Yönetmen Emin Alper: İki dakika önce gözünü oymak istediğin kardeşine bir süre sonra hasretle sarılabilirsin

Yönetmen Emin Alper: İki dakika önce gözünü oymak istediğin kardeşine bir süre sonra hasretle sarılabilirsin

Yönetmen Emin Alper'in ulusal ve uluslararası birçok festivalden ödüllerle dönen filmi Kız Kardeşler geçtiğimiz haftalarda vizyona girdi. Alper "Kardeşi olan herkes bilir ki kıskançlık ve kardeşler arası rekabet kadar son derece fedakarane bir dayanışma da mevcuttur kardeşler arası ilişkide. İki dakika önce gözünü oymak istediğin kardeşine bir süre sonra hasretle sarılabilirsin. Nitekim filmde de kavganın sonunu genelde böyle anlar takip ediyor" dedi.

Film annelerinin ölümünün ardından besleme olarak verilen üç kız kardeşin, yıllar sonra köylerine geri dönmesini ve birbirleriyle yüzleşmelerini anlatıyor. Filmin başrollerinde ise Cemre Ebüzziya, Ece Yüksel, Helin Kandemir, Kayhan Açıkgöz, Müfit Kayacan ve Kubilay Tunçer yer alıyor.

Tepenin Ardı ve Abluka gibi dikkat çeken filmlere imza atan Emin Alper Evrensel’den Buket Demir’in sorularını yanıtladı.

Buket Demir'in soruları ve Emin Alper'in yanıtları şöyle:

Küçüklüğünüzden beri kasabalarda çok yaygın olan beslemelik meselesinin sizi rahatsız ettiğini ve birçok yerde filmin çıkış noktasının da bu olduğunun altını çiziyorsunuz. Beslemelik meselesini tek bir kadın karakter üzerinden değil de üç kız kardeş üzerinden anlatmayı tercih ettiniz. Neden üç kız kardeş?

Her hikayenin ve senaryonun kendine has bir evriliş süreci var. İlk başta Reyhan’ın kasabadaki hayatını anlatmaya niyetlenmiştim, ama o hikaye beni yeterince heyecanlandırmadı. Reyhan’ın düştüğü yerden yani köye geri gönderildiği noktadan başlamak daha vurucu geldi bana. Ardından kardeşlerinin de bulundukları çukura ardı ardına yollanmış olmasının çok yoğun ve keskin bir tablo ortaya çıkaracağını düşündüm. Ayrıca bu bana beslemeliğin farklı karakterler üzerinde bıraktığı izler hakkında konuşma fırsatı da sağlayacaktı.

Film boyunca doğdukları taşradan en yakın ama bir o kadar da uzak olan kasabaya giderek daha iyi bir yaşam hayali kuran kız kardeşleri izliyoruz. Fakat bu hayalleri kurarken oldukça bireyci davrandıklarına şahit oluyoruz. Aralarında bir dayanışmadan bahsedemiyoruz. Günümüz açısından da durum farklı değil. Bireyci sloganların durmadan empoze edildiği bir dönemden geçiyoruz. Kız kardeşlerin bu “nankör” hallerini bu bağlamda değerlendirebilir miyiz?

Elbette ki içinde bulundukları sefil koşullar onları zaman zaman bencilleştiriyor. Bunun altını çizmek istedim doğru. Ama bir yandan ben onların rekabetçiliğini çok daha yumuşak bir ışıkta görüyorum. Daha çok kardeşler arası bir rekabet o. Kardeşi olan herkes bilir ki kıskançlık ve kardeşler arası rekabet kadar son derece fedakarane bir dayanışma da mevcuttur kardeşler arası ilişkide. İki dakika önce gözünü oymak istediğin kardeşine bir süre sonra hasretle sarılabilirsin. Nitekim filmde de kavganın sonunu genelde böyle anlar takip ediyor.

Filmde kız kardeşlerin yanı sıra Deli Veysel de çok güçlü bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Benim dikkatimi çeken nokta Deli Veysel’i hor gördükleri dalga geçtikleri unsurlar haline gelen köydeki eşkıyalar ve madendeki kara cinlerin bir şekilde film boyunca gerçek (miş gibi) olduğunun bizlere fark ettirilmesi oldu. Buradaki amacın deliliği sorgulatma hali olduğunu söyleyebilir miyiz? Veya tersinden akıllı geçinenlerin haklılığı sorgulatma hali de diyebilir miyiz?

