Yıldıray Oğur: Bu faydalı yalanların kimseye bir faydası olmuyor

Yıldıray Oğur: Bu faydalı yalanların kimseye bir faydası olmuyor

Karar yazarı Yıldıray Oğur, Ceylanpınar'da 22 Temmuz 2015 yılında iki polisin öldürülmesine ilişkin davada 9 kişinin beraat etmesi sonucu yayınlanan bazı haberlerin gerçeği yansıtmadığını belirterek, "Davadaki sanıkların beraat etmesinden hareketle bu cinayetleri anında üstlenmiş PKK’nın işlemediği, cinayetlerin arkasında savaşı başlatmak isteyen devletin ya da FETÖ’nün olduğu sonucuna nasıl bu kadar kolay ulaşılabildiğini anlamak hayli zor" dedi. Oğur, "Bu faydalı yalanların kimseye bir faydası olmuyor çünkü. Sadece yapılması gereken hesaplaşmaları erteliyor, sorumluları özeleştiri vermekten  kurtarıyor, efsaneleri sürdürüp, gerçek meselelerin üzerini örtüyor" ifadesini kullandı.

Oğur'un "Faydalı yalanlar, faydasız gerçekler" başlığıyla yayımlanan (5 Mart 2018) yazısı şöyle: 

Bütün dünyanın internetten herkesin üzerine filtresiz akan bilgi ve haberlerle aşırı ve keyfine göre bilgilenmenin çarpık sonuçlarıyla mücadele ettiği,  istihbarat operasyonlarından, “fake news”ten (uydurma haberler) ve post-truth (hakikat sonrası) çağdan şikayet ettiği bir zamanda, bütün bunlara ek olarak Türkiye’de medya zayıfladı, tehlikeli bir uğraş haline geldi, aşırı politize olup her kesim için propaganda aracına dönüştü.

O yüzden bugün onlarca gazete, televizyon, internet sitesi, Facebook, Twitter’dan anlık akan bilgilerden sadece okurlar için değil, gazeteciler için bile gerçeği bulmak epey zor.

Tabii o da gerçeği bulmak diye bir derdiniz varsa.

Yoksa, zaten meşrebinize uygun bilgi kanallarından sürekli kendinizi yatıştıracak, mutlu edecek ve daima haklı çıkartacak  bir haber akışıyla da  beslenip mutlu olmak mümkün.

Geçen haftanın bazı haberleri bunun artık nasıl içinden çıkılmaz bir hale geldiğini, bu alternatif bilgi ve haber akışına müdahale etmenin, üzerinde konuşulabilecek ortak doğrular bulmanın nasıl giderek imkansız hala geldiğini  bir kere daha gösterdi.

Örneklerden en masumu Cumhurbaşkanı’nın Afrika ziyaretinin Cezayir durağında yaşandı. 

Aslında yaşandı demek tam doğru değil.

Çünkü geziyi 40’ın üzerinden gazeteci ve medya yöneticisinin izlemesine rağmen, pek çok gazete ve internet sitesinde haber olmuş, hatta üzerine bir kaç köşe yazısı yazılmış, belki de dört ülkeyi kapsayan bu Afrika ziyaretinden insanların aklında en çok kalan, sosyal medyada en çok paylaşılan haberin hala gerçekten yaşanıp yaşanmadığını bilmiyoruz.

Haber şöyleydi, muhakkak okumuşsunuzdur:

“Buluşmada Cezayirli bir gazeteci Cumhurbaşkanı Erdoğan'a Osmanlı'yı kastederek "Türkiye, Cezayir'i sömürge olarak mı görüyordu?" sorusunu yöneltti. Erdoğan, Cezayirli gazetecinin küstahça sorduğu soruya  tarihi bir yanıt verdi. Erdoğan, "Öyle olsaydı, bu soruyu bana Fransızca değil Türkçe sorardın" dedi.”

http://www.milliyet.com.tr/erdogan-dan-cezayirli-gazeteciye-siyaset-2618964/

https://tr.sputniknews.com/turkiye/201803011032453752-erdogan-fransa-cezayir-somurge/

Aslında ziyaret sırasında bir ortak basın toplantısı olmadı. Ama bazı haberlere göre Cumhurbaşkanı Cezayirli gazetecilerle bir araya gelmişti. Ama Cezayir gazetelerinde de böyle bir diyalog yaşandığıyla ilgili bir haber çıkmadı.

