YÖK Başkanı Prof. Yekta Saraç, "YÖK, iş ve işçi bulma kurumu değildir" dedi. "Her diploma alan iş bulma garantisinin devlet tarafından kendisine verildiğini sanıyor" diyen Saraç, "Oysa öyle bir durum yok. ILO’nun son raporuna göre kalkınmakta olan ülkelerdeki üniversite mezunu kişilerin iş bulma ihtimalinin bu tahsili görmeyenlere göre düşük olduğu ortaya çıktı" örneğini verdi.
"YÖK’ün kaldırılması meselesinin bilimsel bir ortamda münakaşa edilmesi lazım" diyen Saraç, "Atamaların Cumhurbaşkanı tarafından yapılmasına bütün rektörlerin önem verdiğini" savundu. Saraç, "Ayrıca halk tarafından seçilmiş bir Cumhurbaşkanı tarafından atanmış olmak, halkın iradesiyle ilişkilendirilen bir rektör olma sıfatına da sahip olmayı getiriyor beraberinde" görüşünü dile getirdi.
Habertürk'ten Balçiçek İlter'in sorularını yanıtlayan (30 Kasım 2015) YÖK Başkanı Saraç'ın açıklamalarından bazı bölümler şöyle:
Peki kişisel olarak sorayım, sizce YÖK kaldırılmalı mı?
YÖK ismiyle veya bir başka isimle, YÖK’ün fonksiyonlarının çoğunu devam ettirecek kurumsal bir yapıya bugün ihtiyaç olduğu gibi yarın da vardır. Bu tartışma bizi gerçeklerden uzaklaştırıyor. YÖK’ün kaldırılması yükseköğretimin iyileşmesi için düşünülüyorsa, bu çok yanlış. Çünkü eğitim-öğretim aslında bir bütün. İlköğretim, hatta onun öncesinden başlayan halkaları bulunan bir zincir bu, birbirlerini etkiliyorlar. Dolayısıyla yükseköğretimdeki iyileşme YÖK’ün kaldırılmasıyla değil, topyekûn eğitim ve öğretimde iyileşme, nitelikte ve kalitede iyileşmeyle ile ancak mümkün olabilir.
“YÖK kaldırılsın” çıkışları doğru değil mi sizce?
2547’nin benim de tasvip etmediğim yönleri var; ama unutmayalım ondan daha iyi bir yasa ile kötü uygulamalar sonucu çok kötü sonuçlar ortaya çıkabilir. YÖK’ün kaldırılması meselesinin bilimsel bir ortamda münakaşa edilmesi lazım. Bu da şunu gerektirir, 2547’nin yerine ikame edilecek yeni kanunun bir ruhu ve felsefesinin olması lazım. Sadece bugün yaşanılan sorunlara cevap verme amacı taşıyan bir girişim yanlış olur. Öncelikle nasıl bir eğitim-öğretim (sadece yükseköğretim de değil) bunun cevabının verilmesi lazım. Ayrıca bu cevabın çoğunluk görüşüyle değil, geniş mutabakatla kabul görmesi de lazım. Bilim çevrelerinin ve toplumun farklı kesimlerinin üzerinde uzlaşacağı bir zemin olmalı kanımca. Ondan sonra, bu temel üzerinde yeni bir inşa hareketine girişilmesi lazım.
Geri kalan alanlar ne olacak peki?
Aslında bizim isteğimiz, yükseköğretime gelen öğrencilerin programların gerektirdiği yetkinliği sağlayarak gelmeleridir. Yakın dönemde Milli Eğitim Bakanlığı tarafından buna yönelik niteliğiniteliği artırıcı tedbirlerin alınacağından umutluyuz. Bir de çıktı esaslı düzenlemeler lazım. Meslek icrası için bu saydığımız programlarda sınavların yapılması gerekir.
Kim yapacak sınavı? YÖK mü?
Hayır, YÖK’ün de içinde bulunduğu ama başka paydaşların da yer alacağı sınavlar olmalı. Örneğin artık “yetkin mühendislik’’ olgusunun Türkiye’ye girmesi gerekir. Doktorluk, hukuk gibi mesleklerin icrası için bu fakülte mezunlarının ayrı bir sınava girmesi yerinde olur, bunun için ise yasal düzenleme gerekiyor. Buna ilişkin önerimizi hükümete ileteceğiz. Fakat karamsarlığa da kapılmamamız gerekiyor. Bugün bizim çektiğimiz sıkıntıları bütün dünya yaşıyor aslında. Sıkıntının temelinde yükseköğretimdeki kitleselleşme trendi, okullaşma oranının birinci hedef belirlenmesi ve niteliğin sonra aranması var.
“Kitleselleşme’’ derken herkesin üniversite mezunu olma isteğinden mi bahsediyoruz?
Evet. Bu durum başka sosyal sorunlara sebep oluyor. Her diploma alan iş bulma garantisinin devlet tarafından kendisine verildiğini sanıyor. Oysa öyle bir durum yok. ILO’nun son raporuna göre kalkınmakta olan ülkelerdeki üniversite mezunu kişilerin iş bulma ihtimalinin bu tahsili görmeyenlere göre düşük olduğu ortaya çıktı.
Bu çok ciddi bir tespit!
