Bundan bir buçuk yıl önce gidip nüfus kâğıtlarımızdaki din hanesini sildirdik. Bu kadar kolay olacağını tahmin etmediğimiz için bürokratik cehennemden ürken insanlar olarak nüfus dairesine giderken epeyi gerilmiş, doğrusu kavgaya bilenmiştik. Orta sınıf eğitiminin amansız marazıdır. Yurttaş olarak dil kurmak zorunda kaldığımda hep yaşadığım bir sorun. Bilinçlisinden geçtim, umursuz bir yurttaş kisvesine bürünmek dahi bu memlekette hayatla arana çelik bir duvar inşa etmeni şart kılıyor. Kendi sesine sağır kalıyorsun. Hele bir bakanlık memuru, bir noter ya da kavas değilsen... Öncelikle dilini değiştirip sana iyice yabancı, tumturaklı, sınıfsal üstünlüğünü hissettiren, resmi bir dil kullanacaksın. Şiddetli bir savunma kalkanıyla mücehhez fevkalade alıngan ve saldırgan bir ruh hali. Tatsız. İnsanı kendinden bezdirip yanındakinden utandıran. Bürokrasiye yakalanmış orta sınıfın ‘Sen benim kim olduğumu biliyor musun’u ses tonuna yedirme çabaları. Utanç, ter, ama illa her ilmeğiyle histeri. Devlet dairesinde iyi muamele Devlet dairesi denenin, TC Devleti’nin suratı olduğunu biliyoruz. O dairenin ardında Kafka’nın düşünebildiği en hasından işkence aletlerinin hazır beklediğini biliyoruz. Oranın ardında hayata dönüş katliamları, toplu mezarlar olduğunu biliyoruz. O kapının ardında şuncacık şefkat, şefkat ne kelime, birazcık merhamet olmadığını biliyoruz. Devleti temsil eden memur karşısındaki sınıfsal gerginliğimize bir de bu ekleniyor elbet. Elimizde oğlumuzun da nüfus kâğıdıyla, ilgili tezgâhta beklerken işte bu durumdaydık. Sonra her şey en ufak bir şahsilik, tehdit, ikaz, sallama, ilgisizlik ve benzeri mutat ilişkiler yaşanmadan kolaylıkla çözülüverdi. İyi muamele gördük. Yani her şey normaldi. Bir hakkından yararlandığı için özür dilemek zorunda bırakılan yurttaş eskizleri değildik. Bize bir hizmet veriliyordu. On yaşındaki oğlumun tek tek parmak izinin alınması benim açımdan hayli asap bozucuydu ya, yeni yönetmelik karşısında boynumuz kıldan inceydi elbet. Kaldı ki onun da bir an evvel potansiyel bir suçlu olduğunun farkına varması gerekiyordu. Sonunda oğlum, anası ve ben resmen nüfusumuzda kayıtlı dinden istifa edivermiştik. Sıra oğlumun okuluna bir dilekçe vermeye geldi. Oturup yazdık. Okuldan ret cevabı Örnek olsun, hatta kopyalanabilsin diye dilekçemizi buraya aktarıyorum: “Okulunuzun 4. sınıf öğrencisi oğlumuz Ali Yunus Türker’in ‘Din ve Ahlak Kültürü’ adlı derse katılmaya zorunlu bırakılması bizi son derece rahatsız etmektedir. Aile fertleri olarak hiçbir dinle en ufak bir aidiyet ilişkisi içinde değiliz. Bunu iyice anlaşılır kılmak amacıyla nüfus dairesine başvurup nüfus cüzdanlarımızdaki din hanesinin karşılığını sildirmiş bulunuyoruz. Dolayısıyla resmi olarak da fiili olarak da Müslüman olmayan oğlumuzun, söz konusu dersten muaf tutulmasını talep ediyoruz. Bu konuda okulunuzdan kabul ve anlayış görmediğimiz takdirde AİHM tarafından da tanınmış olan haklarımızı