Yeşil Sol Partisi'ne bağlı Yeşil Sol Kadın Meclisi, 1 Eylül Dünya Barış günü dolayısıyla "Kadınlar Barış İstiyor!" başlıklı bildiri yayınladı. Bildiride, "Dünya Barış Gününü anlamlı kılarak barış içinde bir ülkede toplumsal cinsiyet eşitliğini gerçekleştireceğiz" denildi.
Yeşil Sol Kadın Meclisi tarafından yapılan açıklamada, "Siyasette, yönetimlerde yer alacağız ve kadın bakış açısıyla her alanda var olacağız. Dünya Barış Gününü anlamlı kılarak barış içinde bir ülkede toplumsal cinsiyet eşitliğini gerçekleştireceğiz" ifadeleri yer aldı.
"Çok kutuplu bir dünyada çoklu krizler içinde barış gününü karşılıyoruz. Savaş çoklu krizlerin en belirleyici parçası. Emperyalist ülkeler kendi varlıklarını ve hegemonyalarını kabul ettirmek için savaş çıkarmaktan hiç kaçınmıyorlar. Rusya-Ukrayna savaşı bunun en son örneği. Bir taraftan devam eden Ortadoğu’da Suriye, Irak iç savaşları ve İsrail-Filistin savaşı, Myanmar savaşı, Tayland savaşı ve daha birçok savaş halkların hayatının içinde. Ülkelerin ekonomileri savaş politikalarına göre şekillendiğinden halka yoksulluk düşüyor. Küresel kriz daha da derinleşerek dünyayı hızla ekolojik yıkıma doğru sürüklüyor. İklim krizi orman yangınlarının, sel baskınlarının artması hatta salgın hastalıklarının çoğalması olarak karşımıza çıkıyor.
Ülkemizde de çoklu krizi derinden yaşıyoruz. Savaş politikalarını hevesle sürdürmek isteyen iktidar aynı zamanda yönetim krizini de derinleştiriyor. Tek adam rejimi kendisinden olmayan, kendisi gibi düşünmeyen herkese savaş açmış halde. Özellikle kendilerine muhalefet eden tüm kesimleri, kadınları, gençleri, LGBTİ+’ları doğrudan hedef alarak toplumsal cinsiyet eşitsizliğini daha da derinleştiriyor. Kürt kadın siyasetçi Aysel Tuğluk’u hastalığına rağmen “kalması uygundur” raporuyla cezaevinde tutuyor, hasta tutukluların tedavisi engelleniyor veya geciktiriliyor, KHK’larla hukuksuzca işten atılan kadınlar açlığa mahkum edilmek isteniyor. “Nasılsa iki yıl yatar çıkarım” rahatlığına sahip adamlar iktidarın söylemlerinden aldıkları cesaretle her gün 3 kadını katlediyor. Nitekim televizyonlarda çocuklarının önünde silahla, bıçakla öldürülen kadınlarla ilgili haberler günlük rutinimiz haline geldi. 16 yaşında öldürülen genç kadın, kendisine musallat olan adamla ilgili 35 kez suç duyurusunda bulunduğunu, ailesinin kızlarını korumak için adres değiştirdiğini ancak yine de adam tarafından bulunarak öldürüldüğünü öğrendik. Bu genç kadını koruyamayan savcılık sanatçı Gülşen’in konuşması söz konusu olunca polisle gece evinden aldırıp ve tutuklanmasını sağladı. Hukuk bir kez daha derin karanlığagömüldü.
Gülşen’in tutuklandığı gün İçişleri Bakanlığı bir genelge yayınlayarak “kadın polisler ve amirler saç ve makyajlarına abartıya kaçamaz” şeklinde düzenleme yaptı. Her fırsatta “Hiç kimsenin yaşam tarzına müdahale etmedik” diyen iktidar bunu nasıl açıklıyor anlamak mümkün değil! Kadın cinayetlerinin önlenememesi, kadına yönelik taciz ve tecavüzün artması, yoksulluğun giderek daha da derinleşmesi en çok kadınlar ve çocuklar olmak üzere dezavantajlı grupları olumsuz etkiliyor. Ayrıca bu dönem nefret söylemleri artan bir seyir gösteriyor. Özellikle Kürtler ve sığınmacılar nefret dilinin doğrudan hedefi halindeler. Çatışma ve savaş ortamı bu dili pekiştiren süreçler.
İktidarın egemen sınıfları memnun etme çabasında madencilik faaliyetleri ekolojik tahribatın birinci konusu haline geldi. Ülkemizin her yerinde doğa tahribatları, madencilik faaliyetlerine karşı başta yerel halk olmak üzere kadınlar, erkekler, gençler gece gündüz nöbet tutuyorlar. Kentine, köyüne, ormanına sahip çıkanlar sürekli devlet şiddetine maruz kalıyor, haklarında davalar açılıyor ancak yine devazgeçmiyorlar.
İktidar en çok kadınların yer aldığı eylem ve etkinliklere saldırıda bulunuyor çünkü kadınların asla vazgeçmediklerini artık öğrendi. Tüm bu krizlerin ortasında kadınlar, hakları ve yaşam şekillerine yapılan hiçbir saldırıya karşı sessiz kalmıyor ve itirazlarını her alandan yükseltiyor. Sosyal medyada, sokaklarda, işyerlerinde ve eylem alanlarında en ön saflarda bulunuyor. Seçim döneminde yapacağımız çalışmalarla tek adam rejimini yıkacak ve eşitlik özgürlük temelinde bir ülkeyi kurma adımlarını atacağız. İstanbul Sözleşmesinin yeniden kabul edilmesini, kadın cinayetlerine karşı etkin çalışma yapılmasını, adil ve vicdanlı tutum alınmasını sağlamak bu dönem temel sorumluluğumuzdur. 1 Eylül Dünya Barış Gününü anlamlı kılarak barış içinde bir ülkede toplumsal cinsiyet eşitliğini gerçekleştireceğiz. Bunun için daha çok siyasette, yönetimlerde yer alacağız ve kadın bakış açısıyla her alanda var olacağız.