Kesinlikle. Hatta bu durum bazı ülkelerde sosyal patlamalara yol açabiliyor. Üniversite algısının değişmesi gerekiyor. Bu algıyı biz YÖK olarak tek başımıza değiştiremeyiz. YÖK, İş ve İşçi Bulma Kurumu değildir. Üniversite sadece meslek edindirmez, birinci vasfı topluma yararlı, çevresine duyarlı, dünyadaki varoluş sebeplerini daha derinlemesine kavrayabilen, entelektüel düzeyi olan insan yetiştirmedir. Fakat son dönemlerde Türkiye’nin de içinde bulunduğu küresel bir yükseköğretim algısı oluşmuştur. Üniversite hocası ve öğrencisi profili tüm dünyada "maalesef değişti.
Nasıl bir profil oldu?
Üniversiteye verilen misyon ve ona bakış açısı değişti; yüksek ücretli iş bulma imkânı sağlayan kurumsal yapılar ve araştırma laboratuvarları... Üniversite hocası; elinde çanta proje peşinde koşan insan... Üniversite mezunu; çıkar çıkmaz yüksek ücretle iş bulan... Tüm dünyada gittikçe yaygınlaşan algı budur. Üniversitenin kimyası değişti. Artık pek çok ülkede bu savrulmanın sıkıntıları bir bir ortaya çıkıyor ve bunun önüne geçmek için dünyanın çeşitli yerlerinde konferanslar düzenleniyor, çalışmalar yapılıyor. O yüzden biz de “Nasıl bir yükseköğretim?” sorusunun cevabını vererek, yani zihniyet meselesini çözerek işe başlamalıyız.
YÖK’ün yetkilerini bu yüzden mi devrediyorsunuz?
YÖK eleştirilirken, yetkilerinden kaynaklanan uygulamaları kastediliyor. Başkan tayin edildiğimiz andan itibaren belli bir plan dahilinde üniversitelere yetki devirlerini başlattık. Önce yatay geçişleri bıraktık, daha sonra bütünleme sınavlarını, ikinci öğretimin başlama saatlerinin belirlenmesini... Aynı şekilde yaz okulu açıp açmama kararını da üniversitelere bırakacağız. Fakat bugüne kadar yetkilerimizin genişliğinden dolayı bizi protesto edenler bu sefer “Bunu niye üniversitelere veriyorsunuz?’’ diye eleştiriyorlar şimdi. En radikal değişiklik ise disiplinle ilgili yetkilerimizi bırakmak. Konuya ilişkin yasa teklifi önerimiz bitti, bugünlerde Başbakanlık’a sunacağız.
Rektör ve dekan dışında...
Evet çünkü onları atamalarında bizim imzamız var. Yıllardan beri YÖK; akademisyenler üzerinde ceza veren, soruşturma açan, okuldan atan bir kurum olarak eleştiriliyordu. Artık bu sayfayı çeviriyoruz ve bir dönemi kapatmak istiyoruz.
Nasıl bir YÖK hayal ediyorsunuz?
Planlamaya ağırlık veren, bu planlamaya göre düzenleme yapan, bunun gereklerinin yapılıp yapılmadığının değerlendirmesi ve denetlemesini yapan bir YÖK. Dünyada yükseköğretimin nereye gittiğini gören, diğer taraftan Türkiye gerçeklerini göz ardı etmeden, popülist söylemlere girmeden, bir yükseköğretim politikası oluşturacak bir yapı. Kalkınmış ülkeler arasına girdiğimizde çok iyi yükseköğretim kurumlarımızın olacağı düşünülüyor. Halbuki ülkeler kalkındıktan sonra üniversiteleri iyi olmaz, üniversiteleri iyi ve gelişmiş olduğu için kalkınırlar.
Az önce yarım kaldı, rektör ve dekanları YÖK mü atamalı sizce?
Bütün fonlamanın bir merkezden yapılıp daha sonra bu merkezin, o kurumun üst yöneticilerinin seçimine karışmamasını istemek doğru ve gerçekçi mi? Ama bu seçimlerin üniversitelerde yara açtığı da biliniyor. Belki üniversiteler kendi içinde idari personelinin ve öğrencinin belli bir nispette yer aldığı bir arama komitesi oluşturabilir ve adaylar böyle belirlenebilir. Ve bundan sonra belirlenen adaylar yukarıya sunulabilir. Elbette daha başkaca öneriler de geliştirilebilir. Tabii geniş katılım gerektiren bir süreçle.
“Yukarısı” derken? “YÖK ve Cumhurbaşkanı” diyorsunuz. Peki ama geçmişte seçilmesine rağmen atanmayan rektörler için ne diyeceksiniz?
Birinci seçildikten sonra atanmama durumunu sadece bir sebeple izah etmek çok yanlış olur. Diğer taraftan atamaların Cumhurbaşkanı tarafından yapılmasına aslında bütün rektörler önem veriyor.
Neden?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni en üst düzeyde temsil eden bir zatın imzasıyla atanmış olmanın ayrı bir anlamı vardır. Ayrıca halk tarafından seçilmiş bir Cumhurbaşkanı tarafından atanmış olmak, halkın iradesiyle ilişkilendirilen bir rektör olma sıfatına da sahip olmayı getiriyor beraberinde. Bu da yeni bir durum
Söyleşinin tamamı için tıklayın