ABD’de kurduğu yoğurt şirketiyle kısa sürede 1 milyar dolarlık satışa ulaşan ve 6 yılda dolar milyarderi olan Chobani Yogurts şirketinin kurucusu ve CEO’su Hamdi Ulukaya, yatırımcılara “İç sesinize inandıkça o ses size daha iyi yol gösterir” dedi.
Ulukaya, birçok hata yaptığını ama öğrenip ilerlemeyi bildiğini belirtirken, aradığı cevapları çoğu zaman uzun yürüyüşlerde bulduğunu söyledi.
Dünya gazetesinde yer alan söyleşi şöyle:
ABD’de en kısa sürede 1 milyar dolarlık satışa ulaşan, başarısı Harvard’da ders olan girişimci Hamdi Ulukaya, yeni işler peşinde. Chobani’den hisse satıp kaynak yaratmaya hazırlanan Ulukaya, başarı sırrını anlattı.
Dışarıdan hiçbir yatırım almadan 1 milyar dolarlık ciroya ulaşan Chobani Yogurts şirketinin kurucusu ve CEO’su Hamdi Ulukaya, şimdi yeni işler peşinde. Şirketin yüzde 20'sini 2.5 milyar dolara satacağı basına yansımıştı. Ulukaya, yatırımcıların ilgisinin güçlü olduğunu söyledi. “Herkes girişimci olabileceğine inanmalı, bu güç bizim içimizde var, yeter ki yola çıkalım” diyen Ulukaya, üniversite mezunu bile olmadan başarı hikayesi Harvard’da ders olarak okutulan bir işadamı. 2005 yılında 100 bin dolar sermayeyle girdiği yoğurt işinde sadece 6 yılda milyarder oldu. Uludağ Ekonomi Zirvesi’nde yaptığı konuşma sık sık alkışlarla kesilen, başarı hikayesini anlatırken pek çok kişiye sanatçı Yılmaz Erdoğan’ı çağrıştıran esprileri ile salonu kendine hayran bırakan Ulukaya, Dünya Gazetesi'ne gelecek planlarını, başarı sırrını ve global bir marka yaratmanın sırrının ‘yerellikte’ olduğunu anlattı.
Girişimcilere, “Dinleyin ve kendinize güvenin” tavsiyesi veriyor Ulukaya. “Bana kimse yardım etmedi” diye düşünmenin doğru bir başlangıç olmadığını anlatıyor, “Yanlış yapsan da kendi içgüdülerine, iç sesine güven. İç sesin senin güvendiğini bilirse daha güzel şeyler gelir sonrasında” diyor. Ulukaya’ya iç sesinin ona yeni yatırımlara yelken açmasını söyleyip söylemediğini soruyoruz, “Birçok fikir var aklımda. Bazıları fikir aşamasında, bazıları ise harekete geçtiğimiz planlar dahilinde ilerlemeye başladı. Ama bu aşamada ayrıntı veremiyorum” diyor.
Kısa bir süre önce Chobani’nin yüzde 20 hissesini 2.5 milyar dolara satacağı, bunun için yetki verdiği basına yansımıştı. Bu finansal kaynak ile mi yeni işlerini hızlandıracak? Ulukaya, o haberlerin bir kısmının doğru bir kısmının ise yanlış olduğunu anlatıyor. Anlaşılan yatırım alacağı doğru ama hisse miktarı ve bedeli netleşmiş değil. Ulukaya, “Chobani bugün bir yere geldi. Markanın ve şirketin hakkını ABD’de en kısa sürede 1 milyar dolarlık satışa ulaşan, başarısı Harvard’da ders olan girişimci Hamdi Ulukaya, yeni işler peşinde. Chobani’den hisse satıp kaynak yaratmaya hazırlanan Ulukaya, başarı sırrını anlattı. vermesi lazım. Potansiyeli de çok fazla. Çok aktif bir döneme giriyoruz. İlgi de var yatırım anlamında, bakacağız” diyor. Peki yeni işlerde Türkiye pazarı da planlar dahilinde mi? Ulukaya, Türkiye pazarını düşünmediklerini, ABD pazarına yönelik planlar yaptıklarını anlatıyor. “Biz bir Amerikan şirketiyiz, Türk olan sadece benim, ben hala Türkiye vatandaşıyım” diyor. Ulukaya, Türkiye’nin global marka çıkarma hedeflerini çok önemsiyor. Tavsiyelerini ise şöyle sıralıyor: “Bir markanın globalleşirken yerel öğelerini, motifl erini, kişiliğini kaybetmemesi gerek. Türkiye’de yerellikten geçilirse global olunur gibi bir düşünce var ama bu doğru değil. Yeni dünyada global olmanın yolu yerelliği bırakmamaktan geçiyor.”
