'Yunanistan ve İspanya, İşçi sınıfı Türkiye’deki gibi ezilmediği için battı'

'Yunanistan ve İspanya, İşçi sınıfı Türkiye’deki gibi ezilmediği için battı'

Murat Utkucu Taraf

Jack London, otobiyografik romanı Martin Eden’de, gömlek ütücüsü olarak çalıştığı bir dönemden bahseder. Üç kuruşa sabahtan akşama ütü yapan Martin, dur durak bilmeden çalıştığı bu işten, aklını kaçırmak üzereyken kaçar, kurtarır kendini. Ama arkadaşı o kadar şanslı değildir, çareyi alkolde bulur.

Vahşi kapitalizm döneminde yazılan bu satırlar, yüz yıl sonra da geçerli ve bu durum bize hiç tuhaf gelmiyor. Oysa bir şehre, uzak bir ülkeye, bir kargo ya da bilgiye, inanılmaz kısa sürelerde ulaşıyoruz artık. Ama hayatın belki on kat hızlandığı postmodern çağda, süresi azalmayan tek şey çalışma saatleri. Rahmetli babam, “ileride,” derdi, “robotlar olunca insanların çalışmasına gerek kalmayacak”. Kapitalizmin, robotları babasının hayrına çalıştırmayacağını o da biliyordu ya, bir Adalet Partili olarak hayal kurmak ihtimal hoşuna gidiyordu. Hemen hiç tatil yapmadan hayatı çalışmakla geçmiş bir terzi olarak o da tembellik hakkını istiyordu. Bugünün emekçileri, tıpkı babam gibi hayal ettikleriyle onay verdikleri iktisadi rejim arasındaki açıyı göremiyorlar. Belki hayalleri, çocuk masalından daha imkânsız geliyor onlara. Belki alternatif aramanın bir bedeli olduğunu biliyorlar. Üstelik yüz yıl önce Jack London’a Demir Ökçe’yi yazdıran Eskatolojik İktisat Teorisi’nin, feneri, hâlihazırda hâlâ sönük! Hâl böyle olunca, bireysel olarak daha az çalışıp daha çok tüketmek isteyen bizim işçiler, bu haklara sahip sınıfdaşlarına özenmek yerine, onlara tembel mirasyedi yaftası yapıştırmayı çok seviyorlar. Hâlbuki bu haklar, hiçbir zaman o işçilere bahşedilmedi.

Bugün Türkiyeli emekçiler, asgari ücret gibi, hayat memat meselesinde dahi, söz sahibi değiller. Onları adam yerine koyan yok, ama bakın, krizle boğuşan İspanyol ve Yunan halkının nasıl da tembel olduğunu böbürlenerek anlatan yine onlar! Bir yandan az ücretle bu kadar çok çalışıp insan gibi yaşayamamaktan şikâyet edip öte yandan neoliberal bakışta The Economist editörlerine taş çıkartan Türkiye İşçi Sınıfı’nın seçkin üyeleri psikolojinin tez konusu olmayı hak ediyor. Bunun eğitimle de ilgisi yok. İlkokul mezunu da yüksek lisanslı şirket yöneticisi de aynı çarpılmış zihinle düşünüyor.

 

'Onlar çalışmaz ki'

 

Bakın nasıl? Birkaç gün önce Sakız Adası’na günübirlik turistik bir gezi yaptık. Türklere yönelik ada turlarından birine katılıp yine Türk bir rehberin eşliğinde Sakız’ı karadan keşfettik. Rehber, ülke ekonomisi hakkında bilgi verirken şöyle bir soru sordu: “Yunanistan’da insanlar nasıl çalışır?” Tahmin edileceği üzere hep bir ağızdan verilen cevap şu oldu: “Onlar çalışmaz ki!” Rehber bu algının yanlışlığından dem vurup Siesta’nın tembellik değil bir kültür olduğunu anlatsa da kafilenin üniversite mezunu alt-orta gelir grubuna mensup TC vatandaşları, tabii ki ikna olmadı. Onlara göre Yunanistan, onca turizm geliri ve fona rağmen tembellikten batmıştı. Çok şükür Türkiye’de herkes ‘eşek gibi’ çalışıyordu. Bu çalışkanlık nedeniyle ülkemiz kalkınıyor, kriz bizi teğet geçiyordu. Yunan halkı hem tembel hem üstünüze afiyet anarşistti, utanmadan olay çıkarıp duruyorlardı!

