Perihan Mağden: 21. yüzyılın kâbusu yalnızlık; selfie'ciler suretlerine doyamıyorlar

Perihan Mağden: 21. yüzyılın kâbusu yalnızlık; selfie'ciler suretlerine doyamıyorlar

Nokta dergisi yazarı Perihan Mağden, medya ve akıllı telefonların yaygın kullanımı nedeniyle yalnızlaşan insanları konu aldı. Mağden yazısında, önümüzdeki yıllarda şehirlerdeki hayatımızı ‘Yalnızlık korkusu‘nun belirleyeceğini iddia ediyor. Sosyalleşmeye çalışarak yalnızlaşmaya doğru giden insanların, gelecekteki korkusu olan üç büyük günah doğrultusunda yaşamlarını sürdürdüğünü söylüyor. Bu üç büyük günahın ise ‘Yalnızlık, yaşlılık ve çirkinlik’ olduğunu belirtiyor.

Sosyal medya paylaşımları ile insanların “yalnızca fotoğraf ve altyazılardan oluşan dergiler gibi çıkıyorlar” çıktığını söyleyen Mağden, “Sosyal medyada geçirilen sonsuz zamanlar, artı sokaklarda, kalabalıklar arasında selfie çekimleriyle dolu zamanlar, Narsist Zamanlar’ın habercisi” sözleriyle eleştiriyor.

Perihan Mağden’in Nokta'da “Yalnızlıktan sıradanlığa kaçış: Selfie’ciler suretlerine doyamıyorlar” yazısı şöyle:

Zaman ilerledikçe mutlaklaşan, herkesin giderek yalnızlaşması.

Yalnızlık arttıkça; insanlar daha da korkar, daha da kaçar hale geldiler yalnızlıktan.

Yirmi birinci yüzyılın öcüsü /kabusu tam da bu: YALNIZLIK.

Büyük bir yalnız kalma korkusuyla yaşıyor herkes. Sürekli yalnızlığın en beter, en acıklı/ acınası durum olduğu fikri gazlanıp pazarlanıyor.

Çocukların, hayali öcülerden korktuğu/ korkutulduğu gibi, yalnız kaldıkları anda,” kaybeden” telakki edilmekten, öyle görünmekten acayip çekiniyor, ürküyor insanlar.

Filmler, şarkılar, sosyal medya, gazeteler, reklamlar, ucuz edebiyat;  mütemadiyen Yalnızlık

Korkusu pompalayıp,  bu en zavallı halden kurtulmanın yöntemlerini pazarlıyor.

Yalnız kalmamak, daha mühimi, yalnız görünmemek için, her türlü tedbiri almaya, her türlü yola baş vurmaya hazırlar.

Önümüzdeki yıllarda, YALNIZLIK KORKUSU, daha da mühimi yalnızlık fobisi ve utancı, şehirleri, yani şehirlerdeki hayatımızı belirleyeceğe benzer.

Hiçbir ideoloji, yalnızlık utancı  kadar iyi pazarlanmadı.

Kendini teşhir ve tanıtım, içinde yaşadığımız yıllar kadar, vitrine çıkarılmadı.

Evler giderek küçülüp hücre-otellere dönüşecek önümüzdeki yıllarda.

Orda ”yalnız” geçirilen zamanlar, günah gibi saklanmak zorunda.

Evler: Yalnızlık kaçınılmaz olduğunda saklanılıp, dinlenilip, soluklanılacak birer sığınak telakki edilecek.

Bir an önce duvarlarının ardına çıkmanız gereken, birer hapishane!

Dinlenip düzelip ‘toparlandığın’ anda, kendini kamuya açık alanlarda göstermeye/ sergilemeye: teşhire koşmalısın. Her birey kendinin küratörü artık: Sergilenecek özelliklerini belli aralıklarla seçip, düzenleyip, etiketleyip çabucak sokaklara,  vitrinlere, kamera önlerine yerleşmen lazım!

Bu kadar çok ”selfie”, bu kadar çok görüntü, görünürlük, göz önünde olma hali!

