Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdülhamit Bilici, "Önceki olağanüstü dönemlerde olduğu gibi ülkede bugün yaşanan çıldırmışlık hali de mutlaka bir gün bitecek. Zulmedenler er geç hesap verecek. Daha kötüsü Kenan Evren öldüğünde görüldüğü gibi cenazelerine kimse katılmayacak" dedi.
"Dün Kürtlere veya AK Parti'ye zulmedilirken itiraz ettiği gibi, bugün iktidarın hukuksuzluklarına karşı çıkan Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak, Hasan Cemal, Fethullah Gülen, Taha Akyol, Kazım Güleçyüz ve Zaman'ın cesur yazarları gibi Emile Zola'lar var" diyen Bilici, "Sol bir gazetede çalışmasına rağmen Bugün ve STV'den işini kaybedenlerle maaşını paylaşmayı öneren gazeteci arkadaşımız, fikirlerini desteklemese de Baransu'ya yapılan zulme dayanamayıp savunma ekibine katılan Avukat Ömer Kavili gibi Zola ruhlular var" ifadesini kullandı.
Bilici'nin Zaman'da "Dreyfus'lar varsa aydına yakışan Emile Zola olmaktır" başlığıyla yayımlanan (23 Kasım 2015) yazısı şöyle:
Güzel ülkemizi esir alan iç karartıcı havaya rağmen Emile Zola'nın 125 yıl önce altını çizdiği şu gerçeği herkese hatırlatarak başlamak isterim: “Gerçek yürüyor ve onu hiçbir şey durduramayacak.”
Ünlü Fransız romancı Zola'nın bu sözü dile getirmesinin nedeni, Alfred Dreyfus adındaki bir Fransız yüzbaşının başından geçen acı ve ibretlik hadiseydi.
Dreyfus, Fransa'da Yahudi düşmanlığının tırmandığı dönemde, Yahudi bir aileden gelmektedir. Acı olay, Paris'teki Alman elçiliğinde hizmetçi olarak çalışan Fransız gizli servisine bağlı bir kadının çöp sepetinde bulduğu imzasız mektubu üslerine göndermesiyle başlar. Alman askeri ataşesine yazılan mektupta Fransa'ya ait bilgilerin verilmesi vaat edilmektedir. Fransız Genelkurmayı'nın başlattığı soruşturmada şüpheler Dreyfus üstünde toplanır. Suçlama ağırdır: Casusluk ve vatana ihanet.
İktidara bağımlı medyanın, subayın etnik kimliğini öne çıkaran haberleri sonucu Dreyfus tutuklanır. Oysa 1 ay süren hazırlık soruşturmasında aleyhine bir delil bulunamamıştır. İşin aslı, ne bulunan kâğıtlar ona aittir ne de Almanlara verildiği iddia edilen bilgilerden onun haberi vardır. Dreyfus, her duruşmada belgenin kendisine ait olmadığını söyleyip kâğıtların mahkemeye getirilmesini istese de bu talebi hep reddedilir. 1894'te müebbet hapisle yargılanmaya başlar. Kâğıtların üzerindeki bilgileri kimin yazdığı ve sızdırdığı ortaya çıkmasına rağmen bunu yayınlayacak ne özgür medya ne de bunları mahkemeye getirecek yürekli bir hâkim veya savcı vardır.
Ayrıca bu Yahudi'ye ‘haddini bildirmesi' için gereken her şey hazırlanır. Savaş Bakanı General Mercier, istihbarat servisinin Dreyfus hakkında hazırladığı ‘gizli' dosyayı, sanığın ve savunma avukatının haberi olmadan gizlice askerî yargıçlara gönderir ve yargıçlar da savunma hakkını ve muhakeme usulünü hiçe sayan bu durum karşısında üç maymunu oynar.
22 Aralık 1894'te mahkeme, kararını açıklar ve Dreyfus, oybirliğiyle vatana ihanetten müebbet hapis cezasına çarptırılır. Rütbeleri sökülür. Cezasını çekmek üzere Fransız Guyana'sındaki korkunç bir yer olan Şeytan Adası'na gönderilir.
Dönemin aydınlarından biri olan Emile Zola ve başka demokrat insanların gayretiyle Dreyfus, 1899'da yeniden yargılanma hakkını elde eder ama bir şey değişmez. Fransa Genelkurmayı, basınla işbirliği halinde Dreyfus'un suçsuz olduğunu ispatlayacak girişimlerin önünü kesmeye çalışır. Mahkumiyete dayanak teşkil eden belgedeki el yazısının gerçekte başka birisine ait olduğunu ileri sürenler, ya sürgüne gönderilir ya da yargılanmaya başlanır. Mesela mahkumiyetten iki yıl sonra askerî istahbaratın başına geçen Binbaşı Georges Picquart, Dreyfus dosyasını inceledikten sonra gerçek suçlunun, çizelgeyi kaleme alan Walsin Esterhazy adındaki subay olduğunu belirtir ama mahkeme, bunu bile değerlendirmez. Hatta bu binbaşıyı azledip sürgüne yollar.
Dreyfus'un suçsuz olduğunu savunan dönemin aydını Emile Zola, asıl suçlu Esterhazy'i beraat ettiren yargıçların ordudan bu yönde emir aldıklarını yazdığı için 1 yıl hapis ve 3.000 frank para cezasına çarptırılır. Nihayet 1899 yılında deliller mahkemece yeniden değerlendirilir ama buna rağmen subay Dreyfus 10 yıl hapse mahkûm olmuştur.
Bu sırada Fransa'da toplumsal gerginlik had safhaya ulaşır. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı, af yetkisini kullanarak Dreyfus'u bağışlar. Cezasını bitiren subayı karşılayanlar, “Yaşasın Dreyfus!” diye bağırınca o şöyle cevap verir: “Hayır, yaşasın hakikat!”