Sonuncu yorumunuza daha yakın diyebiliriz. Veysel’in gizli bir yardım çığlığı var ama hor görülen bir karakter olarak kimse onu ciddiye almıyor. Eşkıyalar onun korkaklığına veriliyor. Kasabaya gitme hayalleri hor görülüyor. Ama bir yandan da açıkça gerçekleri tek söyleyen de o.

Deli Veysel’in yanı sıra bir de Deli Hatice’yi görüyoruz filmde. Kız kardeşler dışında filmdeki tek kadın karakter. Bir dağın yamacına kurulmuş köyde hapishane duvarlarını andıran kocaman dağlara meydan okurmuşçasına taklalar atan Deli Hatice... Başından neler geçmiştir, kimdir film boyunca öğrenemiyoruz. Taşradan kurtulamama haletiruhiyesinin sonucu olarak okuyabilir miyiz Deli Hatice’yi?

Hatice’nin okunuş biçimine bir sınırlama getirmek istemem. Kimilerine göre kızların köyde kalırsa gelecekte dönüşecekleri kişiye işaret ediyor. Kimilerine göre Veysel’in trajik olmayan simetriği. Tek bildiğimiz çaldığı kapıları açan olmayınca kendi kendini mutlu etmenin bir yolunu bulmuş olduğu. Bu tip sahneler gücünü buradan alır galiba. Bize çok şey çağrıştırırlar ama tam olarak “şudur” diyemeyeceğimiz bir etki bırakırlar.

Filmin son sahnesinde baba ve kız kardeşlerin köy evinde muhabbet ettikleri ve filmin diğer diyaloglarına kıyasla daha iyi vakit geçirdikleri bir ana tanık oluyoruz. Bunu umut vadeden bir son olarak görmekten öte bozuk bir saatin bile günde iki kere doğruyu göstermesi şeklinde yorumlayabiliriz. Bu diyalog ile siz seyirciye nasıl bir son bırakmayı amaçladınız?

Babanın finalde anlattığı hikaye geleneksel hayatların ve özellikle köy yaşantısının üzerine kurulu olduğu döngüyü vurguluyor. Eşitsizlik çarkının biteviyeliğine işaret ediyor. Ama sahnenin komikliği bir yandan da durumun kasvetini dağıtıyor. Birden fazla hatta birbirlerine zıt duygu ve düşüncelerin bir aradalığı beni cezbetti o sahnede. Nitekim filmin finali için kimileri umutsuz diyor kimileri umutlu diyor. Bence her ikisi de. Reyhan için umutlu, belki Nurhan için umutsuz ve Havva için belirsiz... Hikayesi kapanan ve noktalanan tek kişi Veysel aslında.

Kız Kardeşler filminin yapım sürecinin bitimi ile beraber yeni projenize ara vermeden başladınız. Bu yoğun üretim sürecinde motivasyon kaynaklarınız nelerdir? Yeni projenizden bahsedebilir misiniz?

Elimde birikmiş tasarılar var. Dolayısıyla bir film bitince yenisine başlamanın zamanının geldiğini düşünüyorum. Bir de açıkçası memleketin içinde bulunduğu durumda çalışmak iyi geliyor. Etrafınızdaki adaletsizliklere ve zalimliklere aklınızı yitirmeden katlanmanıza yardımcı oluyor çalışmak. Yeni film bir savcı ile belediye başkanının çatışması ekseninde gelişiyor. Ama senaryonun daha yolu var.

Tepenin Ardı ve Abluka’dan bildiğimiz güçlü mekan seçimi son filminizde de dikkat çeken önemli bileşenlerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Mekan arayışı sürecinizden biraz bahsedebilir misiniz? Doğru mekanı bulduğunuzu size hissettiren ne oluyor.

Mekana her zaman çok önem veriyorum. Görselliğin inşası ve atmosferin kurulumu mekan olmadan mümkün değilmiş gibi geliyor bana. Tabii bir yandan da hikayenin buna uygun olması lazım. Benim hikayelerim genelde mekan duygusunun güçlü olmasını gerektiriyor. Bu yüzden bütün filmlerimde mekanı en az bir sene öncesinden buluyor, oraya birkaç kere gidiyor ve sonra senaryoyu bulduğum mekana göre yeniden biçimlendiriyorum. Uygun mekanı bulmak öyle kolay olmuyor. Yıldırım aşkıyla çarpılma çok nadiren olur, çünkü gerçek mekanların kafanızda yazdığınız senaryoya yüzde yüz hizmet etmesi çok nadirdir. Alternatifleri aza indirip düşüne düşüne hedef mekana ilerliyorum genelde. Sözgelimi Kız Kardeşler’de dağlar kadar o köye gelen kıvrımlı yol da benim için o mekanın diğerlerinin arasından sıyrılmasına neden oldu.