Ulukaya’nın hikayesi Erzincan’ın İliç ilçesinde başlıyor. Dağların eteğinde 2 bin kişilik küçük bir kasaba... Yaylalara çıkılıyor, kürdüyle, çerkesiyle, alevisiyle birbirini seven, birlikte yaşamayı bilen bir yer burası. Ulukaya bu ortamda büyüyor. Üniversiteye başlıyor. 2’nci yılında İngilizce öğrenmek için cebinde 3 bin dolarla ABD'ye gidiyor. Birkaç ayda para bitiyor ve Hamdi Ulukaya, New York’un kuzeyinde bir çiftlikte çalışmaya başlıyor. Sonra babasının ısrarı ile peynir üretimine giriyor ve küçük bir mandıra kuruyor. Çalışırken bir gün bir ilan görüyor, “Bütün makineleri ile yoğurt fabrikası satılık”... Hemen emlakçıyı arıyor ve fabrikanın New York’un South Edmenston bölgesinde Kraft tarafından satılığa çıkarıldığını öğreniyor. Gidiyor görmeye, küçük kasabanın ekmek kapısı olan 80 yıllık fabrika 700 bin dolara satışta, kapanma aşamasında, 55 işçi makineleri kapatıyor... Ulukaya fabrikayı almak istiyor, “Kraft gibi bir firma bu yoğurt işinden çıkıyorsa sen kimsin de alıp bir şey yapacaksın” sözlerine rağmen kararlı... “Ucuz diyorsun ama senin paran yok ki” diyenlere ise ‘durun bakalım’ diyor. O aşamada bir banka kendisine gelip, “ABD’de küçük ve orta ölçekli işletmelere destek veren bir kurum var, o yüzde 50’sini verirse biz de yüzde 40’ını veririz” diyor... Ulukaya, bu programın ne kadar önemli olduğunun canlı bir kanıtı ve “Türkiye’de de KOBİ’ler bu şekilde desteklenmeli. Chobani gibi hikayelerin Türkiye’de de olması gerek. ABD’de herkes ‘yapabilirsin’ diye başlıyor” diyor. 2005 yılında alıyor fabrikayı. Fabrikanın eski çalışanlarından 5 kişiyi işe alıyor. İşe aldığı bu 5 kişi ile yaptığı ilk toplantıda aylık 100 bin dolarlık elektrik faturasının nasıl düşürülebileceğini konuşuyorlar. Ulukaya, o ilk günleri şöyle anlatıyor:
“Binanın dışı çok kötü durumda, boyaları dökülmüş. Dedim ki ilk iş gidelim boya alıp binanın dışını boyayalım. Aldığım müdür dedi ki ‘Bu fabrika boyanmayalı 20 yıl oldu. Senin aklında başka bir şey yok mu?’ Dedim ki ‘Hakikaten başka bir şey yok aklımda, oturacağımıza boyayalım.’ 5 kişi merdivenlerle binanın dışını boyadık o ilk yaz. Şimdi bizim ofise giderseniz girişte ‘Lets paint the walls (Hadi duvarları boyayalım)’ yazar. Bu bir başlangıçtı. Bir işe başlamak çok önemlidir. Mevlana’nın bir sözü var, yürümeye başladığınızda yolu görürsünüz. Yolun görünmesi sizin hareketinize bağlı. Oturup düşünmekle olmaz, çalışırken düşünmeniz gerekir. Boyamaya başlayınca aklınıza birçok fikir gelir.” O sıralar dev bir Yunanlı şirketi New York’a yoğurt getirmiş. Hamdi Ulukaya Yunan yoğurduna ilgi olduğunu görmüş: “Biz yoğurtla büyüdük ama güzel bir yoğurt bulamıyordum Amerika’da ve Yunanlılar nasıl yoğurdu satıyor bunu anlamak için çalışmaya başladım. Mağazalara gittim, o yoğurtları alanları durdurup sordum niye alıyor diye. Amerikalıların yoğurt yememesinin sebebinin iyi yoğurt bulamamak olduğunu anladım. Yunanistan’a 10 kez gittim, nasıl ürettiklerini öğrendim. Ama Yunanlı firma yoğurdu çok özel, pahalı bir ürün gibi satıyordu. Ben yoğurdu herkesin yiyebileceği fiyatta ama markalaşma olarak üst seviyede yapma hedefi belirledim."
Ulukaya kendi yoğurduna Türk yoğurdu değil, piyasada bilinen adıyla Yunan yoğurdu demeyi tercih etmiş. Farkı ise fiyatı ve markaya verdiği önem olmuş. "2 yıl fabrikadan dışarı çıkmadım. Tekrar tekrar denedik en iyiyi bulmak için. Dünyanın her yerindeki yoğurt kapları benim ofisimde vardı o günlerde. Hepsini inceledim, markamı buldum. 2007 yılında 300 koli üreterek küçük bir markete yoğurt vermeye başladım. Daha büyük bir markete satış yapmak istedim ama 200 bin dolar raf parası istedi. “Size yoğurtla ödeyelim, sattıkça kesin bu parayı bizden” dedim. “Ya satmazsan” dedi, “O zaman fabrikayı size veririm” dedim. 3 hafta sonra adam aradı beni, “Sen bu yoğurda ne koyuyorsun” dedi. O zaman anladım ki o noktadan sonra benim işim satmak değil, üretimi artırabilmekle ilgili.”