Bireyler meydanlarda, alışveriş merkezlerinde, konser alanlarında, spor salonlarında, hastanelerde, tribünlerde ÇAKTIRMADAN hep birlikte yaşadıkları zamanları katlıyorlar.

Yalnız kaldıkları nadir  anlar; teşhir değerleri, Instagram’a yüklenme potansiyelleriyle ölçülüyor.

Oje sürerken,hamakta sallanırken,güneşlenirken, ya da köpeklerini yürütürken verdikleri ”pozlar” esasında hiçbir hakiki tek başınalığa geçit vermiyor.

İçin değil,  zarfın mühim olduğu zamanlar: Göründüğün kadarsın!

Genç, güzel ve fit görün, altına basit ve sıradan birkaç laf ekle; tamamsın.

Mükemmelsin. Aranan sensin. Yüz milyonlarca benzerinle uyum içindesin.

Sohbetler küçülüyor, saçmalaşıyor.

Düşüncelerin menzili, derinliği de; Twitter/ Instagram/ Face sayfası ölçülerine indi, iniyor.

Yalnız kalmamak için insanlar artık her şeyi yapmaya hazır.

Ve daha mühimi: Yalnız görünmemek için.

Çünkü artık, yalnızlık kadar büyük bir hezimet yok!

İçinde yaşadıkları anları öldürerek işe başladılar.

Hiç kimse şimdi ve burada değil.

Cep telefonlarıyla kendilerini  kimle, nasıl ve nerde çekeceklerinde; tasarladıkları vitrinde herkesin aklı, fikri.

Birileriyle birlikte olduklarını , ya da birilerine göstermeye değer hayatlar yaşadıklarını kanıtlamak için, anlarını, yani ”karelerini” mütemadiyen tasarlamakla meşguller.

Marka hayatlar: en iyi tasarlanan, en çok sayıda (sıradan) alıcıya ulaşan hayat, en başarılısı : para edeni.

TASARIM ve TEŞHİR: Hayatlar artık bu iki kavramın etrafında dönüyor. Başlar da!

Zaman ilerledikçe, şehirler daha da büyüyecek ve bu büyük kalabalıkta insanların kendini gösterme, teşhir etme ihtiyacı daha da artacak.

Zira kalabalık arttıkça, görünürlük azalıyor, güçleşiyor.

Görünürlük azaldıkça, insanların dikkat çekme arzusu ve uğraşı katlanıyor.

Şehirlerde, giderek yalnızlığa, yaşlılığa, müstakiliyete yer ayrılmaz hale geliyor.

Şehirler yalnızca gençleşmiyor, çocuksulaşıyor.

Her taraf,  alışveriş merkezlerine , vitrinlere, lunaparklara dönüşüyor.

Bir de ”recreation” sahalarına: Sürekli kendilerini yeniden yaratman  gerekiyor.

O mevsimin gözde renk ve modellerinde. Hep birlikte!

Hemen herkes kendi evreninin şöhretli, merak uyandıran, arzulanan star’ı!

Yoga, reiki, pilates, meditasyon, estetik cerrahi, liposuction, yüz gerdirme, jogging, nefes alma,detoks; sahte- spiritüellikle, bakım onarım, sağaltım çalışmaları kartopulanarak insanları altına alıyor.

İç yok, ruh yok, mevzu yok;” içerik” var: Altyazı.

İnsanlar, her sabah evlerinden, yalnızca fotoğraf ve altyazılardan oluşan dergiler gibi çıkıyorlar.

Herkes hayatını, abone sayısını arttırmaya adamış vaziyette.

İncir çekirdeğini doldurmayacak uğraşlar, çok büyük reklam kampanyalarıyla pazarlanıyorlar.

Kadınlar dudaklarını şişirip 40 dakikada boyamaya, erkekler baklava karınlar yapmaya güdülüyorlar.

”Kendini keşfetmek” diye bir safsata pazarlanıyor.

