Haberler hem iyi hem de kötü. İyi haberden başlayalım: Evet, sonunda taraflar Viyana’da birbirlerine zeytin dalı uzattı ve bir anlaşmaya varılmış görünüyor. Öte yandan bu mutabakatın şimdi hayata geçirilmesi gerekiyor; bu da kötü haber. Zira, bunun gerçekleşmesi pek de kolay değil. En önemli mesele, İran ile yürütülen müzakerelerde prensip olarak her türlü diplomatik zafere karşı çıkanları ikna etmek. Ne yazık ki sayıları küçümsenemeyecek bu muhaliflerin hemen her yerde olduklarını da kabul etmek gerekiyor.
Peki bu noktaya nasıl gelindi? Fransa Dışişleri eski bakanı Bernard Kouchner ‘'ya İran bombası ya da İran‘ın bombardımanı'' ifadelerini kullanmıştı. Şüphesiz bu iki seçenek de yalnızca İran için değil tüm dünya için öngörülebilir derecede korkunç sonuçlar doğurabilecek seçeneklerdi. Viyana'daki müzakereler ise İran’la nükleer ihtilafı barışçıl bir şekilde çözebilecek üçüncü bir yol daha olduğunu gösterdi: ‘akıl dışı yaklaşımlar yerine sabırla mantığı tercih etmek ve diplomatik bir çözüm aramak'. Neyse ki sonunda bu yolda önemli bir adım atıldı.
Askeri müdahale çözüm değil
Yaptırımlar İran’la yaşanan nükleer ihtilafında etkili olsa da sonuç getirmedi. Yaptırımlara rağmen İran’da uzlaşmaya yanaşmayanlar daha da fazla santrifüj ünitesi kuruldu, daha fazla uranyum zenginleştirme çalışması yapıldı ve atom macerası giderek daha da dallanıp budaklandı. Böylece masada yalnızca iki seçenek kaldı: her iki tarafın da kazançlı çıkacağı bir çözüm yolu ya da askeri müdahale.
Afganistan ve Irak Savaşı tecrübeleri dünya toplumu için yeterli bir ders oldu. Askeri müdahalelerin temelde çözdüğünden çok daha fazla probleme neden olduğunu açık bir biçimde görüldü. Dünya ve özellikle de Ortadoğu, ABD ve müttefiklerinin işgaliyle hiç de daha güvenli bir hale gelmedi! Sadece bu örnek bile, İran'la yaşanan nükleer krizde kazanılan diplomatik zaferin ne derece önemli olduğunu göstermeye yeterli.
Talepler listesi uzuyor
Viyana görüşmelerinin son günlerine doğru müzakere başlıkları, İran'ın nükleer programı ve Ayetullah'ın ülkesinde atom gücünün askeri amaçla kullanılıp kullanılmayacağını çoktan aştı. Cevapsız sorular listesi oldukça uzundu ve yıllar geçtikçe, müzakereler sürdükçe, kriz ve istikrarsızlığın coğrafyasındaki gelişmelere paralel olarak bu sorular daha da arttı. Artık İran'la yürütülen nükleer müzakereler teknik değil, politik bir konuydu, bu yüzden de masada oturanlar genelde dışişleri bakanlarıydı.
Yaptırımlar ve en önemlisi de İran'a uygulanan silah ambargosunun kaldırılması, İran'ın balistik füze programı, ülkenin bölgesel çatışmalardaki rolü, Yemen, Suriye, Irak ve Bahreyn'deki güç çatışmaları ve tabii ki İran'ın Orta Doğu'da radikal İslamcı gruplara verdiği destek. İranlılar içinse en önemli nokta 'akılcı' ve 'hedefe yönelik' olmaları gerekirken, ekonomiyi felce uğratan ve insanların hayatlarını ve sağlıklarını tehlikeye atan yaptırımların kaldırılması oldu.
Zorlu bir görev
Bu gerçekten tarihi ve güzel bir gün; üstelik yalnızca İranlılar için değil bu ihtilafın barışçıl bir biçimde çözülebileceğine her zaman inanmış olanlar için de. Ancak bu, madalyonun yalnızca bir yüzü. Bir yandan ABD'deki Cumhuriyetçiler ve İsrail lobisini, öte yandan İran’daki sertlik yanlıları ve Suudileri bu mutabakata inandırmak yalnızca zor bir görev değil, neredeyse imkânsıza yakın.
ABD Kongresi’nin şimdi tüm anlaşma metnini incelemek için 60 günlük bir süresi var, bu da muhaliflerin anlaşmayı felce uğratmaları için yeterli bir zaman demek. İlk açıklamayı yapan Netanyahu anlaşmayı ‘‘tarihi bir hata‘‘ olarak nitelendirdi. Üstelik bu düşüncesinde de yalnız değil.
Viyana’da tarih yazıldı. Şimdi bu tarihi mutabakatın hayata geçebilmesi için her yol denenmeli, aksi halde anlaşmanın kendisi aniden tarihin tozlu sayfalarında kaybolabilir.