Yer bilimci Prof. Dr. Naci Görür: Millet olarak ne havalimanı ne yol istiyoruz; isteğimiz can güvenliği

Yer bilimci Prof. Dr. Naci Görür: Millet olarak ne havalimanı ne yol istiyoruz; isteğimiz can güvenliği

Yer bilimci Prof. Dr. Naci Görür, “Deprem dirençli olmayan binayı ya yıkacaksın ya güçlendireceksin. Halkla ve yerel yönetimlerle bu işi yapacaksınız. Millet olarak ne havalimanı ne köprü ne yol istiyoruz istediğimiz can güvenliği” dedi. Olası Marmara Depremi’ne de dikkat çeken Görür, “Marmara Bölgesi’nde ekonomi çarkları duracak. Türkiye’nin yüzde 60 ekonomik üretiminin can damarı olan bir bölgenin ekonomisinin durması demektir. Türkiye ekonomik olarak diz üstü çöker. Siyasi bağımsızlığı da kalmaz” diye konuştu.

75'inci Türkiye Jeoloji Kurultayı, bugün Ankara’da Maden Tetkik Arama (MTA) Genel Müdürlüğü Kültür Sitesi’nde başladı. 14 Nisan’a kadar sürecek kurultayın açış konuşmasını yapan Prof. Dr. Naci Görür, Türkiye’deki deprem gerçeğine bir kez daha dikkat çekti. Çin, Hindistan, İtalya ve Japonya gibi gelişmiş ülkelerde de Türkiye’de olan büyüklükte depremler olduğunu vurgulayan Görür, “5-10 kişi tesadüfen ölüyor. Böyle depremler olduğunda adamların günlük yaşamı bile değişmiyor. Çünkü biliyor ki çatı kafasına yıkılmayacak, göçük altında kalmayacak. Bunu modern dünya sağlamışsa biz niye yapamayalım? Bizim de her şeyimiz var. Tek eksiğimiz siyasi irade ve halkın talebi. Siyasi iradede bu yok” dedi.

Görür, konuşmasında şunları söyledi:

“Deprem hepimizin bildiği gibi bu ülkenin en önemli sorunu. Birinci derece gündemi. Bunu şimdi siyasilere muhalefete yerel yönetime anlatmaya çalışıyoruz. Şu ana kadar da çok yol katettiğimizi söyleyemem. Deprem her şeyden önemli. Ülkenin eğitiminden, ekonomiden önemli. Keza ihracattan, ithalattan, siyasi birtakım problemlerden hatta hukuktan, işsizlikten, pahalılıktan önemli. Neden? İnsanın en aziz hakkı olan can hakkıyla ilgili bir şey. İnsanlarımız ölüyor.

“Böyle giderse yine bir dakika içinde milyonlarca insanımızı gömeceğiz"

20 sene geçti dün gibi geldi. Bir gecede bir dakikada 20 bin insanı gömdük. Böyle önemli bir gündem varken bu gündemi unutturmamak lazım. Sürekli papağan gibi deprem konuşarak değil, iş yapacak mekanizmaların ve halkın unutmaması lazım. Mademki deprem en önemli gündemimiz. O halde depremi sürekli olarak medyada tartışmamak lazım. Deprem olacak mı olamayacak mı? Orada mı olacak burada mı olacak? Hangi fay kırılacak? Bizim derdimiz insanlarımızı jeolog yapmak değil. Bunu anlıyorum insani bir duygudan böyle, insanlar soruyor. Tek bir gerçek var. Bu ülke deprem ülkesi. Deprem olacak. Böyle gidersek korkarım ki yine bir dakika içinde milyonlarca insanımızı gömeceğiz. Bu ülkede deprem üreten mekanizma 13 sene önce başladı ve devam edecek. Depremi medya ölçeğinde tartışmanın yararı yok. Aksine zarar veriyor. Deprem falan yerde olmayacak desek başka yerde olmadı diye sevinecek miyiz? Ne olacak? Keyif mi edelim? 50 sene sonra biz ölmeyeceğiz diye sevinelim mi? O yüzden bu tartışmaları da bırakmak lazım. Deprem bilincini halka deprem gerçeğini siyasilere anlatmakta önümüze engel olarak çıkıyor.

