Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yardımcısı Mehmet Kamış, devlet imkânlarının, AKP iktidarı aracılığıyla yurtları TÜRGEV'in emrine sunduğunu, devlet kademelerine seçilecek hâkim, savcı, polis ve asker gibi bürokrasiye alınacak isimlerin buradan yetiştirildikten sonra göreve başlayacağına yönelik iddialar olduğunu söyledi.
Mehmet Kamış Zaman gazetesinde yer alan 'Cemaatlerin başına gelecek olanlar' yazısında, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın da öğrenci evleri açmaya başladığını ve artık devlete entegre bir din anlayışının uygulamaya geçtiğini dile getirdi.
Mehmet Kamışlı'nın 'Cemaatlerin başına gelecek olanlar' başlıklı yazısı şöyle:
Erdoğan medyasının önemli gazetelerinden Sabah'ın Özel İstihbarat Servisi Müdürü Abdurrahman Şimşek, önceki gün bir televizyon kanalına çıktı. Söylediklerine, yanlışlıkla söylenmiş, ağızdan kaçmış sözler olarak değil de yeni Türkiye'nin devlet aklını deşifre eden sözler olarak bakmakta fayda var.
Şimşek, bir televizyon kanalında konuşurken bundan böyle devletin bütün cemaatlerle etkin bir şekilde mücadele edeceğini, artık hiçbir cemaat mensubunun devlette barındırılmayacağını, ne Süleymancıların, ne Menzilcilerin, ne İskenderpaşa, ne İsmailağa cemaatinin ne de Nakşibendilerin devlet içinde yer alamayacağını söylemişti. Bu sözleri sakın bir meczubun hezeyanları olarak yorumlamayın, bunlar küpün içindeki suyun dışarıya sızmasından başka bir şey değil. Hükümetin uzun zamandır cemaatleri fişlediği, onları dosya dosya ayırıp kayıtlar tuttuğu daha önce medyaya yansımış, bu da hükümet tarafından yalanlanmamıştı.
Zaten AK Parti, uzun süredir bir cemaat gibi öğrenci evleri kuruyor, TÜRGEV üzerinden cemaatleşme faaliyetleri sürdürüyordu. Devlet imkânlarının, siyasi erk aracılığıyla bütün yurtta TÜRGEV'in emrine sunulduğu da herkesin malumu bir konuydu. AKP'nin bundan sonra devlet kademelerine alacağı isimleri buralardan gelmiş adamlar arasından seçeceği, hâkim, savcı, polis, asker ve diğer bürokrasiye alınacak isimlerin burada yetiştirildikten sonra göreve başlatılacağı da bazı mahfillerde uzun zamandır dillendiriliyordu. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın da evler açmaya başladığını hatırlamakta fayda var. Artık devlete bire bir entegre bir dini anlayışın uygulamaya geçtiğini görmek için müneccim olmaya gerek yok.
Erdoğan'ın ve onun danışman kadrosunun düşüncelerinin arkasında, ‘Onun artık devletin başına geçtiği ve cemaatlerin varlık sebeplerinin fiilen ortadan kalktığı' fikri yatıyor. Onlara göre cemaatler, birer ikişer biat etmekle kalmayıp varlıklarını da yavaş yavaş ortadan kaldırmalı. Nasıl olsa devlet yönetimi bir daha başkasının eline asla geçmeyecek(!) Abdurrahman Şimşek'in söylediği şey aslında bu fikrin uygulamaya geçtiğinin itirafı. Erdoğan'ın Hizmet camiasına başlattığı cadı avının kodlarında da yine bu düşünce yatıyor. Zaten bu cadı avı 12 Haziran 2011 seçimlerinden sonra sessizce başlatılmış, daha sonraları bunu yandaş medyanın kalemşörleri de dillendirmişti.
Yıllardır hukuk ve demokrasi yolculuğu yapan Türkiye'nin onca mücadeleden sonra geldiği yer hakikaten kaygı verici. İnsan hayatının hiçbir önem arz etmediği, iktidarın sadece kendi iktidarını güçlendirme hesapları içine düştüğü günler yaşıyoruz. Son bir haftada Ermenek, Yalvaç ve Boğaz'da yaşanan kazalarda yüze yakın insan öldü. Kobani protestolarında 40'tan fazla kişi hayatını kaybetti ancak hükümetin ve hâlâ hükümeti yöneten Cumhurbaşkanı'nın gündeminde "iktidarı nasıl kalıcı kılabilirim" konusu var.
Diğer şarklı ülkeler gibi normal insanların hayatlarının neredeyse hiçbir kıymeti kalmadı. Faili meçhullerin yeniden bu topraklara geri dönmesini de ibret ve endişeyle izliyoruz. Maliyetli olduğu için madenlerde yaşam odalarının yapılmasını gerekli görmeyen hükümet, hiçbir ihtiyaç duyulmamasına rağmen 1 milyar 370 milyon harcayarak Cumhurbaşkanı'na saray yaptırıyor. Bundan dolayı da kimse hiçbir vicdani rahatsızlık hissetmiyor. Çünkü Şark'ta devlet, yönetenin malı gibidir. Sanki kendi hazine-i hassasından yapıyorlarmış gibi. Bu nedenle ‘bizim tasarruflarımıza kim ne karışır' psikolojisiyle hareket ediyorlar. Oysa devletin hazinesi bizim vergilerimizden toplanan paralardan oluşuyor. Ve o para toplum olarak bizim. Demokrasi kültürünün yerleştiği bir hukuk devletinde bu tür şeyleri yapmak mümkün müdür?
Ama asıl tehlike diğer dini grupları bekliyor. Herkesin tornadan geçeceği, farklı hiçbir düşünce, inanç ve cemaatin kalmayacağı bir Türkiye'ye doğru yol alıyoruz. Bizim vergilerimizle kurulan ve varlığını sürdüren devlet, kendisi gibi olmayan herkesi birer birer ortadan kaldırmanın hesaplarını yapıyor. Biraz uzağı görebilmek ve sizin başınıza neyin geleceğini anlamak için Erdoğan'ın hareket etme sistematiğini çözmeniz yeterli. Bugün maalesef Türkiye, bir kişinin kişisel hikâyesinin dişlileri arasına sıkışmış durumda.
Yazık ki az gittik uz gittik, bir de baktık ki bir arpa boyu bile yol gitmemişiz.