HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, HDP’li milletvekilleri gözaltına alınmadan önce talimatla cezaevinin boşaltıldığını söyledi. 4 Kasım'dan bu yana Kandıra F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan Yüksekdağ, anayasa referandumuna ilişkin olarak "Bugün bütün antidemokratik şartlara, seçimlerin şeffaf-adil bir ortamda yapılacağına olan haklı güvensizliğe rağmen, başkanlık anayasasına karşı 'hayır' potansiyeli güçlüdür. Ama bu darbelerle alınan yaraları ve rejim değişikliğini onaylamayanların ya da başkanlığa şüpheyle yaklaşanların aralarındaki ayrımlara rağmen 'hayır'da birleşmeleri mümkündür. Farklı gerekçelerle 'hayır' diyenler kötü gidişi durduracak belirleyici bir irade olabilir" diye konuştu.
Cezaevi koşulları nedeniyle Yüksekdağ’ın cevaplarının Cumhuriyet gazetesine ulaşmasının bir ayı bulduğu belirtildi. Yüksekdağ’ın Cumhuriyet gazetesinin sorularına verdiği cevaplar şöyle:
- Kapınız kırılarak gözaltına alındınız. Bu durum sizde nasıl bir etki yarattı?
Her şeyden önce kapımızın kırılması, gözaltı operasyonunun hukuksuzluğuna delalettir. Aslında her şey dokunulmazlıklarımızın kaldırılmasıyla başladı. Anayasayı delen Meclis’teki haksız çoğunluk,eş genel başkanın kapısını da kırar. Evimin kapısını kırarak beni gözaltına almaları iktidar sahiplerinin gayri meşruluğunun bir manzarası. Sabaha karşı evimin basılması talimatını verenler, kapımı kırdıranlar, seçmenlerimizin ve siyasete umut bağlamış tüm kesimlerin umudunu kırmayı hedefliyordu bence.
- Cezaevi koşullarınızı anlatır mısınız?
Cezaevine geldiğimizden bu yana tecrit koşullarında tutuluyoruz. Bu başlı başına bir saldırı ve bizlere dönük cezalandırma, öç alma politikası.
Türkiye’de sadece ağırlaştırılmış müebbet cezası onaylananlar için uygulanan tekli tecrit şu an seçilmişlere karşı uygulanıyor. Ben kısa bir süre öncesine kadar koridorda tek tutuluyordum. Biz tutuklanmadan bir gün önce cezaevinde koca bir blok boşaltılmış. Gıyabımızda daha gözaltına alınmadan, mahkemeye çıkmadan, talimatla hazırlık yapılmış. Tabii bunların hepsi, bağırsak dahi sesimizin kimseye ulaşmaması için. Sonradan dışarıdan yapılan görüşmeler ve idareyle temaslarımız sonucu tecrit karar ve uygulamasının doğrudan bakanlık ve hükümet kaynaklı olduğunu öğrendik. Halen katı tecrit koşulları devam ediyor. Aynı zamanda avukat görüşme sınırlaması uygulanıyor. Görüşmelerimin tamamı kamera kaydı altında, görevli memur nezaretinde gerçekleşiyor. Avukatlarımın ya da benim görüşmede aldığım her nota el konuluyor.
Bunların yanı sıra mektuplarıma müdahale devam ediyor. İki mektubuma hakaret içeren kelimeler olduğu gerekçe gösterilerek müdahale edilmesi yani sansürlenmesi, karalanmasının ardından İnfaz Hâkimliği’ne yaptığım başvuru lehte sonuçlandı ve mektuplardaki karalamalar kaldırıldı. Ama bunun ardından bana gelen bir mektuba daha müdahale edildi.
- Günlerinizi nasıl geçiriyorsunuz?
Mahpuslukta geçen günlerim gelişmelere biraz daha dışarıdan bakmama da olanak sağladı. Anladığım şu; bu dönemde hepimiz içeride, hepimiz dışarıdayız aslında. İçeride de dışarıda da hepimize aynı zulüm, aynı esaret dayatılıyor. Türkiye üç tarafı denizlerle çevrili koca bir hapishaneye dönüşmeden özgürlüğün değerine, özgürlük mücadelesine sahip çıkması gerekiyor. Bunun dışında cezaevindeki tecridin beni tecrit etmemesi için günlerimi hareketli, verimli değerlendirmeye çalışıyorum. Sonuçta burada da görevimiz devam ediyor. Sadece görev yerimiz ve şartlarımız değişti.
- Partinize ve Kürt siyasi hareketine yönelik operasyonları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Partime ve tüm muhalefet güçlerine karşı topyekûn bir tasfiye operasyonu yaşanıyor. Tabii önceleri de bu operasyonların benzeri yaşandı. Darbe ve faşizm koşullarında yaşandı bu operasyonlar. Bugün de farklı bir atmosferden söz etmek mümkün değil. İleri demokrasi söylem ve iddiasından, ileri faşizme giden bir mecradan söz ediyorum.
Bugün eş genel başkanlarla birlikte Meclis’in üçüncü grubu olan HDP’nin 11 milletvekili tutuklu. Neredeyse bütün il yöneticilerimiz içeride. Seçilmiş belediye eşbaşkanlarının çoğu hapiste ve yerlerine darbe cunta döneminde bile ender görülen kayyum atamaları yapılmış durumda. Kötü yönetimlerini “sandıktan çıkan irade” diye denetlenmez, hesap sorulmaz, hatta eleştirilemez bir dayatmaya dönüştürenler, HDP’ye oy verenler ve Kürt yerel yöneticileri seçenler mevzu bahis olunca sandıktan çıkan iradeyi gasp ediyor.