İşin tuhaf tarafı, haberin kaynağı da aslında kıdemli ve bilinen bir gazeteci. Londra’da yaşayan, siyaseten de yakın olduğu Müslüman Kardeşler üzerine uzman Filistinli gazeteci Azzam Tamimi’nin bir tweeti.

https://twitter.com/azzamtamimi/status/968759421152256001?s=12

Tamimi, adını vermediği bir Cezayirli arkadaşının kendisine anlattığını söyleyerek  bu diyaloğu tweetlemiş.

Bu diyaloğun, nerede, ne zaman ve hangi gazeteciyle Cumhurbaşkanı arasında yaşandığıyla ilgili bir detay ya da haberin dayandığı bir kaynak yok tweette.

Daha sonra El Cezire Arapça’nın ünlü yüzlerinden beş milyon takipçili Faysal El Kasım da Tamimi’den aktararak bu diyalogu gülücüklerle tweetlemiş.

Ardından bir kaç çok da muteber olmayan Arapça site Kasım’ın tweeti üzerinden haber yapmış.  Türkiye’deki internet sitelerindeki kaynak da yine El Cezire çalışanı Kasım’ın bu tweeti. Haber, yöneticileri Cezayir’de olan gazetelerin internet sitelerinde, Londra’daki ve Katar’daki iki gazetecinin tweetleri üzerinden haber olunca da bir anda yaşanmış bir olay haline geldi, hatta bir kaç köşe yazısında da bahsi geçti. Tabii sosyal medyada binlerce kez paylaşıldı.

Bu arada Tamimi’nin tweetinin altında Cezayirliler,  böyle bir olay yaşanmadığını, Cezayir’in Arapça ile gurur duyduğunu,  sömürgecilikle mücadele etmiş bir ülkeye böyle bir muamele yapılamayacağını yazmışlar.

Haberin ilk kaynağı Tamimi de kendisine böyle bir olayın yaşanmadığını yazan Cezayirli bir gazeteciye cevap verirken “Bir Cezayirli arkadaşım uyardı, bu gezide değil, bir önceki Cezayir gezisi sırasında yaşanmış bu diyalog” diye kendisini tekzip etti. Ama artık iş işten geçmişti.

Ayrıca Cumhurbaşkanın bir önceki Cezayir ziyaretinde de böyle bir olay yaşandığıyla ilgili bir haber çıkmadı.

Bazı kitaplar ve internet sitelerinde göre bu diyalogun esas orijinal versiyonu Cezayirli bir gazeteciyle Necip Fazıl arasında yaşanmış. Ama hazırcevaplığına örnek olarak gösterilen böyle bir diyalogu Necip Fazıl’a atfedebilir miyiz o da meçhul.

https://www.necipfazilkisakurek.gen.tr/necip-fazil-kisakurekden-hazir-cevaplar.html

Aslında Cezayirlilerin kendini kendini yönettiği adem-i merkeziyetçi Osmanlı yönetiminin 1830’da bittiğini, esas olarak bir Cezayirli gazeteci için sömürgecilikten kastın 130 yıllık Fransız mandası olduğunu, Cezayirlilerin 1954’den 1962’ye kadar Fransızlara karşı büyük fedakarlıklarla savaşarak bağımsızlıklarını kazandıklarını, Arapça konusunda hassas olduklarını düşününce bu diyaloğun gerçekliği kadar yaşanmış olmasından mutluluk duyulacak hoş bir hazır cevaplık olup olmadığı üzerinde de biraz düşünmekte fayda var.

En çok da 40 gazetecinin izlediği bir gezideki en çarpıcı haberin hala doğru olup olmadığını bilmiyor oluşumuz üzerinde biraz düşünmeliyiz.

Ama herhalde haftanın ikinci bazıları için ‘faydalı yalanı’nın yanında kimseye zarar vermeyen beyaz bir yalan kalıyor bu.

Geçen hafta, 22 Temmuz 2015’de Ceylanpınar’da iki genç polisin evlerinde sabaha karşı yataklarında öldürülmesi olayıyla ilgili Şanlıurfa 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada dördü tutuklu dokuz sanık hakkında beraat kararı verildi.

