze batarken, servetini adeta insanların gözüne sokmaktan hoşlanan Trump kendisini "tutarlı' gösterebilmişti.
Hem Trump hem Brexit kelimeleri çok ekonomik kullanmayı başarmışlardı. "Yeniden Büyük Amerika" (#MAGA: Make America Great Again) ve "Kontrolü Geri Al" (Take Back Control) sloganları kısa, net ve basitti. Trump'ın çok etkin kullandığı Twitter'daki mesajlarının bir analizi hayli manidar: 5. sınıf okuma seviyesinde bir üslup, siyah-beyaz şeklinde ele alınan meseleler, kendisi için iyi rakipleri için kötü sıfatların sıkça kullanımı ve rakipleriyle dalga geçmekten (hatta onları aşağılamaktan) imtina etmeme. Bu çok sorunlu ancak yalın dil, şüphesiz Clinton ve Cameron'un "sofistike" üsluplarından çok farklıydı.
Nihayet hem Trump hem Brexit kampanyaları sokaktaki insanın dertlerini yok saymak veya uzun vadeye atmak yerine, doğrudan mesaj vermeyi başarabildiler: Çin'den ithalat, işsizlik ve göçmenler gibi konular siyasi gündemin ortasına yerleşti.
Peki tüm bunlarla "yeni siyaseti" mi tecrübe ettik?
Hayır. Zira bu dalga üzerinde iktidara gelen yönetimlerin "yeni meydan okuma"ların en ilginci Covid-19 karşısında yaşadıkları acizlik, yeni dünyanın yönetimine hazır olmadıklarının net bir göstergesi oldu.
Yeni siyasetin bir ambalajdan öteye geçerek dertlere deva olmasının yolu, sadece yeni bir üslup değil, aynı zamanda yeni dünyaya uygun bir ilke ve değerler manzumesi barındırmak. Nitekim "Canavarlar Zamanı"ndan "Yeninin Doğumu"na geçişimiz de ancak böyle mümkün olabilir.
Ülkemizde kavramları maalesef hızla tüketiyoruz. "Yeni" de bu sürece kurban giden kelimelerin başında geliyor. O halde, neyin yeni olduğunu, "Canavarlar Zamanı" ile farkı vurgulayarak daha açık ifade etmeye çalışalım.
Birincisi, fırsatçılık ve aşırı vaatlere karşı dürüstlük. "Meksika ile sınıra duvar çekip parasını onlara ödeteceğim" veya "AB'den çıkınca herkes bizimle ticaret anlaşması yapmak için kuyruğa girecek" tipi sözlerin gerçek hayatta başarısızlığa uğramaktan başka şansı yok. Nitekim bunu yaşayarak gördük.
İkincisi, tek adama karşı ortak akıl. Bir "reality show" yıldızının etrafında marka oluşturmak veya kampanya yapmak çok kolay ve muhtemelen de eğlenceli. Ama "her şeyi ben bilirim" diyen bir süper kahramanın bugünün karmaşık sorunlarını çözmesinin imkânı yok. Bunun yerine, farklı toplum kesimlerini seferber edebilen ittifaklar kurabilmek gerekiyor.
Üçüncüsü, kabilecilik ve kutuplaştırmaya karşı kapsayıcılık. Siyasette bir köşeyi tutmak; dini, milli ve kültürel kutsalları acımasızca istismar ederek hassasiyetleri kaşımak ve karşı tarafı hain, aptal, satılmış gibi sıfatlarla şeytanlaştırmak çok kolay. Bunun ahlaki olmadığı açık. Zira toplumun bekâsı elbette siyasetçinin bekâsından farklı ve daha önemli. Ancak bu siyaset yaklaşımı yararlı da değil. Zira kıl payı kazanılan seçimlerin bir süre sonra terse dönmesi çok kolay (Trump kazandığı seçimde bile Clinton'dan 3 milyon az oy aldı, Brexit yüzde 52 - yüzde 48 ile geçti). Üstelik mevcut meseleler ancak herkesi seferber ederek çözülebilir. Yani "kamu âlem birdir bize' yaklaşımı, hem milletlerin "iyileşmesi" hem de başarılı bir idare için elzem.
Dördüncüsü yolsuzluk ve suistimale karşı şeffaflık ve hesap verebilirlik. Nasıl iki hidrojen atomunu bir oksijen atomuyla bağladığımızda su elde edersek, ilk üç maddedeki iş yapış türünü uyguladığımızda da yolsuzluk ve suistimalle karşılaşmamız adeta hayatın bir kanunu. İnsanlık tarihinin pek çok sayfası (hükümdara karşı parlamentoların ortaya çıkışı, kuvvetler ayrılığı) bunun panzehrinin güçlü kurumlar ve güçlü kurallara dayanan şeffaflık ve hesap verebilirlik olduğunu net şekilde gösteriyor.
Nihayet, ehliyetsizliğe karşı liyakat. Siyaset, toplum için problem çözmenin yeri. Günümüzün baş döndürücü değişimleri ve yepyeni meydan okumaları, yani "gerçek bekâ meseleleri', sembollere boğulmuş konuşmalarla hallolmayacak. Bunlarla baş edebilmenin yegâne yolu, milletlerin fırsat eşitliğine dayalı bir liyakatle yetenekli ve çalışkan insanların önünü açması ve onların katkılarından yararlanmaları.
Yeni siyaset sadece bir ambalaj faaliyetinden ibaret olmamalı. Nitekim, meseleye böyle yaklaşanların yapaylığını, propagandalarının ana hedefi olan Z kuşağının hissettiği de aşikâr.
Öte yandan, eski siyaset de sadece yaşla veya siyasette geçirilen süreyle alakalı bir konu değil (hele de yaş almış insanlara karşı acımasız bir ötekileştirmenin uygulandığı Covid-19 günlerinde bunu bilhassa belirtmek isterim). Uzun siyasi tecrübesi olup da yeni siyasetin önünü açan kişiler de var, genç ve siyasete yeni girmiş olmasına rağmen eski tarz siyaset yapanlar da.
Maharet hem üslup hem içerik anlamında yeni siyaseti net bir çerçeveye oturtmakta ve toplumun ihtiyaç ve taleplerini çözmekte. Yeni Kamusallık yazısının sonunda da belirtmiştim: "Einstein'in meşhur sözündeki gibi, problemleri onlara sebep olan yaklaşımlarla çözemeyiz. Baş döndürücü değişimleri (dijital dönüşüm, küreselleşme) ve yepyeni meydan okumaları (iklim krizi, negatif faiz, salgın) ancak yeni bir perspektifle, yeni kavramlarla ve yeni bir siyasetle aşabiliriz."
Mars'a gitmek gerçekten ilginç bir fikir. Ancak bir süre daha dünyamızda yaşamaya devam edeceğiz! Bize düşen, yeni siyaseti doğru kurgulamayı başarmak ve buradaki hayat tecrübemizi iyileştirmek.
* DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı