Zaman gazetesi yazarı Mümtaz’er Türköne, AKP cemaat gerginliğiyle ilgili olarak “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kaybettiği savaşı sürdürdüğünü” söyleyerek, “Sözleri zaten bir stratejiyi veya siyasî bir hesabı değil, öfke ve intikam duygularını yansıtıyor. "Velev ki" Cemaat'i önce didik didik doğradı sonra da darmadağın etti. Eline ne geçer? Derdine çare olur mu? 11 yıllık iktidar gücünü ve halk nezdindeki karizmasını saplandığı bataklığı aşmak için tüketiyor. Sırtındaki ağır yükle bu badireyi geçmesi imkânsız” görüşünü dile getirdi.
Zaman gazetesi yazarı Mümtaz’er Türköne, yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasıyla zirveye çıkan AKP Gülen cemaati gerginliğiyle ilgili bir yazı aldı.
Türköne’nin Zaman gazetesinin bugünkü sayısında (24 Aralık) “Başbakan kaybettiği savaşı sürdürüyor” başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Sözleri zaten bir stratejiyi veya siyasî bir hesabı değil, öfke ve intikam duygularını yansıtıyor. "Velev ki" Cemaat'i önce didik didik doğradı sonra da darmadağın etti. Eline ne geçer? Derdine çare olur mu? 11 yıllık iktidar gücünü ve halk nezdindeki karizmasını saplandığı bataklığı aşmak için tüketiyor. Sırtındaki ağır yükle bu badireyi geçmesi imkânsız.
Durumu özetleyen meşhur fıkrayı hatırlayalım. Başbakan halefine üç tane zarf bırakıp tembih ediyor: "Çok zor durumda kaldığında sırasıyla aç." Ekonomi berbat vaziyette ve hükümet sallanıyor.
Yeni başbakan birinci zarfı açıyor ve çareyi okuyor: "Muhalefeti suçla!" Durumu biraz toparlıyor ama bir zaman sonra muhalefetin baskısı dayanılmaz hale geliyor ve mecbur kalıp ikinci zarfı açıyor. Yine tek bir cümle: "Dış mihrakları suçla." Bir süre idare ettikten sonra bu sefer yolsuzluklar ayyuka çıkıyor, ahval berbat; ve çaresiz son zarfı açıyor. Zarfın içinde yine çok kısa bir not: "Hemen halefine üç tane mektup bırak!"
Başbakanımız, henüz üçüncü zarfı açmadı; çünkü kaybettiği bir savaşı cansiperane şekilde sürdürmeye çalışıyor. Sözleri zaten bir stratejiyi veya siyasî bir hesabı değil, öfke ve intikam duygularını yansıtıyor. "Velev ki" Cemaat'i önce didik didik doğradı sonra da darmadağın etti. Eline ne geçer? Derdine çare olur mu? 11 yıllık iktidar gücünü ve halk nezdindeki karizmasını saplandığı bataklığı aşmak için tüketiyor. Sırtındaki ağır yükle bu badireyi geçmesi imkânsız. Safralardan kurtulmaya ise yanaşmıyor. "Arkasındaki halk desteği nereye gider?" Bu soru apayrı bir konu; ama önünde duran hukukun ördüğü yüksek duvarı aşmasına yetecek hiçbir araca sahip değil. Ortada çok ciddi bir yolsuzluk dosyası var ve Başbakan üstü kapalı olsa da durumu kabul ediyor. Sadece Cumhuriyet'in haberinde yer alan "Teslim edilen para, peşkeş çekilen, devletin parası, milletin parası değildir" sözü kendisine aitse, aleni bir suç ikrarı. Devletin bankasının genel müdürünün, bakanların çocuklarının sanık olarak yer aldığı bir soruşturmanın ucu gelir milletin ve devletin hukukuna dayanır. Yargıya savaş açarken söylediği, "Siz de böyle pırlanta, tertemiz değilsiniz. Bizim de bildiklerimiz var." lafı, içinde iki suç barındırıyor. Birincisi, "evet biz temiz değiliz" ikrarını; ikincisi ise başkalarına ait suçları şantaj amaçlı saklama itirafını.
Krizin henüz daha bir haftası geride kaldı. Hukuk yavaş işler ama sağlam işler. Başbakan, umutsuzca yağıp-gürleyerek sürdürdüğü savaşta "hükmen" mağlup oldu. "İmam-hatiplere bağış"tan, "barış sürecini sabote etme" argümanına, Halk Bankası'nın ekonomimiz için vazgeçilmez değerine kadar geliştirilen hiçbir gerekçe yolsuzluğu meşrû göstermeye yetmiyor. Hükümet kan kaybetmeye devam ediyor. Sadece vaziyete isim konulması zaman alacak.
Gidişatı anlamakta zorluk çekenlerin, zihni karışanların başvuracağı sağlam ölçüleri hatırlatalım. Bir tanesi, gazetemizin tirajında -bir kampanya yürütülmemesine rağmen- hızlı artış. Başbakan'ın Hocaefendi'ye karşı giriştiği polemik, onun gibi kendini kanıtlamış bir liderin ferasetine aykırı. "Cemaat" bir siyasî parti değil, üstelik ahlakî-vicdanî bir prensibe dayanıyor. Üstelik bu savaşta "Cemaat"in -"in"de yaşadıklarına göre- kaybedecek kaşaneleri yok. Siyasî iktidarlar, bir araya getirdikleri çıkar ortaklığı bitince dağılırlar. "Cemaat" bir gönüllüler hareketi ve gücünü "alma"ya değil "verme"ye dayandırıyor. İktidar baskısı, böyle yapıları dağıtmaya yetmez, tam tersine güçlendirir. Cengiz Han, Yesevî Dergâhı'nın müridlerinin kellelerinden koca tepeler yaptı, yine de o mübarek ocağın ateşini söndüremedi. Yolsuzluk batağına saplanmış bir hükümet, evrensel boyut kazanmış böyle bir sivil-gönüllü hareketin neresini budayabilir? "Budadı" diyelim, kendisine ne fayda sağlayabilir?
Hocaefendi, Başbakan'a çareyi gösteriyor: "Aklan" diyor, "vahdeti temin et, vifak ve ittifak yollarını araştır". Başbakan ise, geçmişte darbecilere karşı sert duruşunu "bir tek geri adım atmayacağız" diye bu sefer pamuk gibi insanlara karşı gösteriyor. Siyaseti çöküyor, itibarı darmadağın oluyor. Peşinen kaybettiği savaşı, ısrarla sürdürüyor.
Adaletin terazisi artık başbakanın elinde değil; o da bir kefede tartılıyor ve hızla ağırlığı azalıyor.