CHP İstanbul Milletvekili ve BirGün yazarı İbrahim Kaboğlu, Mart 2019'da yapılacak yerel seçim için yaptığı değerlendirmede "Yerel seçimler vesilesi ile tartışma yaparken, demokrasi ve hukuk ekseninden hiç ayrılmamak gerekir" diye yazdı. Kaboğlu kendi sorduğu "Yerel seçimler, demokrasi ve hukuka dönüş umudu olabilir mi?" sorusuna, "Cumhur İttifakı’nın yerel seçimlerde işletilememesi, Türkiye’de demokrasi ve hukuka dönüş için bir umut ışığı olarak görülebilir" yanıtını verdi.
Kaboğlu'nun BirGün'de yer alan köşe yazısı şöyle:
“Yerel seçimler üzerinde çapraz baskı harekâtı: CBHS meşruluğu ve kayyum sopası” başlıklı geçen yazımda, “CBHS bekası” (Bahçeli) ve “kayyum atama” tehdidi (Erdoğan), muhalefet partilerini yargısız infaza tabi tutması ve tehdit yoluyla seçmenlerin iradelerini saptırması nedeniyle, yerel seçimlere şimdiden gölge düşürmeye başladığını vurguladım. Bu durum karşısında, muhalefet partilerinin, “hukuk/meşruluk/ahlakilik” çizgisine titizlikle saygı göstermelerinin önemine dikkat çektim.
23 Ekim Salı grup konuşmaları, “çapraz baskı” sürecinde (bir kırılma demek için erken olsa da), bir esneme yarattı. Cumhur İttifakı’ndaki kırılma, demokrasi ve hukuk adına umut verici.
Gerçekten, yerel seçimler vesilesi ile tartışma yaparken, demokrasi ve hukuk ekseninden hiç ayrılmamak gerekir. Neden?
Çünkü, belde, belediye ve büyük şehir belediyeleri, il idareleri ve muhtarlık seçimleri, ülke genelindeki demokratik süreçle örtüşür. Ama bu süreç, her ne olursa olsun hukuk kuralları çerçevesinde cereyan eder.
Hukuk açısından, dört önemli düzenleme ve aşama kayda değer:
Anayasa, Yerel Yönetimler Avrupa Özerklik Şartı, Bütünşehir düzenlemesi. Anayasa değişikliği. Bunlara kısaca değinmekte yarar var:
1) Anayasa md.127: Mahalli idareler, karar organları seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzelkişileridir.
Seçilmiş organlar üzerinde yaptırım yargı yoluyla uygulanır; idari yaptırım, geçici önlem olarak uygulanır. İdari vesayet, idarenin bütünlüğü, kamu görevlerinde birlik, toplum yararı ve yerel gereksinimlerin karşılanması amacıyla yasal çerçeve ile sınırlıdır.
2) Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı (R.G.: 3.10.1992-21364): Şart’a göre, özerk yerel yönetim kavramı, yerel makamların, yasalarla belirlenen sınırlar çerçevesinde; kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme hak ve olanağı anlamını taşır.
3) “Bütünşehir Belediyesi” veya Türkiye’nin ikiye bölünmesi (6360 sayılı Kanun ; R.G.: 6.12.2012): Yasa, toplam nüfusu 750 binden fazla olan il belediyelerini büyükşehir belediyesine dönüştürdü. Bunu yaparken, belediye hizmetlerinin il genelini kapsamasını öngörerek, belde belediyeleri kaldırdı ve köy tüzelkişilikleri kaldırarak mahalleye dönüştürdü.
4) “Tek kişi yönetimi ve yerel yönetimler”: 16 Nisan 2017 halkoylaması ile gerçekleştirilen Anayasa değişikliği, tek kişi ekseninde doğrudan merkezi yönetimi güçlendirdi; o ölçüde yerel yönetimleri zayıflattı.
Anayasa ve Şart’a aykırı 6360 sayılı yasa, başta demokrasi (m.2), eşitlik (m.10), eşit oy (m.67) ve idarenin bütünlüğü ve kamu görevlerinde birliğin sağlanması (m.127) gelmek üzere birçok bakımdan Anayasa’ya aykırı idi. Anayasa hükümlerine aykırı değil sadece, yerel yönetimler ile ilgili Anayasa Mahkemesi’nin önceki kararları ile de çelişkili. Ne var ki, AYM, çok sınırlı bir iptal ile yetindi.
Büyükşehir merkezli yapılanma, kamu sorumluluklarının tercihen vatandaşa en yakın mesafeden görülmesi ve görev dağılımında yetkinlik ölçütlerinin gözetilmesi gereği bakımından, Yerel Yönetimler Özerklik Şartı (m.4) açısından da sorunlu idi.
Uygulamada ise, 6360 sayılı yasa, “yerel demokrasinin gerçekleştirilmesinden çok, merkezin yerel yönetimler üzerindeki idari vesayetin artması”na neden oldu.
Bütünşehir değil, bütün Türkiye Kısaca, 6360 sayılı yasa, yerel yönetimler bakımından Türkiye’yi ikiye böldü; halka yakın mekânda demokrasi uygulamasına son verdi; merkezi iktidarın yerel yönetimler üzerindeki vesayeti pekiştirdi.
Bu düzenlemenin sakıncaları, yanlış olarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CBHS) adı verilen ama aslında tek kişinin yönetimini yürürlüğe koyan 2017 Anayasa değişikliği altında ilk yerel seçimler (31 Mart 2019) sırasında daha açık bir biçimde ortaya çıkmış bulunuyor.
Bu nedenle, muhalefet partilerinin seçim çalışmalarını, “hukuk, demokrasi ve meşruluk” çizgisinde yürütmeleri önemli. Bu bakımdan, Cumhur İttifakı’nın yerel seçimlerde işletilememesi, Türkiye’de demokrasi ve hukuka dönüş için bir umut ışığı olarak görülebilir.
Sonuç olarak; yerel seçimler yolunda Anayasa’ya ve Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na uyma gereği ötesinde, yerel demokrasi sorununu tartışmaların merkezine yerleştirme gereği açık. Tartışmaya, yerel yönetimlere ilişkin düzenlemeleri gözden geçirerek, bütünşehir adı altında Türkiye’yi ikiye bölen yasa yerine, belde yönetimini kırsal kesimler dahil ülke sathına yaymak (“bütün Türkiye”) için düzenleme ihtiyacından başlamak gerekir.