Gerçeğin ortaya çıkıp subayın aklanmasında en önemli rolü oynayan Emile Zola, ne yazık ki, 1902'de Dreyfus'un aklanıp görevine iade edildiğini göremeden ölmüştür. Ancak ölmeden bir yıl önce Dreyfus'la ilgili yazılarını bir araya getiren “Gerçek Yürüyor” adlı kitabını yayınlamıştır.
Demokrat bir aydın duruşunun ne olması gerektiğinin parlak bir örneği olan Emile Zola, kitabında Fransız aydınlarının ve o günkü medyanın utanç verici halini anlattı. Medyanın bir kısmı, yaşanan adaletsizliği hayasızca desteklemeyi; diğer kısmı ise ‘tarafsızlık' bahanesiyle zulme kayıtsız kalmayı seçmişti.
Zola şöyle diyordu: “Aşağılık basının azgınlığını gördük... Ne yazık ki, bu eskimiş kalem tartışmacılarının, bunak kışkırtıcıların, yurtsever geçinen dar kafalıların beyinleri, suçların en kirlisini işlemiş, kamu vicdanını karartıp, tüm halkı şaşırtmaya çalışmıştır. Yalan, lekeleme, gammazlık doğal olgular haline getirilmiştir. Tüm bunlar çağımızın yüz karası olarak kalacaktır... En sonunda, yüksek basının, ciddi ve onurlu diye adlandırılan basının da tüm bunlara kaygısızca yardımcı olduğunu gördük. Zehirli ırmak yanlarından aktığı halde kıllarını bile kıpırdatmadılar. Tarafsızlıktı bu. Ama ne anlamı vardı? Bir tek namuslu ve soylu ses çıkıp da insanlığın ve hakarete uğrayan adaletin yanını tutmamıştır.” Bu tablo, son dönemde ülkemizde her kesimden insanın linç edilmesi karşısında toplumun, medyanın ve aydınların zavallı tutumunu hatırlatmıyor mu?
İster bir dizi yüzünden 1 yıldır hapiste tutulan Hidayet Karaca'yı, ister terör ve yolsuzluk karşısında görevini yaptığı için suçlanan kamu görevlilerini, ister linç edilerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz'ı, ister hükümeti hedef alan darbe belgelerini yazdığı için yargılanan Mehmet Baransu'yu, ister “mükemmel” olduğu için şirketlerine el konulan Akın İpek'i, ister yeryüzündeki en barışçı İslamî grup olmasına rağmen teröristlikle yaftalanan Cemaat mensuplarını düşünelim, hepsi günümüzün Dreyfus'ları. Bir de dün Kürtlere veya AK Parti'ye zulmedilirken itiraz ettiği gibi, bugün iktidarın hukuksuzluklarına karşı çıkan Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak, Hasan Cemal, Fethullah Gülen, Taha Akyol, Kazım Güleçyüz ve Zaman'ın cesur yazarları gibi Emile Zola'lar var. Sol bir gazetede çalışmasına rağmen Bugün ve STV'den işini kaybedenlerle maaşını paylaşmayı öneren gazeteci arkadaşımız, fikirlerini desteklemese de Baransu'ya yapılan zulme dayanamayıp savunma ekibine katılan Avukat Ömer Kavili gibi Zola ruhlular var.
Üzülmesin haksız yere zulme maruz kalan Dreyfus'lar. Çok yaşasın Emile Zola'lar.
‘İslamî' iktidarda başörtülüye kelepçe, din kültürü hocasına tutuklama
Önceki olağanüstü dönemlerde olduğu gibi ülkede bugün yaşanan çıldırmışlık hali de mutlaka bir gün bitecek. Zulmedenler er geç hesap verecek. Daha kötüsü Kenan Evren öldüğünde görüldüğü gibi cenazelerine kimse katılmayacak. Yaşasalar da yaptıklarının utancı gölge gibi her yerde onları takip edecek. Mazlumlar ise bu süreçte belki geçici mağduriyetler yaşayacak ama sabredip çizgisini koruyanlar ebedlere kadar hep şerefle anılacak.
Ülkenin her köşesinde insanın kanını donduran hadiseler yaşıyoruz. Başörtüsü problemini diline pelesenk eden iktidar, sırf fakir öğrencilere burs topluyor gerekçesiyle başörtülü hanımlara kelepçe taktı. Muhataplarını korkutmamak için meyve bıçağını bile ters çevirerek veren bir din kültürü öğretmeni, sözde İslamcılık siyaseti güden bir zihniyetin iktidarında terörden tutuklandı. Güneydoğu'daki pek çok il ve ilçede insanlar günlerce evlerine hapsediliyor, aralarında çocuk ve yaşlıların da olduğu siviller serseri kurşunlarla can veriyor. Dün PKK ile müzakereye oturup örgütün güçlenmesini seyredenler, bugün gerçekleri dile getiren herkesi terörist ilan ediyor. Şehit cenazelerinin arkası kesilmiyor. Askere de polise de benzemeyen ‘Esedullah timi' gibi karanlık yapılar, 1990'ları hatırlatan hukuksuzluklara imza atıyor. Ama dünün zencisi olan iktidarın gündeminde, başörtülülere kelepçe takmak, öğrencileri, avukatları ters kelepçeyle sindirmek, karanlık ilişkilere sahip isimleri kayyım adı altında 105 bin TL maaşla görevlendirip şirketleri batırmak, gazetecileri sokağa atıp, ekranları karartıp özgür medyayı susturmak var. Dün şiir okuduğu için hapsedilenlerin bu hale gelmesi ne korkunç ve acı bir değişim. Ne hale geldiklerini görmek için keşke bir saniye aynaya bakabilseler...