Yüksekova
Yüksekova yani Gever ağır bir yıkım, yangın ve talandan geçmiş, arkasına İran’ı karşısına Cilo Dağı’nı almış, insanda sonsuzluk hissi uyandıran ovaya sıkışmış, ağır yaralı bir ilçe.
13 Mart 2016’da başlayan abluka ve sokağa çıkma yasağı 30 Mayıs 2016 tarihinde kısmi zamanlı olarak kaldırıldı. Çatışmalar ve operasyon ise TSK’nin açıklamasına göre 20 Nisan 2016’da son buldu. Bu tarihten sonra ablukanın kalktığı güne kadar ilçenin Cumhuriyet, Güngör, Orman, Kışla, Mezarlık, Yeşildere, Dize, Kuruköy mahalleleri ve çarşı merkezi civarı arama tarama faaliyetleri sırasında yakıldı, yıkıldı ve talana uğradı.
Sokağa çıkma yasakları başlamadan haftalar önce yoğun askeri sevkiyat, güvenlik güçlerinin sokaklarda gözdağı vermek için keyfi havaya ateş açması, çarşıyı sebepsiz gaza boğması, esnafı iş yapamaz duruma, halkı ise endişeye düşürdü. Televizyondan Cizre’de insanların naklen yakılmasını izlemiş, Sur, Silopi, Nusaybin’de yaşanan kıyımı, acımasızlığı duyup, okuyanlar yaşayacakları felaketten ürktü.
Operasyonların başlamaması, kurulan barikatların kaldırılması için iki tarafla da görüşmeler yapan, aralarında Gever’li kanaat önderlerinin de olduğu sivil heyetin çabalarının sonuçsuz kalması üzerine, dondurucu kış koşullarında, evlerini, eşyalarını, anılarını bırakarak ilçeyi terk ettiler.
Van, Hakkâri ve civar köyler başta olmak üzere göç etmek zorunda kalanlar gittikleri yerleşim yerlerinde başta barınma, çocuklarının eğitim sorunu, sağlık problemleri ve maddi sorunlarla başa çıkmaya çalıştılar.
30 Mayıs 2016’da ablukanın kaldırılması ile ilçeye dönenler, gördükleri manzaraya inanamadı. Yıllardır binbir emek ve özveri ile kıt kanaat yaptıkları evleri, işyerleri yakılıp, yıkılmış, eşyaları paramparça edilmiş, değerli eşyalar çalınmış, anıları yok edilmiş, duvarlara ırkçı sloganlar yazılmıştı.
Van depreminin, Van’da yarattığı hasar, Yüksekova’da devlet eliyle yaratılan hasarın yanında çok küçük kaldı.
İlçede ki yıkımın boyutlarını anlatmak için kelimeler yetersiz kalıyor. Bugün aradan bir ay geçmesine rağmen, insanlar hâlâ yaşadıkları felakete, yapılanların insan eliyle yapılabilmiş olmasına inanmakta zorluk çekiyor. Donmuş gibiler…
Yerle bir edilen evinin molozlarının arasında eşyalarını arayan sekiz yaşındaki Delal, yanmış bebeğini, parçalanmış kitaplarından arta kalan sayfaları, tokasını elindeki plastik kovaya dolduruyor. Annesi ise yıkıntıların üzerine oturmuş, bir yandan yıkılmış evine bakarken, elinde parçalanıp, buruşturulmuş düğün fotoğrafını tutuyor. Fotoğraftaki gülen, hayata umutla bakan genç kadından eser kalmamış. “Bu benim düğünümden” dedikten sonra, dudaklarından iki sözcük dökülüyor “Xwedê qebûl neke!”, yani “Allah affetmesin!”.
Kuruköy’de Hatice Hanım yerle bir edilmiş, yakılmış evinde küllerin arasından çıkarttığı yanmış dantelleri, yakılmış beyaz eşyaları gösterip, “kızım iki ay sonra evlenecekti, tüm çeyizini de yaktılar” dedikten sonra ekliyor “Xwedê qebûl neke!”
İhtiyar amca yıkık caminin önünde oturmuş, bastonundan güç alarak konuşuyor, “Atatürk’ten başlayarak tüm cumhurreislerini gördüm, bundan daha zalimini görmedim, Xwedê qebûl neke!”