korumak için sonuna kadar mücadele etmeye kararlı olduğumuzu belirtir, gereğinin yapılmasını arz ederiz.” Beklediğimiz üzre okuldan talebimizi reddeden cevap gecikmedi. Bakanlığın emri vb. gerekçelerle. Din dersi çocukları böldü Oğlumuz hayatında ilk olarak gayrimüslim arkadaşlarından koparılıp söz konusu ‘din ve ahlak bilgisi’ dersine arzumuz ve haklarımız hilafına sokulacaktı. Öyle de oldu. Bu hükümetin göğsünü kalkan ederek koruduğu ders, oğlumun arkadaşları arasında ilk olarak bir bölünme, ayrışmaya yol açtı. Ufacık çocuklar, belki de hiç bilmedikleri ya da en azından hissetmedikleri bir kimliğin farkına vardı. Bunun üzerine avukat bir dostumun yardımıyla aynı taleple mahkemeye başvurduk. Aradan bir yıl geçti ki İstanbul 2. İdare Mahkemesi’nden daha geçen gün ret cevabı geldi. Meğer bu ders din eğitimi dersi değil, ahlak kültürü dersiymiş. Vazgeçilemezmiş. Öyleyse neden gayrimüslim çocukları muaf tutuyorsunuz? Onlar da sureleri ezberleyerek kültürlensin ya, demeye fırsatımız olmadı elbet. Şimdi Danıştay’a temyize başvuracağız. Danıştay daha önce benzeri bir başvuruyu haklı bulmuştu. O kararın örnek olmasını umuyoruz. Aksi takdirde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuracağız. Bu başvuruların çoğalması, ilköğretimde din dersinin kaldırılması mücadelesine katkıda bulunacaktır. Dinsizliği yasadışılaştırmanın önüne dikilecektir. Çocuklarımızı dini nesil olarak şimdiden hedef gösterenlere inat sorulacak basit sorularımız var. Ateist olmak için de mücadele mi edeceğiz? İslam dini, genetik olarak mı yayılır? Bu genetik zincirden kopabilmek için kaç halka gerekmektedir? Dini inanışı olmayan kaçıncı kuşak Müslüman yaftasından kurtulabilir? Benim ve çocuğumun Müslüman olduğuna devlet nasıl karar verebilir? Şahsen oğlumun anlamlandıramadığı, bu konudaki sıkıntısını dile getirdiği Müslümanlık eğitimi onu hizaya getirmek için mi dayatılıyor? Hangi hizaya? Ateist olma hakkı için de devletle mücadeleye girmek zorunda mıyız? Başbakan, ateistler konusunda nasıl bu kadar büyük bir rahatlıkla ayrımcı dile sarılabiliyor? Yıllardır dindar olma hakkını destekleyen, başörtüsüne özgürlük çağıran yazılar yazdım. Şimdiki hükümetin üstüne ‘Asıl Müslüman biziz’ diye yürüyen Kemalist vahşilerin karşısında durdum. Yine dururum. Ama dinsiz kalma hakkımı, çocuğumu dinden arındırılmış bir dünyada büyütme hakkımı da aynı şevkle savunacağım. Hayatımda bir an olsun dindar, Müslüman bir insan olmamışlığıma rağmen iştahla memleketin Sünni Müslüman yüzde 99’undan sayıldım. Ama şurası kesin; oğluma zor kullanarak Müslüman olmanın yordamlarını öğretmek isteyen devletin karşısında kıyameti koparacağım. Ben ondan Başbakan’ın dindar olduğunu bile saklıyorum. İzin vermem ya, bir gün televizyondaki bir konuşmasına rast gelirse dindarlardan ve din fikrinden korkup soğumasın diye. Müslüman olmanın ve bunu hayata kalkan etme yolunun kibir, nefret ve düşmanlık duygularından geçtiğini sanmasın diye.