Önemli bir haber olduğuna kuşku yok. Dokuz kişinin hangi delillerle tutuklandığı, sanık yapıldığı ve mağdur edildiğine bakılabilir, araştırılabilir.

Bu olayın, yöntemi açısından da devlet için bardağı taşıran son damla olduğu, operasyonları yeniden başlattığı doğru ve bu yüzden de üzerinde durulmayı hak ediyor.

Ama davadaki sanıkların beraat etmesinden hareketle bu cinayetleri anında üstlenmiş PKK’nın işlemediği, cinayetlerin arkasında savaşı başlatmak isteyen devletin ya da FETÖ’nün olduğu sonucuna nasıl bu kadar kolay ulaşılabildiğini anlamak hayli zor.

PKK’nın silahlı kanadı HPG  aynı gün cinayetleri şöyle üstlenmişti:

“22 Temmuz günü Bir Apocu fedai timi, Suruç katliamına misilleme olarak bugün sabah 06.00 sularında Ceylanpınar’da DAİŞ çeteleriyle işbirliği içinde olan 2 polise karşı bir cezalandırma eylemi gerçekleştirmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda Feyyaz Özsahra ve Okan Acar isimli polisler öldürülürken, öldürülen polislerin silah ve kimliklerine el konulmuştur”

Gerçekle kavgada biraz daha ileri gidenler PKK’nın kimin yaptığını bilip bilmeden bunu üstlendiğini iddia ettiler. HDP, bu mahkeme kararı üzerine, çözüm sürecini devletin bitirdiği tezini yeniden işlemeye başladı. Aynı doğrultuda, epeyce yazı yazılıyor, tweetler atılıyor.

Halbuki onlar bunu iddia ederken bu üstlenme hala PKK’nın silahlı kanadı, HPG’nin sitesinde duruyor.. PKK’nın ajansı ANF’nin sitesinde de haber olarak yer almaya devam ediyor.

En ufak bir karşı açıklama, biz yapmadık düzeltmesi bile yapmadan.

http://www.hezenparastin.com/tr/index.php/b-alamalarinmenu-299/3826-adyamanda-catma-tuerk-ordusundan-youn-hareketlilikler

Ayrıca diyelim devletin provokasyonuydu, böyle karanlık işler yapan bir devlet ne diye o zaman bunu örtmek için yakaladığı kişileri beraat ettirsin ki?

Ayrıca sadece bu olayı üstlenen PKK’nın sitesinde o tarihlerde yapılmış savaşın gelmekte olduğunu gösteren açıklamaları okununca,  bu cinayetlerin Suruç katliamından iki gün sonra işlendiğini, o dönemde PKK’nın devrimci halk savaşı çağrıları yaptığı hatırlanınca, “Suruç’un intikamı” diye üstlendiği ve hala da üstlenmeye devam ettiği bu cinayetleri PKK’nın yapmış olmasından şüphe duymanın anlamsızlığı ortaya çıkar.

Ama bugün çözüm sürecini PKK’nın değil, devletin bitirdiğini söylemek isteyenler için çok faydasız gerçekler bunlar. Bir kısmı bu yalana çözüm sürecinin bitmesine üzüldükleri için katılıyor, buradan bir çıkış arıyor olabilir ama bu yalanlarla gerçeğin üzerini örterek de hiçbir yere gidilemiyor.

Bu faydalı yalanların kimseye bir faydası olmuyor çünkü. Sadece yapılması gereken hesaplaşmaları erteliyor, sorumluları özeleştiri vermekten  kurtarıyor, efsaneleri sürdürüp, gerçek meselelerin üzerini örtüyor.  Kısa süreli bir sakinleştirici, ağrı kesici kadar bir işe yarıyor, hastalığa, acıya çare olmuyor.

Halbuki gerçek ilk başta tatsız, kokusuz, acılı çoğunlukla faydasız gibi görünse de hep bizimle olacak ve ancak ondan bir fayda elde edebileceğiz.

Türkiye’deki bütün kesimler kendilerini uyutan, yatıştıran bu faydalı yalan cennetlerinden gerçeğe doğru kafalarını uzatmaya cesaret etmedikçe de bu ülkede konuşmak, yazmak faydasız bir iş olmaya devam edecek.