İnsanlar hiç kendini bu denli sıradanlıkta, yüzeysellikte, ortalamada yitirmemişti oysa.

Avamlık, büyük bir trend. Sığlık da öyle.

Entellektüel ve felsefi derinlik, büyük bir kusur , sizi yalnızlığa mahkum edecek ”kabahatler” halini aldı.

Sosyal medyanın yükselişi; basit olanın, dayatılanın, genelgeçerin kutsanması aynı zamanda.

Sosyal medyada geçirilen sonsuz zamanlar, artı sokaklarda, kalabalıklar arasında selfie çekimleriyle dolu zamanlar, Narsisist Zamanlar’ın habercisi.

Üç Büyük Günah: Yaşlılık, yalnızlık ve çirkinlik şimdi.

Herkes kendini beğenmek ve kalabalıklara beğendirmek zorunda. Gelsin ameliyatlar, gitsin sporda geçirilen çiklet zamanlar!

Uzun yaşama arttıkça, gençliğe karşı duyulan iştah da artıyor.

Yaşlılık bastırılıyor, saklanıyor, kamufle ediliyor.

Artık insanlar 65 yaşında cinsiyet değiştirme ameliyatlarına girebiliyorlar.

120-130 yıl yaşamayı hedefledikleri için, henüz hayatlarının ortasındalar.

Yüzler gerdirildikçe, akıl fikir öteleniyor.

”Kendilerini keşfetmeleri” gerekiyor.

Kendini beğenme/beğendirme zarureti içinde,  kendilerini tamamen kaybetmiş vaziyetteler oysa.

İnsanlar yalnızlıktan korktukça yalnızlaşıyorlar.

Kendilerini teşhir etme arzuları katlandıkça, teşhir edilecek hiçbir özellikleri kalmıyor.

Dikkat çekmeye çalıştıkça, sıradanlaşıyorlar.

Güzelliğe taptıkça, tektipleşiyorlar.

Yakında tüm İranlı kadınların burunları birörnek, tüm Koreli kadınların gözleri aynı boylarda olacak.

Instagram’da herkesin gülümsemesi, şişirilmiş dudakları birbirini andırıyor.

İşin korkuncu, lafları da!

Söz dağarcıkları yıkandıkça/ basitleştikçe çekiyor; çektikçe, bunca az kelimeyle idare edilen hayatların tekdüzeliği dalgalanıyor.

Tüm bu felsefi yok oluş,  şehir hayatında festivaller, karnavallar, bienaller, fuarlar, spor ve alışveriş merkezleri, barlar, lokantalar, konser salonları ve sahalarla kapatılmaya, unutturulmaya çalışılıyor.

Herkes oyalanmak istiyor.

Kendini oyalamak ve sürekli oyalanmak! Sonsuz Çocuklar gibi.

Giderek devasalaşan şehirler,  bunu sunmak üzere planlanıyor.

İnsanların tüm parasını ve vaktini alıp, her türlü hakikati unutmaları ihtimalini sunmak üzere tasarlanan panayır-şehirler artıyor, büyüyor ve pahalılaşıyor.

Tüm hayatlar, şehre ve görüntülere para yetiştirmekle tüketiliyor.

Yokuş aşağı giden bir bireysellik boşalması.

Birey olma ihtimalini sabote etmiş  bireyin çırpınışları : bakın bana, bana bakın, karnım dümdüz; n’olur bakın!

Farklı olmak hiç bu denli imkansızlaşmamıştı.

Ve hiçbir ideolojik yaptırım, bu kadar dümdüz etmemişti ruhları, kimlikleri.

Hakiki yaratıcılık; tarih boyunca bu denli ötelenmedi, imkansızlaşmadı.

Nasıl da tehlikeli; sıradanlığın kötücüllüğü, banalliğin zaferi!

Genelgeçer dizginleri ele geçirdi.

”Ayna ayna ! Söyle bana; benden sıradanı var mı?”

”İçin rahat olsun Kralım/ Kraliçem; seri imalatın tamm istediği formdasın.”

”Oh, yaşasın!”