Yönetmen Hüseyin Tabak'ın, 33. ölüm yıldönümünde anılan Yılmaz Güney'i anlatan belgeseli Toronto Film Festivali'nde gösterimi yapıldı.Tabak, üzerinde yedi yıldır çalıştığı ‘Çirkin Kral Efsanesi’ isimli Yılmaz Güney belgeselini anlattı.
Cumhuriyet'ten Emrah Kolukısa'nın Hüseyin Tabak ile yaptığı röportaj şöyle:
En baştan başlayalım.. Yılmaz Güney ile ilgili bir belgesel çekme fikri ne zaman ve nasıl doğdu?
2010’da benim bir kısa filmimi Mehmet Aktaş görmüştü. Onun jeneriğinde ben Yılmaz Güney’e teşekkür ediyordum. 2003’ten beri kısa film yaparım ve Yılmaz Hoca bana sinemacı olmam için güç verdi diye, hep filmlerimin sonunda ona teşekkür ederim.
Bunu uzun metraj filmlerimde de yaptım. İşte Mehmet Aktaş 2010’da benim kısa filmimi çok beğenmiş ve beni Berlin’e davet etti. Yılmaz Hoca üzerine konuşmaya başladık, ve bana neden jenerikte ona teşekkür ettiğimi sordu.
Ben de dedim ki, kendimi borçlu hissediyorum. Öyle zor şartlar altında öyle güzel filmler yapmış ki... Bize umut veriyor filmleri, güç veriyor. O da bana “aynen” dedi, güldü ve aklında bir belgesel olduğunu söyledi. Bir yönetmen Yılmaz Güney’i araştırıyor, efsanenin arka planına bakıyor... Öyle bir fikri vardı. Hemen orada ‘evet’ dedim, ve o andan itibaren Yılmaz Hoca’nın kitaplarını ve filmlerini toplamaya başladım, izledim ve okudum.
Sonrasında ne gibi zorluklar çıktı karşınıza?
Filmin gerçekten çok zor süreçleri oldu. Ne bir TV kanalından ne de Almanya’dan para bulabildik. Lazım olan bütçenin sadece yarısını topladık ama yine de başladık, yoksa çok geç olacağını hissediyorduk. Ama asıl zor süreç kurguydu, çünkü inanılmaz söyleşiler yaptım...
110 saatlik malzemeyi iki saatlik filme sığdırmak çok zor oldu. Kurgu iki yıl sürdü neredeyse. Ve tabii ki filmde sadece röportajlar yok, Yılmaz Hoca’nın filmleri de var, arşiv görüntüleri, aile içinde yapılmış çekimler... Yılmaz Hoca’nın yanında olan bazı önemli insanlar maalesef kurguya giremedi. Onlardan birisi de Vedat Türkali. Çok güzel söyleşi yapmıştık, ama maalesef uymadı. Ama misal Tarık Akan’la çekim yapabilme fırsatımız oldu.
Toplamda kaç kişiyle görüşerek hazırladınız belgeseli?
Toplamda 47 kişiyle görüştüm, bunların neredeyse yarısı filme girdi. Çoğu o zaman konuşmak istedi. O zaman Türkiye’deki durum o kadar karışık değildi. Yani, şimdi yanlış bir şey dersem, bana neler olur diye düşünmedi kimse, öyle korku veya baskı yoktu.
Röportajları 2011-2014 arası yapmıştık, barış süreciydi ve gerçekten ortalık daha rahattı. Şerif Hoca (Gören) konuşmak istemedi, maalesef. Onun da kendi kişisel nedenleri vardır tabii, kendi bileceği iş. Ama benimle 2 gece oturdu, anlattı, yedik içtik ve yine de bana yardımcı oldu. Bir de Yılmaz Hoca’nın oğlu Yılmaz Pütün konuşmak istemedi, ama onunla da maillerle yazıştım ve görüştüm. Tabii ki saygım var, zorla da olmaz bu işler. Kendilerinin istemesi lazım.
Yılmaz Güney’in eşi Fatoş Hanım projeye dahil oldu mu?
Fatoş Hanımla proje başlarken ilk olarak anlaştık ve görüşmek istedi, ama maalesef en son röportajı onunla yaptık. Proje dışarıdan yapıldı zaten, yani Güney Filmcilik ile bağlantısı yok. Filmlerin hakları kendisinde olduğu için haklar üzerinde görüşmemiz lazımdı ama bu süreç maalesef çok uzun sürdü ve bütçemiz az olduğu için tabii ki bizi etkiledi. Filmin çekimlerini nasıl sürdüreceğiz, haklar ne olacak, ne kullanabileceğiz bilmiyorduk. Ama sonunda anlaşabildik ve istediğimiz filmlerin haklarını verdiler ve kendi evinde uzun bir söyleşi yaptık.
Bizde “efsane” sözü biraz fazla kullanılır, hatta bu kelimenin neredeyse içi boşaldı. Sizce Yılmaz Güney için efsanedir diyebilir miyiz ve bunu nasıl nedenselleştiriyorsunuz?
Yılmaz Hoca’nın özel hayatını araştırdıktan sonra, kendisinin gerçekten bir efsane olduğunu anladım. Çünkü özel ilişkileri, annesine, babasına, kız kardeşi Leyla’ya, çocuklarına o kadar insani ki, o kadar sevgi dolu ki... Ama bir yandan da kendini Çirkin Kral diye o zamanki dergilere, gazetelere bir marka gibi, her gün koyabiliyordu.
Bu çok zor bir şey, çünkü asıl iç dünyası çok sade. Bizim ve amcamların evinde hep Yılmaz Güney’in bir fotoğrafı asılı olurdu. Çocukken anlamazdık, ölmüş bir amca zannerderdik onu. Ve düşünün, aradan 30 yıldan fazla geçmiş, halen onun filmlerini izledikten sonra “ben sinemacı olacağım” diyen gençler var. O kadar insanın hayat çizgisini değiştirdi ki... Bunu ancak efsaneleşmiş birisi yapabilir.
Avrupa’da yaşayan biri olarak, Yılmaz Güney’in dünyadaki algısını nasıl görüyorsunuz?
Maalesef zaman çok acımasız olabiliyor. Tabii ki eski sinemacılar hatırlıyor, ama yeni neslin çoğu bilmiyor. Yılmaz hocanın filmlerinin halen doğru düzgün restore edilmemiş olması ve piyasada bulunmaması bunda çok etkili. Ama ona bakarsanız bu sadece Avrupa için değil, Türkiye için de geçerli.
Son olarak film Türkiye’de ticari vizyona girecek mi, girecekse ne zaman?
Filmi 2018’de kesinlikle vizyona sokmayı düşünüyoruz. Yeni kuşağa inşallah umut verir, eski kuşağa da o eski, Çirkin Kral’la geçirdikleri sinema gecelerini, son kuruşunu toplayıp Yılmaz Güney filmine koşturduğu, gözlerinden o zaman akan gözyaşlarını, kalplerindeki umut dolu günleri hatırlatır.