Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, farklı kesimden insanların aynı yer sofrasında oruç açmasını hedefleyen "Yeryüzü Sofrası" etkinliği ile ilgili olarak "Yeryüzü Sofrası, Bu memlekette hanidir ekonomi-politik bir dinbazlık güdümünde örselene örselene perişanları oynayan dinin namusunu da kurtaran bir girişimdir" dedi.
Antikapitalist Müslümanlar’ın öncülüğünde 2011 yılından beri gerçekleştirilen etkinlik bu yıl, Ankara'daki açlık grevinin ardından tutuklanan eğitimci Nuriye Gülmen ve Semih Özakça'ya ithaf edildi.
Tayfun Atay'ın "Yeryüzü Sofrası’ dinin özüdür" başlığıyla yayımlanan (29 Mayıs 2017) yazısı şöyle:
Antikapitalist Müslümanlar tarafından Gezi’den bu yana Ramazan’a merhaba derken düzenlenmesi artık âdet haline gelmiş “Yeryüzü Sofrası” bu sene Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için kuruldu. “11 Ayın Sultanı”, iktidarın, yaşamlarını haram saymaktan öte ölümlerini dahi haram sayarcasına kendilerine adeta “yaşarken ölüm”ü helâl ettiği bu iki KHK direnişçisine ithafla, Allah’ın rahmet ve yardımı niyaz edilerek okunan dualarla karşılandı.
Antikapitalist Müslümanlar adına Büşra Canbek, bakın ne demiş:
“Her yıl olduğu gibi soframızı kurduk. KHK mağdurlarını andık. Bizim iftarımız var ama Nuriye ve Semih’in iftarı olmadı. Biz onların acılarını ve direnişini içimizde yaşıyoruz. Bugünkü iftarı onlara ithaf ettik.”
***
“Yeryüzü Sofrası” geleneği bize dinin çoktandır unutulmuş bir yüzünü, daha doğrusu özünü hatırlatıyor.
Bir söylem (inanç) ve eylem (ibadet) alanı olarak din, insanlık tarihinde esasen şu "sacayağı" üzerine oturmuş olarak çıkar karşımıza: Anlam, ahlâk ve vicdan...
Din en başta insanın varoluşsal bakımdan anlam krizini çözmeye dönük bir reçete.
Sonra, onun “iyilik-doğruluk-güzellik” üzere olmasını sağlamaya yönelik bir reçete.
Ve kötülükleriyle, yanlışlıklarıyla, çirkinlikleriyle yüzleşmesi, iç hesaplaşmaya gitmesi, “öz-yargı” gerçekleştirmesi yolunda bir reçete...
***
Özde (ve ne yazık ki daha çok idealde) böyle, ama elbette “hayat tecrübesi” ile sabit ki din, ne anlamın, ne ahlâkın, ne vicdanın esamisinin okunmadığı bir dünya çekişmesi içinde...
Kapanın elinde kalan bir araca;
İktidar kapılarını açan bir anahtara;
Kendinden olmayanı (“öteki” addedileni) yok sayma ve yok etme yolunda bahane arayanlar için bir ideolojik aygıta dönüştürüldü hep.
***
Ancak bu da demek değildir ki din, politik-ideolojik yönden insanlık tarihinde sadece egemenlerin, muktedirlerin ve “mütegallibe”nin kitleler üzerindeki ezici hakimiyetinin destekçisi bir söylem ve eylem manzumesi olmuştur sadece.
Ezilenlerin “Gayrı yeter, bıçak kemiğe dayandı” dediği noktada isyanların ateşleyicisi, itici gücü bir “enerji kaynağı” da olmuştur din.
16’ıncı yüzyıl başının Alman Köylü İsyanları böyleydi.
15’inci yüzyıl başının Şeyh Bedreddin İsyanı böyleydi.
13’üncü yüzyılın Babaîler İsyanı da böyleydi.
***
Marksist düşünce çığırı içerisinden bakıldığında da dinin bu yönü üzerine düşünme ve tartışmanın ihmal edilmediği fark edilir. Marx daha ziyade dinin egemenler açısından iktidarı meşrulaştırma işlevi (sömürü ve sınıf çelişkilerini gizlemesi) üzerinde dururken Engels dinin ezilenler açısından isyana teşvik eden "ideolojik" işlevleri üzerinde “Köylüler Savaşı” adlı kitabında durmuştur.
Gezi Direnişi’nden çıkış bulmuş “Yeryüzü Sofrası” geleneği de dinin tarihsel-ideolojik olarak yürürlükteki ve özünü oluşturan anlam, ahlak, vicdan arayışı ile de bağlantısız olmayan bu yönünden istim alan güncel bir örnektir aslında.
Ve “Yeryüzü Sofrası”, bu memlekette hanidir ekonomi-politik bir dinbazlık güdümünde örselene örselene perişanları oynayan dinin namusunu da kurtaran bir girişimdir.