Yorum: İtalya Avrupa'daki eğilimi gösteriyor

Yorum: İtalya Avrupa'daki eğilimi gösteriyor

İtalya'daki popülist deprem hem ülke için hem de Avrupa için derin bir siyasi bölünmeyi temsil ediyor. Sosyal Demokratların ve muhafazakâr Berlusconi partilerinin dönüşümlü olarak iktidara geldiği eski sistem yok edildi. Artık ister sol ister sağ eğilimli olsun, yeni partiler İtalya'nın ana akım siyasetinde yerlerini alıyor. Ülkenin yerleşik düzeni bunu kabul etsin ya da etmesin, bu durum bir gerçek olarak ortaya çıktı. İtalya'da yaşananlar birçok AB ülkesinde gördüğümüz ve göreceklerimizle aynı.

Yunanistan'da sol ve sağdaki radikaller iktidarda. Macaristan'da muhafazakâr popülistler ülkeyi yönetiyor. Fransa'da yeni kurulan ve yerleşik düzen karşıtı bir parti ilk seçimde cumhurbaşkanlığını kazandı ve ülkenin yaklaşık olarak üçte birinin destek verdiği sağ kanattaki popülistleri hizaya getirdi. Bununla birlikte diğer popülist partilerden farklı olarak Emmanuel Macron'un partisinin AB destekçisi olduğunu hatırlatmakta fayda var.

Avusturya'da da sağcı popülistler iktidara geldi. Almanya'da ise parlamentodaki ana muhalefete yerleştiler. Aslına bakarsanız, sağ popülist Almanya için Alternatif (AfD) ülkenin doğusundaki bazı yerlerde en popüler parti haline gelmiş durumda. Birleşik Krallık'ta ise milliyetçi ve AB karşıtı hisler ülkenin yerleşik partilerini allak bullak etti ve referandumda AB'den çıkmak için Brexit'in onaylanması ile sonuçlandı.

Avrupa'nın siyasi zemini kayıyor

Tüm bunlardan dolayı İtalya'da yaşananlar kesinlikle münferit gelişmeler olarak açıklanamaz. Yaşananlar daha çok AB çapındaki düzen partilerinin şu ana kadar etkin bir şekilde mücadele edemediği genel bir eğilimin devamı niteliğinde. Bu aşırı sağ ve soldaki yeni partilere karşı "popülist" nitelendirmesi ile yapılan basit suçlamalar artık bir işe yaramıyor. Bu yaklaşımlar seçmenin ise umurunda değil. Seçmen yeni, taze ve alternatif arayışında ve İtalya'da yaşananlar bunu açık ve net bir şekilde ortaya koydu.

Eski sistemi devirme arzusu, bugüne kadar o sistemin gerçekleştirdikleri ile ilgili olarak yaşanan derin bir tatminsizlik ile körüklenmiş durumda. Uzun zamandır İtalya'da biriken bu tatminsizlik Avrupa ve kurulu düzen karşıtı milliyetçi güçlerin popülist bir şekilde patlamasına neden oldu. Seçimlerin sağcı galibi Matteo Salvini oylamadan sadece bir gün sonra yaşananları, popülist etiketini onurlu bir şekilde taşıdığını söyleyerek mükemmel bir şekilde özetledi. Çünkü Salvini halkı için orada olduğunu ifade etti ve "vox populi", yani halkın sesini duymak istediğini söyledi.

Tüm Avrupa'da git gide daha az seçmen düzen partilerinin popülistler için kullandığı sahte vaatler ve yavanlaşmış sözler yaftalarından rahatsız oluyor. Seçmen karmaşık sorunlara basit çözümler istiyor. Eğer bu çözümler sunulmazsa, o zaman başkalarının sorunu haline geliyor. Birleşik Krallık'tan İtalya'ya kadar günümüzün popülistleri baş popülist ABD Başkanı Donald Trump'tan çok şey öğrendi. Trump'ın eski stratejisti ve ABD'deki düzeni allak bullak eden Steve Bannon, İtalya'daki seçimlerden bir gün önce aşırı sağcı aday Salvini'ye destek için Roma'daydı.

Ancak Avrupa'daki popülizm sadece sağ cenahtan gelen bir olgu değil. İtalya'daki seçimlerde başarıya ulaşmış bir başka siyasi oluşum Beş Yıldız Hareketi Avrupa Parlamentosu'nda (AP) Brexit için mücadele eden milliyetçi Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) ile birlikte aynı fraksiyon içinde. Yunanistan'ın solcu partisi Syriza da AP'de sol fraksiyonun bir parçası. Kendisini İtalya seçimleri için sağcı bir popülist olarak baştan yaratan Silvio Berlusconi ve değişken bir tavır sergileyen partisi Forza Italia, Alman partileri Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) ve Hristiyan Sosyal Birlik'in (CSU) hemen yanında Hristiyan Demokrat gruba dahil.

Popülizm genellikle Avrupa karşıtı

Avrupa'nın birliğini ve komşuların barış içerisinde bir arada yaşamasını destekleyenlerin şüphesiz en büyük endişesi bu popülist ve düzen karşıtı partilerin neredeyse tamamen AB ve Avrupa karşıtı milliyetçiler olması. Salvini'nin "Önce İtalya!" sloganı Trump'tan aşırma. Avusturya'da koalisyon hükümetine giren Özgürlük Partisi'nin (FPÖ) sloganı da "Önce Avusturya!"

Eğer herkes bir anda "Önce ben!" diye haykırmaya başlarsa, Avrupa'nın birliği anlayışı boş bir cümleden başka bir şey ifade etmez hale gelir. Salvini, İtalya'nın AB'den "özgürleşmesini” talep ediyor. Ve bu düşünce tarzı örneğin Birleşik Krallık'ın AB'den ayrılma referandumu sürecinde Brüksel'in baskı uyguladığı gibi anlamsız ve saçma iddialarla ortaya çıkıyor. Ancak sorun şu ki giderek daha fazla seçmen bu saçmalıklara inanıyor.

Yeni partiler, düzen karşıtı hareketler ve popülistler internet ve sosyal medya aracılığıyla yeni iletişim kanalları açtı. Bu kanallar başarılı oldukları kadar masrafsız bir şekilde mesajlarını kitlelere ulaştırmalarını sağladı. Öte yandan Avrupa'daki ana akım partiler bu trendi yakalayamadı. İletişim ağları, bilgi depoları, görüş balonları, cehalet ve popülist başarı el ele hareket ediyor. Yakında parlamenter demokrasilerin online görüş diktatörlüklerine dönüşmesine tanık olabiliriz. Peki kim tarafından yönetilecek? Twitter mı, Amerikan şirketleri mi, Rus trol çiftlikleri mi yoksa Kuzey Koreli bilgisayar korsanları mı?

İtalya sonsuza dek değişti. Sırada hangi ülke var? Sosyal Demokrat Parti (SPD) artık Almanya'da halkın partisi değil. Hristiyan Demokrat ve Sosyal Birlik partileri (CDU/CSU) aynı kaderi ne zaman paylaşacak? Ya da yerleşik ve özünde merkezci olan partiler bu popülizm dalgasını bertaraf edebilecek veya tamamen geri çevirebilecekler mi?

Riegert Bernd

© Deutsche Welle Türkçe