Yorum: "Siyasi bedeli çok ağır"

Yorum: "Siyasi bedeli çok ağır"

Avrupalılar mülteci krizi nedeniyle içinde düştükleri zorlu politik durumdan kendileri sorumlu. Bu, Recep Tayip Erdoğan’ın AB'ye verdiği mesajlardan biriydi. Haklı olarak Türkiye Cumhurbaşkanı AB'yi ucu kendilerine dokunmadığı için savaştan kaçan Suriyelilerin dramını uzun bir süre görmezlikten gelmekle suçladı. Oysa dört milyon Suriyeli komşu ülkeler sığındı, bunların yaklaşık yarısı da Türkiye'ye kaçtı. Türkiye Cumhurbaşkanı giderek daha fazla sayıda sığınmacının Avrupa'ya gelmek istemesiyle birlikte Brüksel'i bir paniğin sardığını söylemekle de haklı. Şimdi Erdoğan kozlar Erdoğan'ın elinde ve Avrupa Birliği'ne bu sanatın tüm inceliklerine uygun olarak şantaj yapmaya çalışıyor.

AB bütün değerleri bir kenara mı atıyor?

Brüksel'de Avrupa Birliği'nin üst düzey isimleri ile Ankara'daki muktedir arasındaki görüşme üzüntü verici bir tiyatro oyunuydu. Ağzına bir parça bal çalarak istediklerine ulaşmak için AB yetkilileri neredeyse Erdoğan'ın ayaklarına kapandı. Özellikle Komisyon Başkanı Jean-Claude Juncker Erdoğan ile aralarında sıkı bir dostluk olduğunu belirterek, onu “Büyük bir reformcu" sözleriyle övdü. Tabii ki nezaket, hatta belli ölçüde iltifat etmek diplomasinin bir parçasıdır. Ama böyle bir tükürük salgısı üzerinde insanın sadece ayağı kayar. Peki, nasıl oluyor da yıllardır insan hakları ihlalleri ve antidemokratik politikası nedeniyle eleştirilen otokrat Cumhurbaşkanı bir gece içerisinde Avrupa'nın en önemli ortağına dönüşebiliyor? Bunun nedeni bizim kendi ihmalkârlığımız ve iç politikadaki istikrarsızlıktan duyduğumuz korku. Suriye'deki savaş dört yıldan bu yana devam ediyor, sonuçlarını öngörmek gerekirdi.

Avrupa Erdoğan'la ortaklık edemez

Erdoğan Brüksel'de mülteci sorununda işbirliğinin karşılığı olarak mümkün olan en yüksek karşılığı istediği konusunda en küçük bir tereddüde yer bırakmadı: Avrupa Birliği, Irak ve Suriye'de Kürtlere karşı savaşının yeniden başlamasına göz yummalı. Hatta Erdoğan o denli ileri gitti ki IŞİD ile Kürtleri aynı kefeye koyarak 'terörist' olarak adlandırdıklarına karşı toplu mücadeleye çağırdı. Oysa Erdoğan IŞİD'i en başta destekliyordu, çünkü bu şekilde çifte zafer elde edebileceğini umuyordu: Esad'ın düşmesi ve Kürtlerin yeniden hezimete uğratılması. Ancak devran döndü; Türkiye Cumhurbaşkanı IŞİD'le mücadeleye katılacağını ilan etti; bütün bir bölgede Kürtlere karşı savaşında ise Avrupalıların desteğini istedi. Bu arada bu Kürtler uluslararası toplumun gözleri önünde Kobani'de savaşırken 'iyi' olan ve silah yardımı yapılanlarla aynı Kürtler.

Reel politika değerleri yere fırlatmak demek. Fakat Avrupalılar, kendi inandırırcıklarını ne kadar da ucuza kaybedeceklerini görmek zorunda. Üzerinde tartışılan önlemlerin çoğu göz boyamadan ibaret. Türkiye'de insan tacirlerine karşı mücadele örneğin. Bu hiçbir zaman başarıya ulaşamaz, zira işin içinde para var. Ayrıca bütün Suriyelilerin Türkiye'de kalmaya ve oradaki kamplarda savaşın sonunu beklemeye zorlanması nasıl mümkün olabilir? Ve Erdoğan hâlihazırda 500 bin mülteciyi Avrupa'ya gönderebilecekken böyle bir plana neden onay versin?

Ağlamayı bırakın

Türkiye, mülteci sorununu bizim için çözemez. Biz bunu kendi başımıza halletmek zorundayız. Erdoğan'a hesabını veremeyeceğimiz tavizlerde bulunmak kesinlikle imkânsız ve düşünülemez bile. Ayrıca Erdoğan'ı büyük bir diktatör olma yolunda desteklemek Avrupa'nın da menfaatine değil. Hiçbir şekilde Erdoğan'ın Kürt bölgesinde iç savaşı kışkırtmasına alet olmamalıyız. Bu arada artık bu kriz ağlamalarına bir son vermenin vakti de geldi. Dünya genelinde 50 milyon kişi savaşlardan, doğal afetlerden kaçıyor. Şimdiye kadar bunların sadece çok küçük bir bölümü Avrupa'ya geldi. Suriye ve Irak'tan 1 milyon kişi daha gelse bile batmayız. Bizim kıtamızda yarım milyar insan yaşıyor ve bununla daha sınırlarımıza dayanmış değiliz. Bu bir siyasi irade meselesidir, insanlık ve elden gelen için hazır olunduğunu gösterme meselesidir. Ankara ile yapılacak tembel anlaşmalar bu planda yer almamalı.