Oğlu İngilizce öğretmeni Süleyman Aksu’yu, Suruç katliamında kaybeden Kudret Ana’nın, abluka öncesinde gözü gibi koruduğu, Süleyman’dan arta kalan eşyaların küllerini okşarken dudaklarından “Süleyman’ımdan bir kravat parçası bile kalmadı, kalan bir tek bu küller Xwedê qebûl neke!” sözcükleri dökülüyor.
Esnaf olan Tahir, yıkılmış evinin molozları içinden demir parçalarını toplarken; göç etmek zorunda kaldığı Mersin’de on bir kişilik ailesi ile yaşadığı zorlukları, ablukadan sonra döndüğünde evinin yerle bir edildiğini, ama en ağırına gidenin, çarşı merkezinde olan, sahibi olduğu hazır giyim mağazasında gördükleri olduğunu anlatıyor. “Dükkanımda kalmışlar, dışkılarını yapmışlar, affedersin kıçlarını giysilere silmişler, bu nasıl düşmanlıktır? Xwedê qebûl neke!” diyor.
Arama faaliyetlerinde evi az hasar gören Tayyüp, kırılan kapısı, darmadağın edilen evine, çalınan eşyalarına aldırmıyor. 1996 yılında Yüksekova Çetesi’nin katlettiği babası Abdullah Canan’dan kalan tek saatin çalınmış olmasına yanıyor ve “Xwedê qebûl neke!” diyor.
Yakılmış, yıkılmış harabe kentte konuştuğumuz herkesin ağzından dökülen tek cümle “Xwedê qebûl neke!”
Özellikle kadın ve çocukların ağır bir travma içinde oldukları, profesyonel olmayan gözlerle bakınca bile anlaşılıyor. Acilen psiko-sosyal desteğe ihtiyaç var.
Sorunlar çok büyük. Barınma en önemli problem, evleri yerle bir edilmiş insanların, bahçelerine çadır kurmasına bile izin verilmiyor. Beslenme, su, altyapı, elektrik problemleri halen sürüyor. Yüksekova ve çevre illerin belediyeleri tarafından yapılan çalışmalar tahribatın büyüklüğü nedeniyle yetersiz kalıyor.
İlçe moloz, yıkılmış inşaat artıkları ve çöp yığınlarından geçilmiyor, sokaklarda akan pis sular her an başlayabilecek bir salgın hastalığın habercisi.
Kilosu yirmi kuruş olsa da hurdacılık, ticaretin öldüğü ilçede yeni bir sektör. Yıkıntıların arasında hurda toplayan, çoğunluğu çocuk olan insanlar için patlamamış savaş atıkları çok büyük tehlike oluşturuyor.
Çatışmalar ve operasyonlar sırasında bir çok sokak hayvanı yanmış ve dağlık alanlara kaçmış. Yüksekova’da büyük bir kesim hayvancılık ve tarımla geçiniyor. Yalnızca Kuruköy mahallesinde, gerek çatışmalar gerekse tedavi edilemeyen hastalıklar nedeniyle 1000 civarında küçükbaş hayvan telef olmuş. Meyve ağaçları da yangın ve yıkımdan payını almış, neredeyse hepsi kavrulmuş…
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetkililerinin yaptığı hasar tespit raporlarında inanılmaz çelişkiler var, az hasarlı yapıların, çok hasarlı gösterilmesi, yaşı küçük olan yapıların daha yüksek yaşta gösterilip, yıkım kararı verilmesi ve yapılacak çalışmalar konusunda Belediye ile bilgi paylaşımına gidilmemesi zaten mağdur olan halkın daha da mağdur olmasına neden oluyor. Bu konuda meslek odalarının ve hukukçuların desteği son derece önemli.
Rojava Derneği ve belediyenin işbirliği ile her gün sıcak yemek, su, ekmek, gıda, çocuk bezi, maması ve kadın pedi gibi acil ihtiyaçlar dağıtılıyor ama bu çalışmaların sürdürülebilir olması için maddi desteğe ve gönüllü çalışacak insan gücüne gereksinim var.
Bütün bu karamsar, dayanılması zor tabloya rağmen Gever halkı dik duruşundan, yerlerini yurtlarını terk etmeme kararlığından vazgeçmiyor. Zor da olsa eninde sonunda barışın geleceğine dair inançlarını kaybetmiyor.