“Tek eksiğimiz siyasi irade ve halkın talebi"

Madem deprem olacak. Bunu kabul ediyoruz. Devam da edecek. O zaman depremi de durduramayacağımıza göre her depremde de milyonlarca insanımızın ölümüne göz yumamayacağımıza göre bir şey yapmak lazım. Bu da deprem dirençli yerleşim alanlarını oluşturmaktır. Bu mümkün müdür? Evet. Yapan ülkeler var. Çin, Hindistan, İtalya, Japonya… Oralar da bu büyüklükte depremler oluyor. 5-10 kişi tesadüfen ölüyor. Böyle depremler olduğunda adamların günlük yaşamı bile değişmiyor. Çünkü biliyor ki çatı kafasına yıkılmayacak, göçük altında kalmayacak. Bunu modern dünya sağlamışsa biz niye yapamayalım? Bizim de her şeyimiz var. Tek eksiğimiz siyasi irade ve halkın talebi. Siyasi iradede bu yok. Siyasi iradenin veya hükümetlerin deprem konusundaki stratejileri deprem olsun sonra sahaya ineriz. Halka ‘Yaralarınızı sararız. Türkiye büyüktür’ söylemleriyle önce geçici sonra kalıcı iskân yerleri kurulur. Siyasi irade bundan yararlanabilir. Bizim halkımız asla deprem olamadan önce ‘Neredeydiniz’ diye sormaz. O strateji bu hükümet zamanında değişti. ‘Artık depremden sonra değil, önce harekete geçmemiz lazım’ diye kentsel dönüşüm başladı.

"Hiç de öyle gafil avlamadı"

Burada halka serzenişte bulunmak istiyorum. Halkın niye depremde ölmek istemiyoruz diye talebi yok? 99’dan beri bağırıyoruz. İstanbul’a deprem gelecek diye. Sorduklarında ‘Başka nereye gelecek’ diye. Söyledik, Maraş’ı. Hiç de öyle gafil avlamadı. Biz yazarken çizerken aziz halkım ne yapıyordu? Konuşuyorduk yazıyorlardı. Söylüyorsunuz ama yerel yönetimde hareket yok diye. Sağır sultan bile duydu. Raporlar yazıp valiliklere, belediyelere gönderdik. Nerede halkım? Ölüyoruz. Halkım nerede derken demokratik anlamda, bu ülkenin sahibi olarak bizi yönetenlere diyelim ki depremde ölmek istemiyoruz, deprem kaderimiz olamaz. Bunu niye demiyoruz? Biz söylemezsek ne yerel ne de merkezi yönetim önlem alır. Bunların iktidar süreleri 4-5 sene. O süreçte göze batan işler yapıp sizden yine oy isterler. Bizi yönetmeye talip olanlardan deprem dirençli politikaları isteyin. Siyasiler halk talep etmedikçe bir şey yapmaz. Devamlı anketler yapılıyor. Neden halk depremi dile getirmiyor? Beşlik deprem bile insan öldürüyor bu ülkede. Deprem konusunda size plan sunmayan hiçbir partiye oy vermeyin. Bütün bilim insanlarını temsilen haykırıyorum. Halk talepkâr olmazsa başaramayız.

"Ölmekten beter oluruz"

Depremle yüzleştik mi? 70 bin kişinin öldüğü, bugün daha harabenin içimizi acıktığı 11 kenti kapsayan yerde afetle yüzleştik mi? Biz neyi yanlış yaptık ki bu kadar insanımız öldü? Bunu sorduk mu? 300 tane müteahhit yakalamışlar. Belki de en suçsuzu müteahhit. Hepimiz suçluyuz. 200-300 adamı suçlu gösterip de vicdanımızı susturamayız.