Yıl 2008. Chobani çıkışa geçmiş; yıllık satış 20 milyon dolar. 2009’da 75 milyon dolara, 2010’da 250 milyon dolara, 2011’de 625 milyon dolara ve 2012’de 1 milyar dolar oluyor ciro. Ulukaya bu süreçte hiçbir dış yatırım almamış. Yoğurt sattıkça elde ettiği gelirle yatırım yapmış. “Bağımsız, hiç dış kaynak almadan bu hale gelen tek şirketim” diyor. Çalışan sayısı 3 bin kişiye yükselmiş. Ulukaya finanstan anlamadığını anlatıyor ve şöyle devam ediyor: “Anlatmaya da gerek yok zaten. Bu işleri öyle karmaşıklaştırıyorlar ki 'kimse anlamasın da bizim işimize girmesin' diyorlar. Oysa işin sırrını biz biliyoruz. Şirketler yazılı kurallarla değil, liderlerle ve davranışlarla yönetilir. Herkes girişimci olabilir. Ben yanımda 3 bin dolarla Amerika’ya gittim sanıyordum ama meğer ne büyük hazinelerle gitmişim. Sizin bu hazinelerden haberiniz olması için iş yapmaya başlamanız gerekir. Ne üniversite bitirdim ne de bir işte çalıştım ama markalaşma ile ilgili olabilecek tüm ödülleri bana verdiler. Chobani’nin C’sinden bugünkü haline kadar her şeyiyle ben ilgilendim. Harvard’da Chobani'nin dersini hazırlayan profesör, 'Bu, var olmasını umduğum bir şirketti ama bulmam 20 yılımı aldı' diye yazdı girişine. Peki ben bunları nereden öğrendim? Bunlar anneden babadan, çevreden, Anadolu’dan, kültürümüzden: Güven, çalışana saygı, insan sarrafı olmak... Bu kültürü hayata uygulayabilmek başarıyı getiriyor. Özü kaybetmemek lazım. Bundan sonraki yüzyılda iş ‘insan’ işi olacak, teknoloji haline geldi bugün ama mutlaka dengeye girecek. Anadolu, insan demektir. Burada büyük bir potansiyel var.”
‘Girişimcinin en önemli özelliği, takılıp düştüğünde, ayağa kalkıp devam edebilmesidir’ denir. Peki Ulukaya, yolculuğunda hiç hata yapmadı mı? “Yapmaz olur muyum, yaptım tabii. Girişimciyi girişimci yapan o zor zamanlardır. Ama zamanla sıkıntıları giderme kabiliyetimiz de atıyor. Birçok hata yaptım, öğreniyor, ilerliyorsun…”
“En çok övündüğüm şey ne biliyor musunuz, biz ilk paket yoğurdumuzu yaparken, kabın altına; “Chobani bu yoğurttan elde ettiği kârın yüzde 10’unu topluma bağış olarak geri verecek” diye yazdım. O zaman vaat etmek kolaydı tabii... Rahmetli annemin adına kurduğum vakıfl a Türkiye’nin her tarafında kütüphaneler kurduk, Amerika’da okullar açtık. Her sabah kalkıp işe gitmemize neden olan şey bu oldu.”
“ABD’de girişimcilik ödülü aldığımda beni ilk arayan kim oldu biliyor musunuz, ABD büyükelçisi Ricciardone. Daha sonra Muhtar Kent, Kemal Derviş, Hüsnü Özyeğin. Bu destek çok önemliydi benim için. Bakan Mehmet Şimşek de beni tebrik eden bir twit attı, umarım bundan sonra da twit atabilir. Gerçek bir girişimci toplumdan ayrışmamalı, toplumun tüm sorunları ile ilgilenmeli. Ben dışarıda olan biri olarak Türkiye’de yaşananları şöyle görüyorum: Son kavşağa girdik. Bugün herkes eskiden konuşulamayanları konuşuyor, görülmeyenleri görüyor. Bundan sonra ya çok kötü bir yere gideriz ya da hepsini çözüp çok daha iyiye gideriz. İkincinin olmasının ihtimali çok daha fazla. Özlediğimiz ülke, Anadolu’nun her tarafındaki herkesin kendisini kendi olarak değerli bilip kültürünü dilini dinini inanışını yaşayıp hep beraber geleceği oluşturabileceği bir Türkiye."
“Girişimcilik yalnız yapılan bir yolculuktur” diyor Ulukaya. Bu yolculukta pişmanlıkları da olmuş. Aileden alınan desteğin; akıl ya da sermaye anlamında değil, manevi bir güç olarak arkanızda o gücü hissedebilmenin önemini anlatıyor. “Doğaya çok bağlıyım” diyor Ulukaya. Yoğurt fabrikasının olduğu bölgede dağ başında küçük bir evi olduğunu, o evde yaşadığını anlatıyor. “En çok sevdiğim şey, uzun yürüyüşlere çıkarım. Sıkıntılarımın büyük bölümünün çözümünü o uzun yürüyüşlerde bulurum. Doğa bir çıkış noktasıdır benim için.”