Oysa, sadece ücret meselesinde bile Türk işçisinin Yunan işçisine bakacak yüzü yok. Bu hususu konuşmak, ne hikmetse, ücretinden söz etmeyi onur konusu yapacak kadar izzeti nefsine düşkün, ‘yakalı Türkler’ için abesle iştigal. Oysa tam da bu nedenle Türkiye ekonomisinin motor gücü inşaat sektörü falan değil düpedüz bedava emek. Emeğin bu zavallı hâli sayesinde ekonomi treni, henüz devrilmeden yoluna devam ediyor. Ama aile sohbetlerine bakın, bir işçi akrabamız konuşurken karşımızdaki Ali Babacan’dır sanki! Ne bozuk gelir dağılımı, ne fırsat eşitliği masalı! Varsa yoksa yatırımlar, ihracat ithalat dengesi falan. Ortalama bir Yunan işçisinin devlet ve sermaye aklıyla düşündüğüne tanık olamazsınız. Kaldı ki şu tembellik hikâyesi de şehir efsanesi! Yaklaşık 07:30’da başladığı mesaisini 14:30’da bitiren komşumuzun emek üretkenliği, neredeyse uyumak için çalışmaya ara veren Türk işçisinden daha yüksek. Yirmi yıl önce siyasi sebeplerle inşaatlarında “çalışma fırsatını” yakaladığım bu ülkede bir işçi arkadaşımın sözlerini hiç unutmam. “Burada,” demişti, “ustalar bizden çok daha az çalışıyorlar ama bizim bir günde yaptığımız işi yarım günde tamamlıyorlar.” Yunanistan’da emeğin durumu budur.

 

'Böyle çalışırsan batarsın tabii'

 

Bir şirkette yönetici olarak çalışan arkadaşım Barselona tatilini anlatmış ve İspanyolların (aslında Katalan) tıpkı Yunanlar gibi ne denli tembel olduğunu kendince şöyle izah etmişti: “Sahil boyunca dizilmiş iş merkezlerinden saat iki oldu mu mayolu binlerce insan fırlayıp binaların hemen karşısındaki plajlara doluşuyor. Hepsinin bankacı, özel şirket çalışanı olduğunu öğrendik sonra. Eh böyle çalışırsan batarsın tabii!” Arkadaşım rantiye değildi, bankada milyon dolarlık hesabı da yoktu, ihtimal işsiz kaldığında üç beş ay dayanacak birikimi vardı ama konuşurken karşımda Amerikan Merkez Bankası başkanını görür gibi oluyordum. Bu sınıflar üstü bakışın bizatihi kendisinin sınıfsal olduğunu sıradan bir İspanyol işçisi biliyordu ama yüksek lisansını yapmış şirket yöneticimiz bilmiyordu. Gelir dağılımındaki dengesizliğin sermaye birikiminin özü olduğunu da bilmiyordu. Japon “kalkınmasının” köylü emeğinin sömürüsüne dayandığını, vahşi kapitalizm yüzyılında Avrupa caddelerine kurulan barikatlar sayesinde bugün yutkunarak baktığımız bir sosyal hayat standardının inşa edildiğini görmek istemiyordu. Ama her şeyden önce öğleden sonra iş çıkışı mayoyla denize girmenin Türkiyeli bir çalışan için hayal-i cennet olduğunu es geçiyordu. Üstelik o arkadaşım, işi gereği akşam sekizden önce işten çıkamıyor ama bir gün sonra yine sabahın köründe işbaşı yapıyordu. Türkiye’de çok daha uzun çalışma saatleri yüzünden yaşayacak zamanları bile kalmayan sektörler mevcut. Ama pek az çalışan, çocuklarına, sevgililerine ayıracak zamanları dahi olmadığını sorguluyor.

İyi ama Yunanistan ve İspanya neden battı? Cevap çok ama bizi ilgilendiren şu: Ücretler ve sosyal haklar Türkiye’deki gibi yerlerde sürünmediği için? İşçi sınıfı Türkiye’deki gibi ezilmediği için! Peki, bu kadar düşük ücret ve uzun çalışma saatlerine rağmen Türkiye’nin durumu nedir? Bu cevap hepimizle alakalı: Batmak üzeredir! Başbakan’ın kredi kartlarını yırtıp atın diye feryat ettiği milyonlarca çalışanın cebinde sahiden bakkaldan ekmek alacak para yok! Yabancı basında ‘Ortadoğu’nun parlayan yıldızı’ hakkında şu mealde haberler çıkıyor: “Türkler olmayan paralarıyla ev araba almayı çok sevdi! Sonları iyi değil!” Hâlbuki bu haberler daha düne kadar İspanya ve Yunanistan için servis ediliyordu. Ücretler bu denli düşük çalışma saatleri bu kadar yüksek olduğu hâlde ülke krize sürükleniyor. İşçi çocuklarının okuyarak sınıf atlama düşleri hayal olmak üzere. Olmayan paralarını da AVM’lerde savuruyorlar. Başbakan bile “müflis ve müsrif vatandaş lobisine” ne hâliniz varsa görün demedi mi? Bir şeyler yapmak gerekiyor. Türkiye’nin her renkten yakalı işçileri başka ülkelerin işçilerine haset etmeyi bırakıp kendi hâllerine yanmaya başlasalar belki kendileri değil ama çocukları kurtulacak!