Deprem dirençli kentler denildiği zaman ben bir kenti altı bileşene ayırıyorum. Biri kentin yönetim sistemi, ikincisi halk, üçüncü altyapı, dördüncü yapı stoğu, beşinci çevre ve ekosistem, altıncı ise ekonomi. Bu altı bileşeni deprem dirençli yaparsanız kenti de deprem bilinçli yaparsınız. Çok iddialı gelebilir ama biz 25 sene önce İstanbul’a deprem geliyor diye uyarı yaptık, hazırlayamadık. Birincisi yönetim sistemi. Klasik yönetim sistemi ile bu iş olmuyor. Deprem nedir bilmeleri lazım. Afete acil müdahale nedir? Deprem riskini azaltma nedir? Risk analizi nedir? Birtakım şeyleri biliyor olmaları lazım. Bir bakan gelip de ‘Şurada bina istiyorum’ dediği zaman kent sistemi, ‘Hayır, o bölgede bina yapamazsın’ dediği zaman akan sular durmalı. Bakanla, rantla kenti büyütemezsiniz. Kendi kendimizi öldürüyoruz. İkinci bileşen ise halk. Çuvaldızı kendimize sokacağız. Bir halk düşünün; deprem bilgisi, birikimi ve kültürü olmadığı sürece siz o kenti asla deprem dirençli yapamazsınız. O halk ne yapar eder üç yerine beş tane kat yapar. Demirini de böyle üstlerde tutar ki öbür seçimde devam etmek için. Kim yapıyor bunu? Biz. Halk olarak deprem bilgisi, birikim ve kültüre sahip olmalıyız. Sahip olsak depremin izin vermeyeceği bir şey yapıldığı zaman önce halk ayağa kalkar. Engel olmalısınız, ses çıkarmalısınız. Üçüncüye gelelim, altyapı. Yol, su, köprü, viyadük vs. Bakın, bugünkü deprem bölgesine. İçme suyu yok, kanalizasyon yok. Kanalizasyon, içme suyuna karıştı. Depremde neyi yapmamanız gerektiğini öğrenmek istiyorsanız bölgeye gidin. Altyapı olmadan kent yaşayamaz. Deprem olsun, ev yıkılmadı ama altyapı haşat. O kentte yaşayabilir misiniz? Ölmekten beter oluruz.

"Deprem dirençli olmayan binayı ya yıkacaksın ya güçlendireceksin"

Yapı stoğu belli. İstanbul’da bütün güçleriyle bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Deprem dirençli olmayan binayı ya yıkacaksın ya güçlendireceksin. Halkla ve yerel yönetimlerle bu işi yapacaksınız. Millet olarak ne havalimanı ne köprü ne yol istiyoruz istediğimiz can güvenliği. Diğer parametre çevre ve ekosistem. Bakın, şu an 100 milyon ton moloz birikti. Bu molozlar inşaat malzemesi. Bu bölgelerde şu anda sanayi atıkları, kimyasal ve zehirli maddeler var. Milyonlarcasını uluslararası yönetmeliklere göre bertaraf etmez döker üzerinden bir makina geçirirseniz onları bertaraf ettiğinizi zannedersiniz. Önce içinde biyokimyasal sonra fiziko-kimyasal reaksiyonlar başlar. Ayrışan maddeler yağmur ile toprağa, suya karışır. Balıkçı getirir balığı o kansorejen madde size geçer. Yani besin zinciri vasıtasıyla size gelir. Depremin öldürdüğü sayıya denk insan sinsi hastalıklarla öldürülür. Hayat bu kadar ucuz değil. Son olarak da ekonomi. Kentin bir bileşeni ekonomi. Çok önemli büyük bir felaket getiriyor. Bölgenin ekonomik canlılığını sağlayan Maraş ve Gaziantep. Ekonominin çarkları depremle durdu. Pazarı kaybettiler. Konuştum, aradılar. 15 senede eski duruma gelemeyiz diyorlar. Artık o yöredeki kentleri hiçbir zaman üretim zincirine dahil edemezsiniz. O bölgede sefalet olur. Son örneği İstanbul’dan vereyim. Marmara Bölgesi’nde bu deprem gerçekleşirse ki gelecek. Marmara Bölgesi’nde ekonomi çarkları duracak. Türkiye’nin yüzde 60 ekonomik üretiminin can damarı olan bir bölgenin ekonomisinin durması demektir. Türkiye ekonomik olarak diz üstü çöker. Siyasi bağımsızlığı da kalmaz.”