Siyasi, adli, polisiye, medyakara propaganda boyutları olan kapsamlı yok etme operasyonuyla yüz yüzeyiz. Temel hedefleri HDP nezdinde Türkiye’de gelişmekte olan yeni bir demokrasi gücünü boğmak. Partimiz ortaya çıkışı ve yakaladığı başarı ivmesi nedeniyle merkezi hâkim siyaset elitlerini hep rahatsız etti. Bu kadar saldırıya uğramamız ya da dokunulmazlıklarımızı kaldırmak, bizleri tutuklamak için bütün hâkim elitlerin birleşmesinin tek bir nedeni var: Hepsinin statükosunu tehdit ediyoruz.
7 Haziran’dan bu yana yaşadığımız onca baskıya, zora, linç operasyonlarına, medya ambargosuna, yalan, kara çalma, gözden düşürme operasyonuna rağmen kendilerine benzetemedikleri, yanlışlarına biat ettiremedikleri HDP’yi yok etmeye odaklanmış durumdalar. Bu da onların açmazı, gördükleri gündüz düşü.
- Türkiye’nin gidişatını nasıl görüyorsunuz?
Bugün Türkiye’nin geleceğe gidişinin önünü despotik bir rejim inşa ederek kesmeye çalışıyorlar. Miadı dolan iktidarın kendini zoraki sürdürmek için bulduğu tek yol, adına ‘partili Cumhurbaşkanlığı’ denen ‘tek adam’, ‘tek parti rejimi’. İçeride ve dışarıda devam eden savaş, OHAL-darbe koşullarında hedeflenen rejim değişikliğinin altyapısı oluşturuluyor. Bu durumda eğer geçişine izin verilirse başkanlık rejimi, kalıcı hale getirilen savaş, OHAL rejimi olacak. Parlamenter yapının başına neler geleceğini görmek için zaten gözler önündeki resme bakmak yeterli. Tepeden tırnağa yasama, yürütme ve yargıyı belirlemeye muktedir ‘tek adam rejimi’ Türkiye tarihinin en hayati kırılma noktası olabilir. Bizler bu tehlikeyi çok önceden gördüğümüz ve engellemek için kendimizi ortaya koyduğumuzdan dolayı bugün bedel ödüyoruz. Ama ödenecek bir bedel varsa bugün ödemek gerekir. Tekçi, diktatoryal rejim inşasına karşı bugün bedel ödemeyi göze alamayanlar, yarın her günü bir bedel olarak yaşayacaklar. Bunu sadece belli bir kesim için değil, birbirinden farklı bütün Türkiye halkları ve dahası böyle bir tekçi anayasaya oy vermeyi düşünenler için söylüyorum.
Bugün bütün antidemokratik şartlara, seçimlerin şeffaf-adil bir ortamda yapılacağına olan haklı güvensizliğe rağmen, başkanlık anayasasına karşı “hayır” potansiyeli güçlüdür. HDP’ye ve demokrasi güçlerine dönük operasyon ve darbeyle bu potansiyelin oluşturacağı özgürlükçü cepheyi zayıflatmaya çalışıyorlar. Ama bu darbelerle alınan yaraları ve rejim değişikliğini onaylamayanların ya da başkanlığa şüpheyle yaklaşanların aralarındaki ayrımlara rağmen “hayır”da birleşmeleri mümkündür. Farklı gerekçelerle “hayır” diyenler kötü gidişi durduracak belirleyici bir irade olabilir
- Özellikle söylemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Her şeye rağmen umudumuzu parlatmalı, muktedirlerin pompaladığı yılgınlığa prim vermemeli, daha da önemlisi birleşerek kazanabileceğimizi unutmamalıyız. Son olarak bizleri seçen seçmeyen bütün halklarımıza, en fırtınalı günlerde bize uzanan dayanışma dalı olan dostlarımıza, kadının, doğanın, emeğin, barışın yoluna ve yoldaşlarına, içerideki- dışarıdaki özgür kalemlere ve Cumhuriyet ailesine yürekten selam ve sevgilerimi gönderiyorum. Görüşmek üzere...
- Yakınlarınızla görüşmelerinizde bir sıkıntı yaratılıyor mu?
OHAL ve çıkarılan KHK’lara dayanarak telefon görüşmesi hakkı 15 günde bire indirilmiş durumda. İdare tarafından onaylanan üç ziyaretçiyle görüşme hakkını da kullanamıyoruz. Bu nedenle halen görev başında olduğum partim ve Meclis Grubumla hiçbir görüşmem ve temasım yok. Milletvekillerimiz yine iktidar engeli nedeniyle, her vekilin sahip olduğu cezaevlerine ziyaret hakkını, kendi eş genel başkanlarını, vekil arkadaşlarını ziyaret için kullanamıyor. Yani nereden bakarsanız bakın, darbe ötesi bir zamanda ve mekândayız. Ama tam da bu koşullarda saldırıların akışına kendini bırakmamak, bireyin ve toplumun da en hayati görevidir. Akıntıya karşı ilerlemeye çalıştığımız doğrudur. Unutmamak gerekir ki, tarihte ve bugün hiçbir gerçek ilerleme zorlanmadan, zora karşı mücadele yürütmeden olmuyor. Ben bu dönemi Türkiye toplumunun zorlanarak ve hâkim gücü zorlayarak ilerlediği ve bu ilerleyişini sürdüreceği bir dönem olarak görüyorum. Önemli olan zor ve zorlama karşısında yılmamak, mücadeleden vazgeçmemek, kendini bırakıp sürüklenmemek…